Modern hayat, boşanları tetikliyor
Ülkemizde son on yılda boşanma oranlarında %30 artış olduğunu söyleyen KadıköyŞifa Sağlık Grubu Uzman Klinik Psikolog Merve Büyükkucak, iletişimsizliğin, erken yaşta gerçekleşen evliliklerin, maddi sorunların ve sadakatsizliğin en önemli boşanma sebepleri olduğu konusunda uyarıyor.Hem çok kişisel hem de çok alışılmış, sıradan bir konu olan boşanma son yıllarda sıklıkla telaffuz edilen, çevremizde, ailemizde, yakınlarımızda sıklıkla rastlanır ve tabu olmaktan çıkan bir olgu olmaya başladı. Neredeyse bir salgın olarak adlandırılabilecek bu durum toplumun büyük bir kesimi ve özellikle yeni evliler veya çocuk sahibi olanlar için oldukça kaygı veren, bir nevi bir alarm durumu haline geldi.Son yıllardaki istatistikî veriler boşanma oranlarındaki artışı destekler nitelikte olmakla birlikte, bu artışın yalnızca ülkemizde değil dünyanın birçok ülkesinde yaşandığını göstermektedir. Türkiye’ye baktığımızda son on yılda bu artışın yaklaşık %30 seviyelerinde olduğunu, ilk beş yılda evliliklerin %20sinin, Amerika’da ise her 1000 evlilikten yaklaşık 3 ila 4 tanesinin boşanma ile sonuçlandığını söylemek mümkün. Bu oran ikinci ve üçüncü evliliklerde ise daha da yükselmekte.Neden boşanıyoruz?Son yıllardaki bu artışın kaynaklarını anlamaya yönelik yürütülen çok sayıda araştırma eşler arasındaki iletişimsizliğin, maddi sorunların ve sadakatsizliğin büyük oranda etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebepler elbette ki önceki yıllarda da geçerliliğini korumaktaydı. Ancak yıllar içinde değişen en önemli faktörlerden biri yaşam süresinin uzaması ile birlikte kişilerin yaşamdan daha fazla beklentiye sahip olmaları oldu. En önemlisi de artık günümüz dünyasında bilgiye erişim çok daha kolay. Bu durum hayattan, dünyadan daha fazla haberdar olmayı, daha fazla düşünmeyi ve daha çok neistediğini sorgulama durumlarını da beraberinde getiriyor. Her ne kadar boşanma kendi içerisinde oldukça stresli ve zorlayıcı bir durum dahi olsa boşanmadan sonra kendilerine yeni ve daha mutlu edici bir yaşam kurma konusunda insanlar daha büyük bir cesaret gösteriyor. Özellikle erken yaşta gerçekleşen evlilikler sonucu ya da ileri yaşlarda gerçekleşen boşanmalar bu duruma örnek teşkil edebilir. Ne de olsa yaşamın bir noktasında durmak, düşünmek ve farklı yolda ilerlemek istediğinin farkına varmak artık çok da az rastlanır bir durum değil.Bunlarla birlikte önceki yıllara göre çalışma koşullarının giderek daha ağırlaşmasının ve bağlantılı olarak kişilerin günlük yorgunluk ve stres düzeylerinde bir yükselmenin olmasının boşanma üzerindeki etkisinin de oldukça büyük olduğu söylenebilir. Artık ne yazık ki eşler ne çocuklarına ne de eşlerine kaliteli zaman ayırabilmekte ve artan stres düzeyi ile birlikte hayatın ve ilişkinin sorumluluklarına, zorluklarına karşı toleransları giderek düşmekte. Öyle ki hali hazırda devam eden birçok evlilikte aslında cinselliğin ortadan kalktığını, çocuklar için ya da ailesel normlar sebebiyle “mutsuz ama sorun olmayan, idare edilen” ilişkilerin olduğunu ve ne yazık ki çok daha öncelerden “duygusal boşanma”nın gerçekleştiğini söylemek mümkün.Boşanmaya dair bir diğer önemli sebep ise elbette ki kadınların yıllar içerisinde eğitim seviyelerinin artması ve bununla bağlantılı olarak kendi ayakları üzerinde daha fazla durabilen ve en önemlisi yeni normlara sahip olan, ilişkiden beklentilerini daha fazla sorgulayan ve ortaya koyabilen bireyler haline gelmeleridir. Özellikle 30 yaş altındaki kadınlarda boşanma oranın daha yüksek olduğunu, yeni bir hayat kurma ve kendi yolarlına devam etme konusunda daha cesur olduklarını söylemek mümkün. Boşanma talebinin erkekler kadar kadınlar tarafından da sıklıkla ortaya konması bu durumu destekler niteliktedir.Genel olarak boşanma ile ilgili diğer risk faktörlerine baktığımızda yukarıda sayılanlara ek olarak evlilikle ilgili gerçekdışı beklentilere sahip olmak, evliliğe hazır olmamak, istismar ve şiddet gibi faktörleri saymak mümkün. Son yıllarda yapılan birçok çalışma sosyal ve psikolojik faktörlerin yanı sıra genetik bir yatkınlığa da işaret