Geçen ayki yazımızda hayırlı uğraşılarla vaktimizi programlamaktan ve bize
Rahman olan Allah’ın verdiği yetenekleri O’nun uğruna seferber etmekten
bahsetmiştik. Bu hayırlı uğraşıları farz ve nafile ibadetler, her güne özel
500’lük tesbihat, tefekkür, Kur’an okuma, ayet ezberi, kitap okuma, insanların
hidayetine vesile olacak hayırlı çalışmalarda bulunma şeklinde sıralamıştık.
Günün belirli vakitlerinde bu uğraşıları yaptığımız taktirde, 24 saatimizin
tamamını ibadetle geçiriyor sayılacağımızdan bahsetmiştik.
Geçen ayki yazımızda hayırlı uğraşılarla vaktimizi programlamaktan ve bize
Rahman olan Allah’ın verdiği yetenekleri O’nun uğruna seferber etmekten
bahsetmiştik. Bu hayırlı uğraşıları farz ve nafile ibadetler, her güne özel
500’lük tesbihat, tefekkür, Kur’an okuma, ayet ezberi, kitap okuma, insanların
hidayetine vesile olacak hayırlı çalışmalarda bulunma şeklinde sıralamıştık.
Günün belirli vakitlerinde bu uğraşıları yaptığımız taktirde, 24 saatimizin
tamamını ibadetle geçiriyor sayılacağımızdan bahsetmiştik.
Peki, bu ibadetleri yaparken; bütün organlarımızla beraber yoğunlaşabiliyor
muyuz? Bir coşku ve şevk hissedebiliyor muyuz? Okuduklarımız zihnimizde ve
kalbimizde bir anlam ifade ediyor mu? Yoksa bir odaklanmama, unutkanlık,
algılama zayıflığı, dikkat dağınıklığı ve kavrama problemi mi yaşıyoruz? Bu
ibadetleri yaparken kafamızda gereksiz, faydasız düşünceler mi kol geziyor?
Eğer işler bu boyuttaysa bu durum bizim o ibadetten, okumadan nasiplenmemize
engel olacaktır. Üstelik yapılan hayırlı uğraşılar bir yüke, kambura, külfete
dönüşecektir. Böylece ortada sadece zihinsel ve bedensel bir yorgunluk kalıp
ruhumuz yine gerekli vitaminden yoksun kalacak bu da bizi zihinsel
karmaşalardan ve bulanıklıklardan sıyırmaya yetmeyecektir.
Peki, bu hayırlı işlere tüm duyu organlarımızla nasıl odaklanacağız?
Öncelikle o ibadete yoğunlaşmadan önce kafamızdaki düşüncelerle mücadele edip
zihnimizi o an yapacağımız hayırlı işe hazırlamalıyız. En önemli işimiz olarak
o an yapmaya hazırlandığımız işi görmeliyiz. Eğer halen odaklanamıyorsak bu
bizim zihnimizin ve ruhumuzun şeytanın eline esir düştüğünü gösterir. O halde
zihnimizi ve ruhumuzu şeytanın ve hazlarımızın işkencesinden kurtarıp
özgürleştirmek için iyi bir gusül abdesti aldıralım. Yani Euzu besmele çekelim.
Eğer ki şeytanın istilası kuvvetliyse defalarca çekelim. Daha sonra hayırlı
uğraşımıza Yaradan Rabbin adıyla, O’nun rızası için başlayalım. Niyetimiz
rızayı ilahi olursa o uğraşılar, bizi miraca yükselten bir merdiven olacaktır
inşallah…
Yaptığı işlere odaklanamayan ve kafalarından gereksiz düşünceleri atamayan
insanlar, ezberleseler dahi ne okudukları kitaplardaki bilgilerden, ne de
yaptıkları ibadetten nasiplenebilirler. Bu da kişinin yaptığı hayırlı uğraşıyı;
severek, isteyerek yapmayıp kendisini zorunlu hissettiği için yaptığını
gösterir. Tabi bu da doğal olarak yapılan işin kalitesini düşürecektir.
Kafamızın arka kısmında beynimizi besleyen altı tane ana damar mevcuttur. Bu
damarlar, biz zihnimizi ayet ezberleriyle ve ilimle meşgul ettiğimiz zaman daha
aktif çalışır. Kan dolaşımı daha da hızlanır. Bu da beyin hücrelerinin artışını
sağlar. Ezber ve okuma, zihne yaptırılan en iyi egzersizdir. Tabi bu, biz
okurken okuduklarımız üzerinde tefekkür edip; kafamızda bir canlandırma
yaptığımızda mümkündür. Sırf okumuş olmak için okursak kitaplık dolusu kitap
okuyalım; beynimiz aktivite kazanmayacak ve anlama, kavrama, algılama problemi
çözülmeyecektir.
Okuduklarımız üzerinde tefekkür etmek, bilgiye yoğunlaşmak,
beynimizdeki o kullanılmadığından kapanan odacıkları kullanıma açacak; bu da
idrak ve üretme kabiliyetimizi geliştirecektir. Allah’ın
ayetlerini okurken Allah’ın Resulü (s.a.v)’nün ağzından duyar gibi okumak,
oradaki mesaj üzerinde düşünmek, o an o hadiseyi, o olayı hayalimizde
canlandırmak, duygusal bir atmosfere bürünmek… O heyecanı ve coşkuyu hissetmek
gerçek anlamda okuma işini yapmak demektir.
