Tüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetiştirmek

 

17 Mart 2019 13:45
Tüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetiştirmek





  

Şükür; yüce Mevla’nın Kur’an-ı
Kerim’de defaaten sorduğu ‘Hâlâ şükretmez misiniz?’ sorusunun bizi çağırdığı
yaşam tarzının adıdır aslında… Fark etmeyi, akletmeyi, minnet duymayı, değerini
bilmeyi, yetinmeyi, paylaşmayı, infak etmeyi, acizliği, Allah’a duyulan
muhabbeti arttıran bir manadır bu. Çocuklarımızın yaratılıştan sahip olduğu
‘haz merkezli yönelimi’ dengelemek ve hazzın kaynağını ‘maddeden’ çıkarıp,
‘manaya’ yöneltmek için her yaş çocuğuna öğretmemiz gereken bir hakikattir.

Günümüz çağı ister teknoloji,
ister milenyum, ister altın çağ olarak adlandırılsın, tüm bu tanımları kuşatan
bir gerçeğimiz var ki; ismi “tüketim”. Büyük-küçük demeden hepimiz tüketiyoruz.
Zamanı, parayı, bilgiyi, ilişkileri, eşyayı, doğayı yavaş yavaş tüketiyoruz.
“Tüketim çağı”nın tüketen çarkı içerisinde o kıyafetten bu eşyaya, o oyuncaktan
bu sanal dünyaya doğru savrulup duruyoruz.

Konu çocuklarımız olunca da
durum böyle ne yazık ki… Hafta sonları “Havalar soğudu, dışarıda çocuklar hasta
olur, bir AVM’ye gidelim bari” diye başlayan cümleler, çoğunlukla
yavrularımızın tutturması sonucu oyuncakçılarda nihayet buluyor. “Almayacağım”
denilenler alınıyor, koyduğumuz sınırlar kaldırılıyor, gereksiz tükettikçe
içimizde can bulan ‘Haz Canavarı’ bir yaşına daha giriyor. Üstelik bu durumdan
ebeveynler olarak bizler mutsuz olduğumuz gibi, yeni aldığı oyuncağını henüz
daha açmadan bir diğeri için gözyaşı döken yavrumuz da çoğunlukla mutsuz
oluyor.

İşte bütün bu kısır döngülerin
içinde, uçsuz bucaksız çimlerde koşuşurken fark etmeden üzerine basıp
geçtiğimiz, kır çiçekleri misali ezdiğimiz bir mana var: “Şükür”

Çocuğuma şükretmeyi nasıl öğretebilirim?

Ben yapayım ki çocuğum da
yapsın: Nesiller boyu “Ben yapamadım, bari çocuğum yapsın” düşüncesiyle
yap(a)madıklarımızı evlatlarımızdan talep ettik. “Ben okuyamadım çocuğum
okusun, ben kitapları sevemedim çocuğum sevsin, ben televizyonu çok izliyorum
çocuğum izlemesin, ben doktor olamadım çocuğum olsun…” gibi cümlelerle yapıyor
olmanın sorumluluğunu üzerimizden atmaya yeltendik. Bunu yaparken de Kur’an-ı
Kerim’in ‘usvet’ül hasene’ –yani en güzel örnek- olarak tanımladığı
Peygamberimizin (sav) en önemli öğretisinin ‘örnek olmak’ olduğunu fark
edemedik.

Oysa pedagojinin temel
prensiplerinden bir tanesi; çocukların ‘kal’ diliyle değil, ‘hal’ diliyle
öğrendikleridir. Nitekim insan beyni duyduğunu “bilir”, gördüğünü “öğrenir”,
yaşadığını “içselleştirir”. Şükür konusu da biz ebeveynlerin ne noktada
durduğu, evlatlarımızın da ne noktada duracağının en temel tohumu gibidir.

Eğer biz sırf modası geçti diye
eşya değiştiren, markası/modeli için teknolojik gereçleri tercih eden,
giyebilecek on tane eteğimiz varken on birincinin derdine düşen, ‘ihtiyaca
binaen’ değil de ‘isteğe binaen’ alan, edinen ve tüketen yetişkinlersek,
çocuğumuzun da aynı yönde eğilimler gösterme ihtimali oldukça yüksektir. Yine
elimizde telefon varken “bırak artık şu bilgisayarı” diye çocuğa çıkışmak, o
diziden bu kadın programına “zapping” yapıp bir yandan da “bu zamanın çocukları
çok televizyon izliyor” diye dert yanmak pedagojik açıdan hiç doğru ve tutarlı
yöntemler olmayacaktır.