etmekte, tek yumurta ikizleri ya da genetik havuzlarını paylaşan kardeşlerin diğer bireylere oranla boşanma anlamında birbirlerine çok daha yüksek oranda benzerlik gösterdiği yönündedir. Erken yaşta evlilik ve boşanmış bir anne babanın çocuğu olmak da kişiyi boşanmaya yatkın kılan risk faktörleri olarak bulunmaktadır.Boşanmaya nasıl karar veriyoruz?Bir birlikteliğin boşanma ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağını açıklayan en önemli faktörlerden biri “bağlılık” olarak ortaya çıkmaktadır. Burada bağlılık ile kastedilen uzun vadede karşılaşılan problemler ve zorluklarla yenilmemek ve ne kadar zor olursa olsun evliliğin devamı için bir isteği sürdürebilmektir. Bağlılık, ileride de o kişinin eşi olmayı arzu etmek, “biz” olma hissini sürdürmek istemek ve bir çift olarak sahip olunan kimlikten memnun olmak anlamına gelir. Bağlılık ne kadar fazla olursa kişi kendini o oranda güvende hissedecektir ve ilişkinin devamı için daha fazla verici olmaya gönüllü olabilecektir. Bir evliliği sonlandırma önündeki engeller sayılabilecek finansal zorluklar ya da çocukların varlığı ancak bir süre söz konusu evliliğin sürmesine yardımcı olur. Uzun vadede bağlılık yoksa o evliliklerin de devamı olmayacaktır. Örneğin birçok evliliğin eşler arasında çatışma olmadığı halde bittiği araştırmalar tarafından sıklıkla ortaya konmaktadır. Fakat çatışma yaşamayan, evliliklerinde mutlu olmayan ancak yine de birbirlerine bağlılığı bulunan kişilerin birlikte kalma olasılıklarının ve gidişatı iyileştirmeye çabalama durumlarının bağlılığı az olan ve başka bir ilişkide mutlu olabileceğine inanan kişilere oranla daha yüksek olduğu bilinmektedir.Boşanma oranlarındaki artışla alarma geçmeli mi?Her ne kadar sıkıntılı bir evlilikten çıkılıyor olsa bile, boşanma özellikle bu durumu birebir yaşayan bireyler için oldukça sarsıcı ve zorlayıcı bir durumdur. Her şeyden önemlisi kendi içerisinde bir “kayıp” olarak nitelendirilebilir; zira devam eden bir ilişki sonlanmakta, alışılagelmiş bir hayat şekli ve ilişkiler ağı değişmektedir. Bu nedenle her kayıp anında olduğu gibi elbette boşanmanın da kendine göre bir yas süreci olacaktır. Fakat bilinen odur ki her kayıp sürecinin kendisine eşlik eden “yas” yanında, bir de kişiyi büyütücü ve geliştirici tarafı bulunur.Elbetteki evlilikler bitmemesi düşünülerek planlanan kurumlardır ancak buradan bakıldığında bu bitişi yalnızca bir kayıp ya da “başarısızlık” olarak görmek çok doğru bir tutum olmayacaktır. Biten bir ilişkiye başarısızlık olarak bakmak yaşanan ilişkiye ve o ilişkideki doyurucu ve besleyici, mutlu eden anlara büyük bir haksızlık olur. Zaman içerisinde kişiler farklı rotalarda büyüyebilir, gelişebilir, o süreçte eşlerden biri ya da her ikisi de değişebilir, karşılıklı ihtiyaçlar söz konusu ilişkide karşılanmıyor olabilir ve ilişki bitme noktasına gelebilir. Ancak tüm bunlar, bu ilişkinin bir hata ya da başarısızlık olduğu anlamına gelmez, böyle bakmak o ilişkide yaşanan keyif ve büyümeyi inkar etmekle eşdeğer bir tutum anlamına gelir. Elbette duygusal ve fiziksel anlamda istismar içeren çoğunlukla mutsuz evlilikler için böyle düşünmek çok daha zordur.Artan boşanma oranları kaygı verici hale gelse de her bitiş nasıl yaşandığı ile de bağlantılı olarak kişiyi geliştirir. Yeni bir yaşam kurabilme, ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda hareket edebilme cesareti kişiyi zenginleştiren bir deneyimdir. Özellikle çocuklu aileler açısından haklı olarak büyük kaygı uyandıran bu durum uzun vadede çocuklar için dahi bir kazanım olabilir. Elbette ki mutlu bir evlilik içerisinde olmak hem çiftlerin hem de çocukların zihinsel ve fiziksel sağlıkları için çok önemli bir unsurken özellikle çocukları duygusal, fiziksel, ve sosyal birçok sorundan koruyan bir durumdur. Ancak her türlü çabaya rağmen yolunda gitmeyen bir ilişkiyi sonlandırmak, sıkıntının içinde çaresizce kalan ve kendisi için olumlu bir çözüm üretemeyen, ayrılamayan yetişkinlere oranla “ayrılabilme” ve “kendi ihtiyaçları doğrultusunda sorunlarını çözebilme” konusunda çocuklara önemli ve yapıcı bir model oluşturur.
30 Ocak 2015 15:18