İslâm ve koruyucu ailelik

 

31 Mart 2018 13:54
İslâm ve koruyucu ailelik




SETA, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı koruyucu ailelik konusunun güncel bağlamını analiz eden Dezavantajlı Çocukları Topluma Kazandırmak: Türkiye'de Koruyucu Ailelik isimli bir analiz yayınladı.[1] Kimsesiz ve muhtaç çocukları korumak dün de önemli bir konu idi, bugün de önemlidir.


  İslam dini fakirlerin, zayıfların,
mazlumların, ezilenlerin, aşağıdakilerin, yetimlerin ve öksüzlerin
korunup kollanmasını evrensel bir hedef olarak Müslümanların
önüne koyar.

Korunmaya muhtaç çocuklar bunların en önemlisidir.
Nitekim 22 ayet-i kerimede yetimlerin korunup gözetilmesi emredilmiştir.
Yetimlere kötü davranılması (en-Nisâ 4/36, ed-Duhâ 93/9) açıkça kınanmış,
onların korunması yaşam şartlarının iyileştirilmesi teşvik edilmiştir
(el-Bakara 2/215, 220; en-Nisâ 4/8; el-İnsân 76/8; el-Beled 90/15). Dinimiz
yetim malı yemeyi büyük günahlardan saymakta ve bunu yapanların azaba müstehak
kişiler olduğunu bildirmektedir (en-Nisâ 4/2, 6, 10). Hz Peygamber yaşamıyla bu
konuda da örnek olmuş ve "Yetimi koruyup gözetenle cennette böyle yan yana
olacağız" buyurmuş ve yetimin başını okşayan kimseye her saç teli kadar
sevap verileceğini bildirmiştir (Müsned, V, 250; Ebû Dâvûd, "Edeb",
121).

Dinimizde sadaka ve zekat bu
kesimlere yardım için vaaz edilmiş dini vecibelerdir. Bunun dışında yetim ve
öksüzler için kurulan vakıflar bulunmaktadır. Özellikle Osmanlı Devletinde
vakıf uygulamaları arasında yetimlerin barındırılması amacıyla kurulan "dârüleytâm" uygulaması
da bulunmaktadır. Bu kurumlarda kimsesiz çocukların her türlü ihtiyacı
karşılanmaktaydı.[2]

Dinimiz yetimleri ve korunmaya muhtaç çocukları güzelce
yetiştirmeyi toplum üzerine bir vazife olarak görür. Bunun yerine gelmediği
durumda bu görevin devlet tarafından veya devletin denetiminde koruyucu
ailelerle ya da kurumlarla yerine getirilmesi gerektiğini ifade eder.

Müslüman toplumlar klasik dönemde, tarım toplumu
şartlarında kimsesiz ve himayeye muhtaç çocuk sorununu çözmek için koruyucu
aileye benzer uygulamalar yapıp geliştirmişlerdir. Müslüman
aileler toplumlarındaki korunmaya muhtaç çocukları, yetimleri, öksüzleri veya
bulunmuş çocukları korumaları altına almışlar, besleyip büyütmüşler ve güçleri
yettikleri miktarda eğitip ailelerine ve toplumlarına kazandırmışlardır.
Nitekim bu uygulamalar İslam hukuk tecrübesine
de yansımış ve koruyucu aile uygulamasına benzer uygulamalar kavramsallaştırılıp
kurumsallaştırılmıştır. Bu konu fıkıh literatüründe hidâne, lakit ve velâ/
muvâlât akdi başlıkları altında değerlendirilip
kurumsallaştırılır. Hidâne korumaya muhtaç küçük çocukların güzelce
yetiştirilmesi, korunması ve eğitilmesi için devletin belli şahıslara tanıdığı
hak, yetki ve sorumluluktur. Lakit ise, bulunmuş çocuk ve bununla ilgili ahkamı
ele alan fıkıh bölümünün adıdır. Fakihlerin bu konuyu işlemelerinin esas gayesi
himaye edeni bulunmayan kaybolmuş çocuğun himaye altına alınması, yetiştirilmesi
ve eğitilip topluma kazandırılmasıdır.[3] Velâ ise fıkıh terimi olarak âzatlıktan veya muvâlât
sözleşmesinden doğan hükmî akrabalık bağını ifade etmekte olup, bulunmuş veya
korunmaya muhtaç çocuklar bu kurum üzerinden himaye edilmiştir. Kökleri İslâmöncesi Arap toplumunda bulunan velâ kurumu
yeni düzenleme ve dönüşümlerle İslam sonrasında da işletilmeye devam edilmiş,
böylece korunmaya muhtaç çocukların ve azatlıkların İslâm toplumunda korunma,
güvenlik ve eğitilme imkanlarına kavuşması sağlanmıştır[4].

İslam hukukunda alternatif bu kurumların mevcut
olmasından ve nesebi koruma, varislerin miras haklarını muhafaza altına alma,
mahremiyetle ilgili dini bazı hassasiyetlerden dolayı evlatlık kurumu ağırlıklı bir çözüm olarak öne çıkmamıştır. Buna
rağmen İslâm ve özellikle Türk hukuk tarihinde evlâtlık kurumu zaman zaman
koruyucu aile tarzında, bazen de hukukî sonuçlarından mahrum fiilî bir evlâtlık
şeklinde sınırlı olarak varlığını sürdürmüştür. Diğer uygulamalardan farklı
burada en temel sorun evlatlık çocuğa anne ve babanın ölümünden sonra mal ve
mülkün aktarımıdır. Bu sorun şöyle çözülmüştür: Malların evlatlık çocuğa
aktarımı miras hukuku üzerinden değil vasiyet hukuku üzerinden gerçekleşmiştir.
Bu noktada evlât edinen kişi başka mirasçısı yoksa mallarının tamamını, varsa
üçte birini evlâtlığına vasiyet edebilmektedir. Üçte birden fazlası için
mirasçıların muvafakati şart görülmüştür.[5] Dini normlar ile büyütülen çocuğun
geleceğini garanti altına alma ilişkisi bu şekilde çözülmüştür.

İslam dini açısından koruyucu ailelik hiçbir şekilde
evlatlık müessesi değildir. Günümüzde Türkiye'deki uygulamalarda da
"evlatlık süreci" koruyucu ailelikten farklıdır. Koruyucu aileler
çocukla aralarında ünsiyet, sevgi ve bağlılık oluştuktan sonra evlatlık
sürecini başlatmaktadırlar. Koruyucu ailelik daha çok Müslümanların tarihsel
uygulamalarındaki hidâne, lakit ve velâ/
muvâlât akdine benzemektedir. Ayrıca meselenin geçirdiğimiz
toplumsal dönüşümle de yakından ilişkisi bulunmaktadır. Dün olduğu gibi bugün
de çocuğun, çocuk sevgisini yaşamak isteyen ailelerin ve toplumun maslahat ve
menfaatlerinin analizi yapılarak bu konuda İslam hukuku çalışmalarının
geliştirilmesi bir ihtiyaçtır. Görüldüğü üzere Müslüman alimler Hz. Peygamberi
modelleyerek İslam'dan önce var olan sosyal ve hukuki kurumları alıp belli
düzenlemelerle kendi sosyal sorunlarının çözümünde istihdam etmişlerdir.
Bugünün fakihlerine, Müslüman düşünürlerine ve bürokratlarına düşen görev de
kendi toplumsal sorunlarını gözlemleyip analiz ederek, diğer toplumların da
tecrübelerinden istifade ederek tarihsel süreklilik içerisinde uygun çözümler
bulmaktır  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.