Kız çocuklarını gömersek, bu sorun hallolur mu?

 

08 Mart 2018 17:40
Kız çocuklarını gömersek, bu sorun hallolur mu?





  İslamiyet'in
doğuşundan önce Arap yarımadasında
kız çocuklarının diri diri gömülmesi uygulamasının olduğu bilinir. Bu korkunç
uygulamayı ortadan kaldıran İslamiyet'i, başta Müslümanlar olmak
üzere her vicdan sahibi şükranla selamlar. İslam dünyasında, bu uygulamaya ait
anlatıya, büyük bir hüzün ve nefret eşlik eder. İlk İslam toplumunun bazı
önemli isimlerinin de geçmişte geleneğin ağırlığı altında bu suça iştirak
ettikleri anlatılır. Bu türden anlatılar, İslamiyet'in, insanların çarpık
anlayışlarını nasıl tadil ettiği ve İslamiyet olmaksızın insanlığın sapıklıkta
ne kadar ileri gidebileceğine dair güçlü bir örnek olarak anlatılagelmiştir.

Bugünden bakıldığında nasıl olup da insanların kendi
yavrularını böyle vahşice öldürebildiklerini anlamak asla mümkün olmasa da
bunun sebebine dair belli açıklamalar yapılmaktadır. Başta geçim sıkıntısı
olmak üzere zikredilen sebepler arasında en dikkat çekici olanlardan biri de o
günün dünyasında cari olan sapkınca şeref anlayışıdır. Buna göre; İslamiyet'in
ortaya çıktığı 7. yüzyılda Arap yarımadasında hâkim olan toplumsal yapı tam
anlamıyla anomik bir yapıydı. Kanun koyma ve uygulama, adaleti temin etme
mekanizmaları aşınmış ve toplumsal ilişkilerin temeline anarşi oturmuştu. Arap toplumunda
kabile sistemi hâkimdi ve kabilenin bir üyesinin haklarına yapılan bir tecavüz,
bütün kabileye karşı işlenmiş olarak kabul ediliyordu. Anarşik bir düzenin
hüküm sürdüğü bir dünyada bunun anlamı, bitmeyen kan davaları ve yıllarca süren
savaşlar demekti. Arap toplumu neredeyse bütün enerjisini savaşlarda
tüketiyordu.

Savaş sebeplerini azaltmak için Arap toplumun bulduğu
yöntemlerden biri olarak, kız çocuklarının aileleri tarafından diri diri
toprağa gömülerek öldürülmeleri geleneği ortaya çıktı. Zira anominin olduğu bir
dünyada kadınların kaçırılmaları, tacize ve tecavüze uğramaları önüne
geçilemeyen bir suçtu. Böyle bir şey her yaşandığında kabilenin erkekleri
şereflerine leke sürüldüğü için savaşmak durumunda kalıyorlardı. Tıpkı erkek üyelere
yönelik herhangi bir tecavüz gerçekleştiğinde olduğu gibi. Ne var ki erkek üye
aynı zamanda savaşçı anlamına gelirken, kadın üyeler yalnızca savunulmaları
gereken gereksiz bir yük gibi görülüyordu. Sayılarının artması, kabilenin
şerefine yönelik olası tehditlerin artması anlamına geliyordu. Buna mukabil
kanun ve adaletin işlemediği her toplumda olduğu gibi kadın üyeler, erkek
üyelerden daha fazla saldırıya uğruyor ve kendilerini hemen hemen hiç
savunamıyorlardı.

O günün Arap aklı, kız çocuklarının sayısını sınırlı
tutarak kabilenin şerefini koruma ve savaşları azaltmaya çalışma şeklinde
korkunç bir uygulamayı hayata geçirdi. Çarpık şeref anlayışı, böylesine büyük
bir suçu Arap toplumu nezdinde haklı gösteriyor, adaleti tesis etmeye güç
yetiremeyen erkekler topluluğunun şerefi için, savunmasız kız çocukları kurban
ediliyordu.

İSLAM DÜNYASININ KADIN MESELESİ

Bu konuyu, Müslümanlar olarak, geçmişte kalmış bir
uygulama olarak gördüğümüzü biliyorum. Ne var ki bu uygulamanın ardında yatan
mantalitenin hayatlarımızda son iki yüzyıldır giderek daha fazla hâkim hale
geldiğini görmeden edemiyorum. Müslümanlar son iki yüzyıldır ağır bir yenilgi
ve gerileme halindeler. Toprakları talan ediliyor, zenginlikleri sömürülüyor,
tepelerine en gelişmiş silahlar, bombalar iniyor, insanları binlerle ve
durmaksızın katlediliyor, yurtlarından sürülüyor, dünyanın her köşesinde
kovuşturuluyor, gözaltında tutuluyor ve hapsediliyorlar. Bir topluluk olarak
düşündüğümüzde şerefimizin ayaklar altına alındığını düşünmüyorsak,
duyularımızın dumura uğradığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna karşın İslam
coğrafyasında ağır bir kadın sorunu hüküm sürüyor. İslamiyet'in hiçbir
kaidesinin canlı tutulamadığı, siyasal, sosyal, ekonomik bütün taleplerinin ayaklar
altında olduğu bir çağda, elinde bir parça güç bulunduran Müslüman erkeklerin
ve kadınların bir kısmının, İslam dünyasının sorunlarından bir biçimde
kadınları sorumlu gören çarpık bir bakış açısı içinde, oradan oraya
savrulduğunu görüyoruz. Kadınların şiddet kurbanı olmalarından, ekonomik,
sosyal alanda varlık göstermelerini günahlarla, takvaya uygun halin dışına
çıkmakla, İslamiyet'i taşıyamamakla ilişkilendirmeye varan anlayışlara kadar
türlü hallerle çepeçevre sarılmış durumdayız. Bu anlayışı temsil edenlerin,
Müslümanların şerefini kurtarmak için buldukları çare ise kadınların evlere
diri diri gömülmeleri…

EVLERE SIĞINMANIN CAZİBESİ VAR MI?

