‘Senin yüzünden! …’ Demeyin

 

14 Şubat 2018 11:35
‘Senin yüzünden! …’ Demeyin




Önce annesini sonra da babasını kaybetmiş


  Selma, 6
çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğuydu, bana geldiğinde 8 yaşındaydı. Selma’nın
onu psikolojik olarak susmaya iten, ‘Seçici Konuşmazlık’ dediğimiz sürece
getiren olaylar, beş yaşındayken başlamıştı.

 

Selma, beşkardeşi, anne ve
babasıyla kendi halinde normal bir yaşam sürerken, bir gün annesi hastalanıyor.
O dönemlerde beş yaşlarında. Kendisinden büyük iki abla, bir ağabey ve
kendisinden küçük iki kardeşi daha var…

 

Küçük kardeşin yeni doğduğu
dönemde, anne ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşıyor. Uzun süre tedavi görüyor.
Yoğun uğraşılara rağmen iyileşmiyor. Hastane ortamından evine gidip, son
günlerini evinde huzur içinde yaşasın diye doktorlar tarafından eve
gönderiliyor. Birkaç ay evde babaanne, hala ve benzeri yakın akrabaların
yardımıyla yaşıyor. Bir gün, hayata gözlerini kapatıp vefat ediyor.

 

Anneye en fazla ihtiyaç duyulan
dönemde anne, Selma’nın hayatından çıkıp gidiyor. Aradan 1,5 yıl geçiyor. Kendi
hallerinde, bir şekilde yaşamaya alışıyorlar. Büyük kızlar, evde yemek yapıp en
küçük çocuklara annelik yaparken, Selma babasıyla birlikte dükkânda çalışıyor.
Dükkânları evin hemen alt katında olduğu için baba endişe duymadan iş hayatına
devam ediyor. Çocuklarını kimseye muhtaç etmeden, yük etmeden idare ediyor.

 

Baba
gitmiş ama gelmemiş

Bir gün ablalar ve ağabey,
kardeşlerini alarak yakın akrabalarına gidiyorlar. Selma babasının yanından
ayrılmıyor. Çok ısrar ediyorlar ama istemediği için gitmiyor. Babası da
gitmemesine ses çıkarmıyor. Öğleden sonra, baba-kız dükkânı temizlemeye
başlıyorlar. Selma, babasının istediği gibi her yeri bir güzel temizleyip
süpürüyor. Daha sonra radyoyu açıyor. Müzik dinlemeye başlıyor. Ancak dışarıdan
gelen sesler nedeniyle müziği duyamadığı için, sesini iyice açıyor. Babası da
başının ağrıdığını söyleyerek müziğin sesini kısmasını istiyor. Selma,
babasının söylediğini duymamış gibi yapıyor. Hani çocuklar sıklıkla yaparlar
ya…

 

Bir süre sonra babası, başının
çok ağrıdığını söylüyor. Yüzü asılıyor. Selma, gidip gelip babasını kontrol
ediyor baş ağrısı geçti mi diye…

 

Sonrasında babası, baş ağrısına
dayanamayarak eve ilaç almaya çıkıyor. Sıcaktan bunaldığını, kendini kötü
hissettiğini söylüyor. Dükkâna dikkat etmesini, hemen bir ağrı kesici alıp
geleceğini de ekliyor ve eve çıkıyor.

 

Aradan epey zaman geçmesine
rağmen baba inmiyor dükkâna. Selma kız, bekliyor ama baba gelmiyor işte. Merak
edip yukarıya babasına bakmaya çıkıyor. Eve giriyor. Babasına sesleniyor ama
baba cevap vermiyor, ses yok. Tam oturma odasına girdiğinde, babasının yerde
olduğunu görüyor Selma. O anda Selma’nın gözleri önünde babası kalp krizi
geçiriyor.

 

Selma babasının çırpınmalarına,
yerleri tırmalamasına şahit oluyor. Babası son nefesini verip yerde cansız
yatarken, uyandırmaya çalışıyor. Babası uyanmıyor. Cama koşuyor Selma;
bağırmaya başlıyor, “İmdat… Babama bişey oldu… Ne olursunuz yardım edin! …’
Kısa süre içinde ev mahalle halkıyla doluyor.

