Kocasının ahlaki güzelliklerini fark edemeyip hep yanlışıyla uğraşan
kadınlar, kocasının iyi yönlerini göstermesine engel oluyorlar. Böylece koca,
kötü yönlerini düzeltme çabasına da girmiyor.
Eşimiz ve çocuklarımızın başarılarını, çabalarını, emeklerini fark edip
memnuniyetimizi dile getirmek ve içine tebessümünü karıştırıp (harmanlayıp)
takdim etmek… Sonuç mu? Bundan daha iyi psikoterapi yoktur. İnsanı motive
etmekte zirvedir. Ancak alçakgönüllü davranmayıp enaniyeti ayaklar altında
ezerek yapılabilecek bir davranıştır.
Bizler, ailemizde olmayan insanlardan güzel bir davranış veya ikram görünce
memnuniyetimizi ifade edici sözler söylüyoruz da; iş, ailemize gelince bu bize
ağır bir yük gibi geliveriyor. Hâlbuki en yakınlarımızın moralleri bizim için
çok daha önemli olmalı ve ruhlarını aç bırakmamalıyız. Hem güzel davranışların
devamı için mutlaka takdir etmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz...
Örneğin evlatlarımız ev işlerinde bize yardım ettiklerinde, güzel bir iş
yaptıklarında; mutlaka yüreklerinde bizleri memnun etme düşüncesi bulunur.
Onlara söyleyeceğimiz bir “Allah razı olsun” ifadesi ruhunu doyurup güzel
duygularla donatacaktır. Bir annenin evladından memnun olması, Allah (c.c)`ın
kulundan memnun olması, birbirini zincirleme takip edecektir inşallah.
Maalesef bizler başkalarından esirgemediğimizi en yakınlarımızdan
esirgeyip hep bir memnuniyetsizlik içindeyiz! Evimize gelen bir
misafir bize bir şey getirince; “Niye zahmet ettin, hiç gerek yoktu” deyip
memnuniyetimizle beraber mahcubiyetimizi de dile getiriyoruz. Ama eşimiz eve
iki poşetle gelince sanki mecburmuş gibi davranıp elinden çöp poşetleri
alıyormuşuz gibi alıyoruz. Hâlbuki bir tebessümle beraber; “Allah razı olsun,
düşünüp getirmişsin. Tam da bu malzemelere ihtiyacımız vardı” türünden konuşup
memnuniyetimizi dile getirmek kim bilir onu ne kadar da mutlu edecektir. Bir
nevi tükenmiş olan şarjını onarmak için bir başlangıç olacak ve moral seviyesi
yükselecektir.
Fakat hayatından memnun olmayan, elde ettikleriyle yetinmeyip elde
edemediklerinin peşine düşen kadınlar, kocalarının takdir edilme duygularını aç
bıraktıkları için evde sorun çıkmasına neden oluyorlar! Çünkü
takdir açlığı ve memnun edememe, erkekte psikolojik sorunların çıkmasına neden
oluyor. Asık suratlı ve ters bir kişilik meydana çıkıyor. Bu defa adamda eve
karşı bir ilgisizlik, eve mümkün olduğunca geç gelme halleri başlıyor. Böyle
bir durumda kadın, kendi yaptığı hareketlerin farkına varmadan kocasını kötü
olmaya teşvik ediyor...
Hele ki kocasının ahlaki güzelliklerini fark edemeyip hep yanlışıyla uğraşan
kadınlar, kocasının iyi yönlerini göstermesine engel oluyorlar. Böylece koca,
kötü yönlerini düzeltme çabasına da girmiyor.
Şayet “Ne yaparsam yapayım kocamı memnun edemiyorum. Devamlı kusur arayıp beni
küçük düşürme peşinde. Onun için ne zahmetlerle yemek yapıyorum. Fakat ya
yemeğin tuzuna takılıyor ya da yağına. Böyle bir ahlaka sahip olan kocamı nasıl
takdir edip güler yüzlü olabilirim?” derseniz:
Değerli bacılar! Sakın bu davranışları yapmaya
itmeyelim eşimizi! Bizim devamlı memnuniyetsizliğimizin, şikâyetlerimizin, hiç
takdir etmeyişlerimizin eseri olmasın o tavırlar! Eksiklerine takılı kalmamız,
her şeyden alınmamız, devamlı gündeme getirmemiz eşimizi bu hale getiriyor
olabilir...
O halde işe önce kendimizi ölçüp tartmakla başlayalım. Kendi eksiklerimizi
tamir etmeye çalışalım. Ama önce enaniyetimizi ayağımızın altında iyice ezelim
ve alçakgönüllü davranmayı alışkanlık haline getirelim. Eşimizi, her yaptığı
güzel davranış ve emek verdiği işler için takdir edelim, memnuniyetimizi dile
getirelim. Mutlaka karşı taraftaki değişimi fark edeceğiz. Ama sakın sonucu
almakta acele etmeyelim. Güzel alışkanlıklar kazanmak ve kazandırmak için her
zaman sabır ve emek lazımdır. Biz başlangıcı yapıp anlayışı sermaye olarak
kullanalım.