Oysa öyle vahşi bir dünyada yaşıyoruz ki… Evlerimizin
içlerine kadar giren sanal dünya, ellerimizden düşürmediğimiz akıllı telefonlar
ve bize nasıl yaşayacağımızı öğreten televizyonlarla, artık kimin evin içinde,
kimin dışında olduğunun belli olmadığı acayip bir zaman bu. Sosyal olarak
evlerine gömülmüş kadınların daha iyi Müslümanlar olacağını düşünenleri bir kez
daha düşünmeye davet ediyorum. Susmayan sohbet grupları, sanal sohbet odaları,
fotoğraf paylaşım siteleri, evlerin salonlarından gerçekleşen canlı yayınlar,
televizyonlardan evlerimize adeta akan yaşam tarzları ve online alışveriş
imkanlarının dünyasında, artık evlerin sokaklardan daha tehlikeli olma ihtimali
olduğunu düşünmeye başlamamız gerekiyor.

PROF. DR. HURİYE MARTI'YA TEPKİLER

Bu yazıyı Prof. Dr. Huriye
Martı hanımefendinin Diyanet İşleri Başkan
yardımcılığa atanmasını eleştiri konusu yapan ve bir kısmının gerçekten samimi
hislerle yapıldığını bildiğim eleştiriler yüzünden kaleme aldım. Bu samimi
eleştiri sahiplerinin, Müslüman toplumun yarısının kadın olduğunun, kadınların
da çözülmeyi bekleyen acil sorunları olduğunun ve bu makamdaki bir kadının bu
sorunların çözümünde ne kadar etkili olabileceğinin farkında olmadıklarını
düşünüyorum. Bu insanların, binlerce kişiyi içine alacak büyüklükteki pek çok
camide kadınlar için ayrılan yerlerin bazen baraka görünümlü, depo olarak
kullanılması adet haline getirilmiş, daha az temiz, basık, rutubetli ve bazı
durumlarda sekiz-on kişilik yerler olduğunu bilmediğini farz ediyorum.
Kadınların sohbet, irşad gibi ihtiyaçlarını gidermenin meşru tek yolunun evler
olduğu anlayışı yüzünden FETÖ gibi
yapıların ev, ev, apartman, apartman örgütlenerek toplumun kılcallarına
yürüyebildiklerini gözden kaçırdıklarına inanıyorum.

Bir tek kurum değil bütün kurumlar için geçerli olacak
şekilde kadın yöneticilerin yaygınlaşmasının, politika yapım süreçlerinin
kadınların bakış açısı ve iç görüleriyle zenginleşmesinin, topluma gerçek
anlamda dokunabilmenin tek yolu olduğunu fark edebilmelerini ümit ediyorum.
Kadınların, kurumların yönetiminde söz sahibi olmalarını itikadi bir sorun
haline getirmeden önce, buna dair temelsiz iddialarının bizzat tarih tarafından
ve gözlerimizin önünde çürütüldüğünü görmelerini istiyorum. Türkiye'de Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanı olduğu dönemde kurulan
TÜRGEV gibi, kadınların toplumsal yaşama katılmaları ve bunun için gerekli
bütün donanımı edinmeleri için çalışan kurumlarımız olduğunu biliyorum. İslam
dünyasında uzun süredir unutulan bir geleneği ayağa kaldırmaya çalışan böylesi
uygulamaların sayısının artmasını isterken, bu tür uygulamalara şüphe ile bakan
insanlara bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.

Evet, sosyal hayata çıkmanın kadınları türlü
imtihanlarla baş başa bıraktığını, kadınlar için evleri sığınak olarak
görenlerin, en azından o zaviyeden gelecek sıkıntıları çözmeyi umarak bunu
yaptıklarını kabul ediyorum. Fakat bunun, erkeklerin imtihanından farklı
olduğuna da sosyal hayata çıkmamanın imtihanlarından daha büyük olduğuna da
inanmıyorum. Öte yandan kadınlar sosyal hayata çıkmadığında meydan okumalar
olduğu yerde, belki de daha ağır şekilde duruyor. Şu halde, kadınların sosyal
hayata çıkmaları, erkeklerle iş birliği içinde işleri yoluna koymak için
çalışmaları, buna uygun Müslümanca usuller geliştirilmesi neden değerli ve
Müslümanca bir çaba olarak görülmüyor? "Mümin erkekler ve mümin kadınlar
birbirlerinin velisidir" ayet-i kerimesinin, yolları hiçbir şekilde
kesişmeyecek iki cins için indirilmiş olması mümkün olabilir mi?  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.