 

Cenaze işlemleri bitince 1,5
yıl önce anneleri ölen bu altı kardeşin, ne olacağı tartışması başlıyor… Akrabalarından
kimi, “Yanımıza alalım” kimi, “Yuvaya verelim”, kimisi de “Hepsine birden nasıl
bakacağız?” diyor. En sonunda akrabalar, aralarında anlaşıyorlar. “Her birimiz
birisini alalım. Böylece çocuklar yurtlarda perişan olmaz, arada sırada da olsa
birbirlerini görürler” diye çözüm buluyorlar. Selma’yı çok sevdiği halası
alıyor. İki yıl Selma yanlarında kalıyor ama hiç konuşmuyor yavrucak…

 

Duyduklarım beni çok
etkilemişti. Selman’ın hali beni endişelendirmişti. Bir yandan da ‘Bir şeyler
yapabilirim belki’ diye düşünmeden edemiyordum.

 

Yememiş,
içmemiş ve
hiç konuşmamış

Hikâyesinden çok etkilendiğim bu kızı merakla bekliyordum. Nihayet geldiler.
Halası olan biteni tek tek anlattı. “Gelinimiz ve ağabeyimin ölümünden sonra,
onu bir türlü mutlu edemedim. İki yıldır yüzü hiç gülmüyor. Kendiliğinden
hiçbir şey yapmıyor. Sadece konuşmasa neyse ama sanki kurulmuş bir robot gibi.
Örneğin; sofraya oturup yemek yiyeceğiz ‘Hadi Selma sofraya otur!’ diyoruz
oturuyor. ‘Hadi Selma, artık kalkabilirsin’ demeden kalkmıyor.”

 

“Önceleri aldırmadık. Baktık
olmadı, karşımıza aldık uzun uzun konuştuk anlattık. Ona evimizin bir kızı
olduğunu, evdeki herkes kadar her şeye hakkı olduğunu… Ama hiçbirisi fayda
etmedi. Zamanla öfkelenip inadını kırmak için bazı taktikler uygulamaya başladık.
Sofra hazır olunca ‘Gel otur’ demedik, aç kaldığı günler oldu. Ya da ‘Artık
kalkabilirsin’ demedik saatlerce sofrada oturdu. ‘Hadi artık uyu’ demedik,
sabaha kadar koltukta öyle oturdu. Vicdanın yoksa söyleme…”

 

Hal hareketleri, dinlemiyormuş
gibi ama tüm alıcılarını bana çevirdiğini hissettiğim tavırları… Onunla
yaptığım ilk seans dün gibi aklımda.

– Biliyor musun ben seni çok
sevdim.

– …

– Vallahi çok ciddiyim, çok
sevdim.

– …

– Ne güzel hiç konuşmuyorsun,
diğer çocuklar gibi kafamı şişirmiyorsun…

 

Gözlerimin içine bakıp
gülümsemesini saklamak ister gibi dudaklarını ısırarak başını salladı.

– Biliyor musun? Bazen
çocukların hayatlarında bazı şeyler yolunda gitmiyor, benim işimse bunları
yoluna koymak. Beni dinlediğini biliyorum… Hatta benimle konuştuğunu bile
hissediyorum. Çocuklar benden yardım isterler, ben de onlara yardım ederim. Bu
hep böyle oldu.



Ben konuşuyordum yavrucak ise hiç konuşmadan beni dinliyordu. Ona:
– Ama şu an işler değişti. Sana yardım etmeyi ben istiyorum. Eğer bana yardım edersen,
izin verirsen seni susturan şeyin ne olduğunu bulurum. Gerçekten… İnan bana…
İzin verir misin? Diye sordum. Başını salladı! Evet! Başını salladı!

– Elimde bazı resimler var, o
resimleri çocuklara gösteriyorum, onlar da bana resimlerle ilgili hikâyeler
anlatıyorlar. Onlar bana hikâye anlatınca ben de onların mutlu olmasını
sağlıyorum. Yani, bütün sır hikâyede. Biliyorum sen konuşmuyorsun. Ama hikâye
anlatmak istersen, konuştuğunu kimseye söylemem. Bu ikimizin sırrı olur.
Anlaştık mı?

 

Bir süre düşündü. Başını sağa,
sola salladı. Evetle hayır arasında gidip geliyordu. Birden evet anlamına
gelecek şekilde başını salladı. Karşımdaydı… Ben ona resimler gösteriyordum o
da bana hikâyeler anlatıyordu. İşimiz bittiğinde, ona çok teşekkür ettim.