Peki, “Ben bunları zaten yapıyorum. Fakat kocam değişmiyor, sürekli
memnuniyetsiz. Her şeyimde kusur arıyor, eleştiriyor” derseniz:
Öncelikle gerçekten bu davranışları yapıp yapmadığımıza dikkat edelim. Acaba
içinde bir asık suratlılık veya dilimizde bir sertlik mi var? Ters mi geliyor
konuşma şeklimiz?
Tüm bunlara rağmen düzelme yoksa onu olduğu gibi kabullenmek zorundayız. Aksini
yapmak, yani irdelemek, kabullenmemek evi cehenneme çevirmek demektir.
Ahlakındaki güzellikleri bir ön bilgi olarak kullanıp muhabbetimizi o
güzellikler dolayısıyla pekiştirelim. Kusursuz insan aramak; Allah (c.c)`a
eş-ortak aramaktır bir nevi! Bunu unutmayalım... Bu davranışları bir günde
kazanmayan eşimizi biraz görmezden gelelim ki, tadımızı kaçırmayalım. Mutlaka
olumsuz davranışlarında da bizim için hayırlar vardır. Belki zaaflarımızı bilen Rabbimiz bizi şımarmaktan, kibre ve
yanlışa kapılmaktan eşimizin bu hareketiyle koruyordur!
Devamlı takdir edilip memnuniyet ifadesiyle karşılaşmak, belki de bizde böyle
olumsuz sonuçlara sebebiyet verecektir. Bizler her olumsuzluğa "şer"
notunu vermeyelim. Rabbimiz mutlaka bir hayır murad eylemiştir. Üstelik bu
davranışlarından dolayı eşimizin üzerine çizik atıp kin gütmeyelim. Hele ki
tavır, aksilik, dik kafalılık hiç yapmayalım. Tevazu Rabbimizi sevindiren bir
davranıştır. Alçakgönüllü olalım...
Bir gün Mısır Çarşısı’nda suratı devamlı asık olan bir ibrik ustasına bunun
nedenini bir müşterisi sorar. Adam: “Ben yıllardır bu işi yaparım. İnsanlar
benim Türkiye`de bir tane olduğumu söylerler. Mesleğim bana çok iyi
kazandırıyor. Herkesin takdirini aldığım halde karımı bir türlü memnun
edemiyorum. Bana devamlı “Bula bula bu işi mi buldun. Başka iş mi yoktu?` deyip
işimi küçümsüyor. Bir türlü ona yaramıyorum” der...
İşte takdir açlığı, memnuniyetsizlik adamı asık suratlı bir hale getirmiş.
Hâlbuki yürekten iki kelime ile her şey düzelecek.
Üstelik bu takdir açlığı ve memnuniyetsizlik; çocukları da asileştiren,
asabileştiren bir davranıştır. Anne-babasından memnuniyet ve takdir alamayan
çocuklarda psikolojik sorunlar meydana geliyor. İleriki dönemlerde de kötü
alışkanlıklar olarak kendisini gösteriyor. Bizler devamlı eşimizi ve
çocuklarımızı motive etmeliyiz. Huzurumuz için bunu yapmalıyız. Hem dünya hem
de ahiret huzuru için...
Hem bizler nimetler içinde ve evimizde rahatça sabahlarken, güneş
binlerce sıkıntılı kadının üzerine doğuyor… Somali, Filistin,
Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde kadınların boğazlarına düğümlenen acıları
göz ardı etmeyelim! Yanaklarında gözyaşının, kalplerinde acı ve kederin eksik
olmadığı bu kadınları düşünelim…
Bizler sağlıklı ve her şeyimiz olduğu halde; milyonlarca kadın oralarda ya dul
kalmış, ya çocuğunu kaybetmiş, ya yaralı, ya kimsesiz bir halde hayatını devam
ettiriyor. Ne ilaç bulabiliyor, ne gıda ne de temiz ve rahat bir yatak. Hele bu
sıcaklarda Ramazan`da kendilerini serinletecek bir soğuk su, klima hiç
bulamıyorlar. Bizler tok, hür ve serbest olduğumuz halde, onlar acılar içindeler
ve özgürlükleri ellerinden alınmış. Evleri barkları ya yıkılmış ya da bırakıp
kaçmışlar. Bizler iftara çeşit çeşit yemekler hazırlarken onlar suyu ve ekmeği
zor buluyorlar.
Hele geçen Ramazan açlıktan her gün çocukları ölen bir kadına, bir televizyon
kanalı bu kıtlıkta oruca nasıl dayandıklarını sorunca kadın; “Biz ölsek de
(açlıktan) orucumuzu tutacağız” diyordu. Her gün kucaklarında, bebekleri
açlıktan can verdiği halde...
Hâlbuki bizim yanımızda nice eşyalar, nimetler, çoluk-çocuk, eş, ev, güç, kuvvet
varken, bizi mutlu edebilecek her şeye sahipken, hâlâ mutlu olmayı bile
beceremiyoruz. Bir türlü ailemizdeki bireylerden memnun olamıyoruz. Bir türlü
elde ettiklerimiz bizi tatmin etmiyor. Elde edemediklerimizin hüznünü
yaşıyoruz. Ailemizdekilerin güzel yönleriyle yetinip onlarla mutlu olmayı
beceremiyoruz.
29 Mayıs 2018 12:54