Yine hadisleri okurken tıpkı Allah Resulü’nün önünde diz çökmüş sahabelerden
biri de bizmişiz gibi sükûnetle, teslimiyetle, o anı yaşamaya çalışarak, idrak
etmeye, anlamaya çalışmalıyız. Bu bizim üretkenliğimizi arttırıp kapasitemizi
geliştirecektir. Üstelik ezberden ibaret olan okuma stili bize enerji
vermeyecektir. Bize enerji veremeyen ibadetler ve okuyuşlar başkasına nasıl
enerji verecektir ki? Kendimizin dahi etkilenmediği, hissetmediği, coşmadığı,
heyecanlanmadığı bir bilgiyi başkasına aktarırken ne kadar etkin olabileceğiz?
Ne kadar enerji verebileceğiz?
Üstelik yaptığı işe yoğunlaşan, titizlik gösteren insan işini önemsiyor
demektir. İnsan yaptığı işlerdeki hareketi, coşkuyu, hissiyatı kaybettiği anda
o iş ona sıkıntı, zahmet ve külfet olmaya başlar. Bu iş ibadet dahi olsa sadece
kamburu kalır. Hâlbuki yoğunlaşmak ibadetin ardından bize hedefler belirleyecek
ve bize yol haritası çizecektir. Her hayırlı uğraşının ardından zihin ve ruh
ufkumuzda yeni bir sayfa açılacaktır…
Hele o namazda okuduğumuz “Subhane Rabbiyel a’la” tesbihatıyla Allah’ı tüm
eksikliklerden tenzih etmek… O’nu her şeyin üstünde bilmek… Âlemlerin Rabbi
olan Allah’a her rekâtta hamd ederken, bedelini ödemediğimiz halde bize
verilenler üzerinde düşünmek, şükürdeki acizliğimizin farkına varıp kulluğumuza
odaklanmamızı sağlayacaktır.
Tahiyyatla şu yeryüzündeki tüm mahlûkatın ibadetlerini, o mahlûkatın üzerine
seçilmiş bir halife olarak Allah’a arz etmek... Bize emanet edilen bitkileri,
hayvanları, havayı, suyu, yeryüzü firavunlarının ifsad edişlerinden
koruyamadığımız için, hakkıyla sahip çıkamadığımız, tahrip oluşuna göz
yumduğumuz için ıstırap duyarak Rabbimize yönelmek... Şu yeryüzünün ve insanlığın
zalimlerin ellerinden kurtuluşu için dua etmek, bu uğurda yapabileceklerimiz
üzerinde düşünmek... Bunun ancak canı, malı ve evladı Allah yolunda seferber
etmekle mümkün olanağının idrakine varmak... Bize yüklenen o halifelik
makamının sırrına ermeye çalışmak, okuduğumuz tahiyyatı gerçekten idrak ederek
okumuş olmak demektir. Yoksa hissetmeden okunan tahiyyat bize bir anlam
yüklemeyecektir.
Hele o firavunların tahribatından bahsederken; Allah’ın Resulü (s.a.v)’nün,
ahir zamanda zalimlerin İslam beldelerini işgallerini sahabelere anlatırken ki
sahneyi bir canlandıralım zihnimizde…
Allah’ın Resulü, şu içinde bulunduğumuz zulümlerden bahsederken sahabelerden
bir tanesi; “Ey Allah’ın Resulü! Zalimler evlerinde oturan mü’minlere zarar
verebilecekler mi?” diyor. Allah Resulü de “Evet zarar verecekler, hatta
yuvalarındaki kuşları bile katledecekler” diyor.
Sahabeler bu soruyu sorduklarında ne fosfor bombaları, ne atom bombaları, ne
makinalı tüfekler vardı şu yeryüzünde. Zalimler sırf zulmetmek için her gün
daha modernini üretiyorlar şimdi. Allah Resulü bu sözü söylediğinde acaba
sahabe ne anlam vermişti; yuvadaki kuşu bile katledecek kadar insani
değerlerini kaybeden zalimler için. Eğer ümmetin şu hali onlara 1450 yıl önce
gösterilip; “İşte 1450 yıl sonra ümmetin ve yeryüzünün hali bu olacak”
denilseydi herhalde gözlerinden yaş değil kan akardı. Bizim için yalvar yakar
dua ederlerdi Allah-u alem..
İbadetlerdeki okuduklarımız üzerinde düşünüp kafa yormak bizi öyle bir
programlayacaktır ki; eksiklik ve kusurlarımız üzerinden kendimizi tamir yoluna
götürecektir. Bunun için tüm duyu organlarımızla beraber okuduklarımıza adapte
olmamız gerekiyor. Ruhumuzun ve yüreğimizin ibadetlerdeki söylediklerimize,
ağzımızdan dökülen her bir harfine ihtiyacı var. Ruhumuzu ve yüreğimizi
bunlardan mahrum edip aç bırakmak, şeytanın ve hazlarımızın elinde esir
etmektir.
Gelin kurtuluşumuz için manaya inip cevheri elde edelim! İşte o zaman elde
ettiğimiz enerjiyle ümmet olarak yeniden ayağa kalkacağız inşallah...
24 Mayıs 2018 18:44