 

Anlattıklarını analiz etmeye
bile gerek yoktu. O kadar saf, o kadar temiz, o kadar kendi hikâyesini
anlatmıştı ki… Selma’nın bilinçaltı karmakarışıktı.

 

İşte, Selma’nın analizden
geçmesine bile gerek bırakmayan, halasını dinlerken gözyaşlarına boğan, beni
hıçkırıklara boğan hikâyesi…

 

Selma
kendi hikâyesini anlatıyor

 

“Bir varmış bir yokmuş, bir
zamanlar bir ülke varmış. Bu ülkede anne babasıyla yaşayan çok mutlu çocuklar
varmış. Çocuklar kardeş kardeş hep oynarlarmış, anne babaları onlara hiç
kızmazlarmış. Bir gün, bu çocukların annesi hastalanmış. Çocuklar çok üzülmüş.
Ama kimse çocukların üzüldüğünü anlamamış. Anneyi hep hastaneye götürmüşler.
İlaçlar vermişler. Hem de acı acı ilaçlar. Anne, sırf çocuklarını yalnız
bırakmamak için içmiş bütün o acı ilaçları.”

 

“Çocuklara hep annelerinin
iyileşeceği söylenmiş. Bir gün anneyi eve getirmişler. Çocuklar, anne geldi
diye çok mutlu olmuşlar. Anne hep yatakta yatmaya başlamış. Artık çocuklarına
yemekler yapmıyormuş. Çocuklar çok üzülmüşler. Annelerinin yanında oyunlar oynamaya
başlamışlar. Annelerinin yanında niye oynuyorlarmış biliyor musun? Anneleri
eğlensin diye. Ama babaanneleri hep kızıyormuş onlara: ‘Gürültü yapıp durmayın!
Anneniz zaten sizin yüzünüzden hastalandı! …’ diye. Çocuklar çok yaramazlık
yaptı diye hastalanmış anne meğer. Çocuklar da anne iyileşsin diye, onu
eğlendirmek istiyorlarmış ama kimse anlamıyormuş. Herkes çocuklarını
azarlayınca anneleri de çok üzülüyormuş.”

 

“Bir gün anne ölmüş. Herkes
ağlamış. Çocuklar annenin neden öldüğünü anlamış: ‘Yaramazlık yaptılar’ diye.
Çocuklar evde babalarıyla yaşamaya başlamışlar. Bir gün, anneanne gelip yemek
yaparken, çocuklar gürültü yapmışlar. Anneanne onlara kızmış ‘Kızım sizin
yüzünüzden hasta oldu. Hiç annenizin sözünü dinlemediniz, hasta ettiniz kızımı.
Sizin yüzünüzden de öldü. Sözümü dinlemeyip gürültü yapar, çok konuşursanız
beni de öldürüp ortada kalacaksınız. O zaman kim bakacak size?’ demiş.”

 

“Bir gün Selma, babasıyla
dükkânda oturuyormuş. Ablaları, kardeşleri amcalarına gitmişler. Selma,
babasının yanından ayrılmak istememiş. Hiç gürültü yapmadan hep babasına yardım
ediyormuş.”

 

“Anneleri çocuklar evde yokken
hastalanmış ya… ‘Babası yalnız kalır, hastalanır’ diye yalnız bırakmak
istemiyormuş. Babaları çocuklarına hiç kızmıyormuş zaten. Gürültü yaptıklarında
bile. Selma dükkânda babasına yardım etmiş, her yeri mis gibi yapmış. Elleri de
acımış biraz. Radyoyu açmış. Babasının başı ağrımış. ‘Kızım kapat şunun sesini’
demiş. Selma duymuş ama duymamazlıktan gelmiş. O anda radyoda en sevdiği
müzikler varmış çünkü. Babası biraz sonra eve gitmiş. İlaç alıp gelecekmiş.
Gitmiş ama gelmemiş.”

