Bismihi Teâlâ
Yaratana
kul olmakla emrolunduğumuz şu küreyi arzda; aslında her solunan nefesle, her
doğan güneşle yani her an Yaratana yakınlaşmak için birer fırsattır. Fakat bazı
anlar var ki, sevgiliye varmak için adeta seçilmiştir. İşte bunların en başında
gelen: Mübarek Ramazan ayıdır. Rabbimize hamd olsun ki bir kez daha bu şerefli
mevsime kavuştuk. Kim bilebilir ki önümüzdeki yılda kimler olacak, kimler
olmayacak...Geçen yıl aramızda olup da bu yıl yoklar!..
Ramazan
berekettir… Rahmettir… Sıhhattir… Tefekkürdür… Arınmadır… Öyle şerefli bir ay
ki eşi dengi yoktur. Şimdi burada durup hakikaten tüm benliğimizle kendi
kendimize soralım: Ramazana bakışımız nedir? Ne şekildir? Nasıldır? Bu
şekilde soru yumağı ardı ardınca devam ettirilebilir.
Ramazana
bakışımız eğer salt bir açlık ve susuzluktan ibaretse; herhangi bir canlının
ağzına da gem vurularak yemeden içmeden kesilebilir… Tutumumuz bu ise ramazanın
bize bakışı ne acaba?
Tutumumuz
sırf perhiz yapmak ise doyumsuz mide, yolunu bulup; yememenin, içmemenin
faturasını ağır şekilde ödetebilir. Sormazlar mı; bu ne perhiz be ne tarhana
turşusu diye?!
Bakışımız,
aslında niyetim yok tutmaya ama işte… Ya deseler… gibi şeytana şapka
çıkartırcasına sözde uyanık kisvelerle ise, bu kadar ıkınmaya, tıkınmaya,
sıkınmaya hacet var mı?!
Bakışımız,
bir aylık Müslüman tiplemesi olarak formata dayalı bir hal ise; Yahudi
tacirliğinden farkı var mı bu şekil anlayışın?!
Eğer
halimiz gündüz oruçlu, gece ise her türlü harama, günaha bulaşma şeklinde
tezahür edecek şekilde cereyan ediyorsa bu şekil sahtekârlıkla kimse bir yere
varmış mı..?
…
Velhasıl;
ameller, işler, eylemler niyete göredir. Niyet bozuksa amel de fasit olur. Bu
biraz da şuna benzer suyu cam şişeye koyarsanız parıldar, termosa koyarsanız
uzun ömürlü kalır, plastik bir kaba koydunuz mu uzun süre geçmez kokar, tadı
bozuk çalar.
Onun
için Rahman'dan bize arınma vesilesi
olarak sunulan orucun/ramazan olgusunun muhtevasını teferruatlıca irdelememiz
gerekmez mi? Alıcı verici cihazlarımızı zinde tutmamız gerekmez mi? Gönlümüzü,
zihnimizi parlatmamız çok mu güç?
Öncelikle
bu mektebin bir talebesi olmak için karar vermek gerekir. Sonrasında amaç ve
gaye edinerek bu mektepten tedrisat göreceksin kardeşim, ey biçare nefsim!..
Fecirden mağribe kadar açlıkla, elini dilini münkerattan sakındırmakla öyle ram
olursun ki; nefsin heva ve hevesini etkisiz hale getirirsin ki; açıkça büyük
şeytana meydan okursun.
Küçük
bir bebe acıktığında aklına ilk olarak validesi gelir. Zira rızkın kaynağı
olarak onu bilir o sebi. Zira zahirde kendisine tecessüm eden mürebbisi
annesidir. Dolayısıyla onla huzur bulur, onla kendini emniyette görür… İşte
sair zamanlarda verilen nimetler için bir sınır yokken, oruçla bu kısıtlamanın
gizemi sorgulandığında müthiş hislere, hallere gark olunmaz mı? Kundaktaki bebe
gibi Rabbini, sahibini algılama kapasitesini daha da arttırmaz mı..? İşte
Rabbimizin nefse,''Ben kim sen kimsin'' esprisindeki
hakikate varır şuurlu insan. Açlıkla terbiye edilince nefis,''Sen
Rabbimsin ben de senin kulunum'' kutsi hadisteki hali idrak
etme doygunluğuna erişir.
‘'Başı rahmet, ortası mağfiret,
sonu cehennem ateşinden kurtuluş'' şeklinde nitelendirilen
mübarek ay; mahiyeti anlamakla azami derecede istifade edilebilir. Yoksa
monoton şekilde geçirmekle yazık edilir… Yani oruçla, Kur'an'la, ibadetlerle yaşandı
mı hadisi şerifteki ilahi ikrama mazhar olmak büyük ihsan olsa gerek…
Kalın sağlıcakla
27 Mayıs 2018 18:16