Selam, evimin kapısı… Bir kapı var ise hem içe hem de dışa
açılıyordur. Kalp gibi bir yanı kan, bir yanı can. Gün gibi, bir yanı geceye,
bir yanı güneşe bakar. Ve biz güne bakarız, Gün güneşe bakarsa aydınlıktır
aydınlık oluruz. Gün geceye bakarsa karanlıktır, zannederiz ki dünya karardı.
Günün gözleridir oysa, günün gözleri geceye bakınca lacivert olur. Koyu,
çok koyu bir lacivert…
Küçüktür
insanoğlu küçücük. Bakışı küçük, kaçışı küçük, kâinatta akışı küçük.
Gördüğü büyüklüğü kendinden bilince büyüklenir de aslında fark edemez
cüssesinin kendinden büyük kocaman bir büyüklük içinde kaybolduğunu. Zanneder
ki güne kaydolmuş. Kayıt yapamayanların var olduğunu sanır, akıllıdır kendisi,
diğerlerinden çok akıllı. Teferruattır gerisi.
Seçilmiş
olmalı evet evet seçilmiş. Biri bu kocaman gün içinde kendini seçmiş. Üzerinde
diğerlerinden daha janjanlı bir libas. Seçilmiş olmanın verdiği his ile
bas, ötekine bas. Hizmetine alabilirsin, elini at bir yerlerine. Ne lazım ise
işte, para da olabilir, bilgi de, güzellik de, kabarık çıkınlı seçilmiş.
Mesela ben seçilmişlerden olarak cebimde ne çok kelime var. Benim onlar, seçkin
olduğum için verildiler. Gördüğüm birçok insan iki lafı bir araya getiremez.
Ama bende, ben de çok var. Hem kelime hem de ben. Belki de sahip olduğum her
harfte bir tane ben.
Şimdi
aklıma geldi. Teninde çok ben olan insanlar gibi. Beninden tanınır bazı
insanlar. Demek tanımlayıcı bir şey bu ben…
İnsanları
görüyorlar. Beni görüyorlar. Bu yüzden mi birbirini tanıyan iki ben anlaşamıyor
ve yol değişiyorlar? Ben ile ilk kez annemde tanışmıştım. Kocaman bir beni
vardı. Dokundum, anne bu nedir? Annem dedi “bu ben, benim benim” Âşık Yunus
söylerdi; “benden içeri bir ben”
Gün
geceye bakınca ve lacivert olunca ağlar. Yıldızlar söyler maşuka, sonsuz
yıldızlar. Aynı bende ki çokça sahip olduğum kelimeler gibi. Gün yıldızlar
dizer maşuk için. Ben şiirler dizerim kendim için. Gece cömerttir, gün gibi.
Yıldız ikram eder benim gibi seçilmişlere, hak etmiştim zira. Zengin olmak
böyle bir şey, sürekli İkram görmek… İkram gördüğüm tek şey olduğu için
olsa gerek, vermeyi bilmezliğim.
Başımın
üzerine yağan göğe fazla gelmişte sarkmış gibi. Yorulmak nedir bilmez, cebimde
sahip olduğum zenginlik yorulan birilerini hizmete sunuyor zaten. Fark etmiyorum
ne zaman elimi cebime atmışım birini almış ve hizmet görmüşüm. Tıpkı elimi
aşağıdan yukarı doğru kaldırmak kadar kolay ve doğal. Böyle çarçabuk, oysa bir
beynim olmalıydı, komut ve sinirler kaslar görevler silsilesi emir komuta ve el
kalkıyor. Hayır, ben istedim istedim ve elim kalktı.
Gün
geceye ve güneşe bakarken ve ben günün gözlerinde kendime yer bulduğumda sandım
ki, gün ve gece gözlerimin içinde. Bakan benim ve gün benim hizmetimde.
Yarısını lacivert görürüm yarısını sarı. Bir gözüm sarı, bir gözüm lacivert.
Biri ile yorulunca diğeri ile bakarım. Böyle bir gözümden ötekine akarım. Gün
işte, gözlerimin içinde olanların sadece biri. Gözlerimin içinde ne
hazineler gizli.
Babam
her sabah namazı sonra kapıyı neden üç kez dua okuyarak açıp kapatırdı? Rızık
için yapardı? Rızık tek seferde giremiyor muydu? Yoksa çıkıp üç kez daha mı
doluşuyordu eve? Kapıyı tek seferde kapatmamak gerek.
Ayakkabım
yazlık, kışa uygun değil. Kışın ortasında hissettim bunu. Elime almamıştım
şimdiye kadar Sanki ilk kez giyer gibiyim. Anahtarı kapıda bırakma korkusu
çocukluğumdan kalma. ”Kontrol ettin mi?” diyen babamın sesi. Ettim ettim
almışım bende anahtar, bende…
12 Ocak 2018 13:21