 

“Selman’ın aklına, hemen
anneannesiyle babaannesinin söyledikleri gelmiş. Annesi zaten çocukların
yaramazlığı yüzünden ölmüştü ya. Selma çok korkmuş eve çıkmış. Babasını aramış.
Odaya girince bir bakmış, babası bir şeyler yapıyor. Selma çok korkmuş. Babası
Selma’ya ‘Git’’ der gibi işaretler yapmış. Selma gitmemiş. Babası yerde uyumaya
başlayınca uyandırmaya çalışmış. Uyandıramayınca ağlamaya başlayıp komşuları
çağırmış. Sonra ev kalabalık olmuş. Selma kimseye söyleyememiş ama çok üzülmüş…
Babası ‘Git’ dediği halde gitmemiş. Yine babasının sözünü dinlememiş. Eğer
gitseydi, müziğin sesini açıp babasının başını ağrıtmasaydı babası
ölmeyecekmiş. Güya, Selma’nın yüzünden ölmüş…”

 

‘Söylenilmeden
hiç bir şey yapmayacağım’
“Akrabalar çocukları paylaşmışlar. Selma ablalarından ayrılmak istememiş. Küçük
kardeşini de çok seviyormuş. Halası yanına gelip, ‘Kızım sen artık benim
kızımsın bizimle yaşayacaksın’ demiş. Selma çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş
ki, zaten halasını da çok seviyormuş, ‘İstediğim zaman kardeşlerime götürürler’
diye düşünmüş.”

 

“Halasının evine gidince,
‘Artık bunlar benim yeni anne babam’ demiş kendi kendine. Ama birden korkmaya
başlamış: ‘Annemle babamı ben öldürdüm. Yaramazlık yaptım sözlerini dinlemedim.
Yeni annemi babamı çok seviyorum. Ya onlara da bir şey olursa ben ne yaparım?’
diye endişesinden ne yapacağını şaşırmış. Sonra aklına bişey gelmiş.”

 

“Gece yatmadan önce yatağının
başucuna oturup dua etmeye başlamış.

‘Allah’ım… Ben çok yaramaz bir
kızım. Annem babam benim yüzümden öldü. Halamlar çok iyi insanlar. Ne olur
benim yüzümden onları da yanına alma. Eğer onları da alırsan ben kimin yanında
kalırım? Ne olur Allah’ım, bana yardım et. Hiç konuşmamam için bana yardım et.
Ne zaman gürültü yapıp söz dinlemesem, annem babam ölüyor. Hep susmam için bana
yardım et Allah’ım. Ne söylerlerse yapacağım, onlar söylemeden hiçbir şey
yapmayacağım… Ne olur onları benden alma!”

 

“O günden sonra Selma hiç
konuşmamış. Gülmemiş. ‘Eğer gülersem evde gürültü olur, başları ağrıyıp
ölürler’ diye korkmuş. Hep susmuş…”

 

Hikâyesi bitince Selma
gözlerimin içine baktı ve ekledi: “Biliyor musun? Hala her gece dua ediyorum.
‘Allah’ım n’olur konuşmayayım, konuşmamam için bana yardım et!’ diye. Bazen çok
mutlu oluyorum. O zaman çok korkuyorum sevinçten çığlık atarım da gürültü olur,
annem ölür diye…”

 

O küçük bedeniyle ne kadar
büyük bir görev üstlenmişti. Kaçımız, en konuşkan, en geveze çağımızda
kendimizi susturmayı başarabiliriz ki? Kaçımız, bir dondurma alındığında bile
sevinç çığlıkları atabilecekken, bu yoğun duyguyu bastırıp susmaya devam
edebiliriz ki? Kaçımız?

 

Bu kadar sevilmek… Bu kadar
değer verilmek…

 

‘Senin
yüzünden’ demeyin çocuklarınıza

 

Yapmayın ne olur! …
Çocuklarınızın küçücük omuzlarına, ağır yükler yüklemeyin. Onların akılları da
büyük, yürekleri de kocaman…

 

Ne olur başınız da ağrısa, bir
bardak da kırılsa, eşinizle de kavga etseniz; “Senin yüzünden böyle oldu”
demeyin…

 

Zaten aslında hiçbiri çocuğunuz
yüzünden değildir. Aslında hiçbir şey, hiçbir zaman, bir başkası yüzünden
değildir, sebebi yine kendimizizdir. “Senin yüzünden!” Demeyin çocuklarınıza…

 

Hele hiçbir zaman “Senin
sayende” demiyorsanız, “Senin yüzünden” de demeyin hiçbir zaman…  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.