Günün her saati
kendi içinde ayrı ayrı güzellikleri beraberinde getirirken “boş zaman
müşterisi” olmadan her yeni günün kıymetini bilmek gerekir.
İşte yeni günün ilk
ışıkları…
Zaman mezarlıklara taşınamadan elimizden uçup gitse de her yeni
gün yeni hediyelerle geliyor önümüze.
***
Gecenin, şehirlerin üzerine karanlıkları bir yorgan gibi çektiği
demlerde sessizliğin terapisi başlıyor bîtap düşmüş ruhlarımız için.
Dur ve kulak ver zamanın
kalbine…
Belki acı gelir, seni bulur ve diriltir ruhunu, en onulmadık bir
anda.
***
Sen sıcak yatağında uyurken
kim bilir hangi kırık elektrik kablosu, tavanı damlayan kaç derme çatma evi
karanlığa mahkûm etti. O evlerde titreyen kaç kenar mahalle çocuğu, senin deliksiz
uykularına doyamadığın gecenin sabahına çıkmak için yakarışlar içindeydi.
***
Gün doğumda pencerenden içeri giren güneş ışıklarıyla derin bir
nefes alır gibi çekiyorsun içine yeni umutları… Sanki yeniden doğuyor kâinat ve
tazelenmiş ruhların, avuç içine bırakılıyor yeniden yazılmaya hazır tertemiz
sayfalar.
İster kırık dökük şarkılar düşür o sayfaya, ister gaflet ve
delalet içinde karalama resimler çiz. Ama şunu iyi bil ki, bir kâğıt müsveddesi
değil hayat. O sayfaya düşürdüğün her harf ve kelimenin bir çetelesi var.
Ve tutulunca siyahtır çetele…
***
Bak işte öğle vakti… Güneş burcunda şimdi… Köşe bucak aydınlattı
bütün evreni… Sabahın mahmurluğu dağılıp yerini günün telaşesine bırakırken
adımların gittikçe hızlandı.
Yetiştirecek ne çok işin var?!
Unuttun geceden biriktirip de
gönül terazisinde tuttuğun her şeyi…
Yaz bakalım deftere gün artığı müsveddeye dönen hayatından geriye
ne kalacak?
Yazdıkların kayda değerse
eğer, zaman seni de belki, uçsuz bucaksız bir denizde sahibini bekleyen bir
şişeye tıkacak.
Değilse tıpkı diğerleri gibi senden geriye de rüzgârda savrulan
takvim yaprakları kalacak.
***
Güneş batıya doğru göç ederken günün yorgunluğu sarıp sarmalamaya
başlıyor hemen her şeyi. Sağa sola koşturan insanların sesleri artık daha
derinden duyulur olmuştur.
Bir şehrin gümbürtüsünden, her
yerde bir parça ses vardır ne de olsa kulakları delen.Kimsenin kimseyi artık
işitemez olduğu bu saatlerde derinden bir imdat sesi yükselir. Fakat sesler bir
biri içinde boğulurken modern zamanların kalabalık yalnızları bir birine yardım
eli uzatmaktan acizdir.
Kıyamet çığlıkları arasında kalırsın öyle bir başına…
***
Ufukları dolduran bir kızıllık belirir sonra… Gün batımı renkleri
doldurmuştur etrafını…
Artık adımların yavaşlamaya başlar. Çünkü akşamın dingin sularında bir geminin
limana yanaşması gibi çekilirsin yuvana, dışarıda ki bütün hengâmeyi arkanda
bırakarak.
Her şeye ve herkese inat akşamlar her günün sonunda tutar elinden
ve seni en sevdiklerinle buluşturur.
***
Eskilerin deyimiyle “zaman bir su gibi akıp gider”... Günün
her saati kendi içinde ayrı ayrı güzellikleri beraberinde getirirken “boş zaman
müşterisi” olmadan her yeni günün kıymetini bilmek gerekir.
Yazımızı küçük bir kıssa ile bitirelim.
Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri, bir pazaryerinde, elindeki buzu
eritmeden satabilmek için telâşla “Sermayesi tükenen adama yardım edin!” diyen
bir buz satıcısını görünce düşer, bayılır.
Kendine geldiğinde etrafındakilere sebebini şöyle açıklar:
“Eriyen, buz değil,
ömrüm idi!”
31 Mart 2018 14:03