Bu noktada anne-babalar olarak
şu maddeleri hayatımıza geçirerek işe başlayabiliriz:

Zamanın şükrü, onu doğru ve
değerli kullanmaktır. Günlük planlar yapalım ve saatlerimizi televizyon, internet,
sosyal medya gibi boş aktivitelerle geçirmeyelim.

Yiyeceğin şükrü, onu israf
etmemek ve az yemektir. ‘En güzel diyet, sünnet’ sloganından yola çıkarak her
gün 1-2 çeşidi aşmayacak menüler belirleyelim. Çöpe kesinlikle gıda atmayalım.
Kalan yiyecekleri hayvanlara vererek, evlatlarımızda diğerkâmlık duygusunun
ateşini yakalım.

Eşyanın şükrü, onu görevi
doğrultusunda ve bozmadan kullanmaktır. Kırılan oyuncakları, bozulan eşyaları
hemen atmaya yanaşmayalım. Tamir etmeye gayret edelim. Tamir olmayacak eşyalarımızı
ise başka bir işte değerlendirmeye uğraşalım. Mesela; kırılmış bir tabağın
parçalarını porselen boyasıyla boyayıp değişik bir mozaik tablo oluşturalım.

Doğanın şükrü, ona zarar
vermemektir. Hayvanları ve bitkileri büyük bir hassasiyetle koruyalım. Evimizde
mümkün olduğunca canlı bitki bakalım. Onları sularken konuşalım, yapraklarını
sevelim, değer atfedelim. Böylelikle çocuklarımıza bizim dışımızdaki canlıların
bir şükür kaynağı olduğunu fark ettirelim.

Bedenin şükrü, sağlığımızı
korumak adına kararlı olmaktır. Hazır ve sağlıksız gıdalardan uzak duralım.
Teknolojik cihazların bedensel zararlarını unutmayalım ve hayatımızda
kapladıkları alanı sınırlandıralım. Erken yatıp erken kalkalım. Açık havada
yürüyüş yapalım, hayatımıza sporu katalım.

Azı karar çoğu zarar

Bizlerin çocukluğu -bırakın bu
kadar çeşit oyuncak olmasını- meyvelerden muzun bile lüks sayıldığı yokluk
yıllarıydı. Bugün çocuklarımızın sahip olabildiği birçok şey lükstü. Zaten
yoktu. Eğer varsa, muhakkak bizden büyük bir akrabamızdan bize kalmıştı ve
bizden sonra da kendimizden küçüklere devrolacaktı. Bu yüzden hoyrat
kullanılmaz, değeri bilinirdi.

Bugünün çocukları “kırılırsa
yenisini alırız” mantığıyla, varlığın imtihan olma halini yaşıyorlar. Bu
nedenle ellerindeki değerlerin farkında bile olamadan –yani şükrünü
yaşayamadan- har vurup harman savurabiliyorlar.

Bu noktada biz yetişkinlere
düşen şey, ‘istek’ değil ‘ihtiyaç’ odaklı hareket etmek… Çocuğum cep telefonu
istiyor olabilir ve hatta tüm arkadaşlarının telefonu olabilir. Lakin bir telefonunun
olması onun gerçekten ihtiyacı mı? Telefonu ne için kullanacak? Eğer ona
ulaşmam için bir telefon gerekiyorsa, bu telefon akıllı bir telefon mu olmalı?
Yoksa sadece arama özelliği olan basit bir model de bu ihtiyacını giderir mi?

Bu ve bunun gibi sorular
sorarak, gereğinden fazla alışverişin ve ihtiyacı aşan tüketimin önüne geçmeye
çalışmalıyız. Böylece elindekine şükretme ve bir şeye ulaşabilmek için sebat
etme, dua etme, gayret etme bilinçlerini evlatlarımıza kazandırmış oluruz.

‘Evde bir şey yok’ günü

İmam-ı Gazali ‘Ayda bir gün
evinizde hiçbir şey olmasın. Çocuklarınıza kuru ekmek verin’ der. Günümüz
ebeveynliği için bu öneri ne kadar ‘Ayy ben kıyamam yavruma’ gibi gözükebilse
de işin aslı, insanın en önemli haz kaynağı midesidir. Midesini kontrol altına
alan hazlarını da kolaylıkla yönetebilir. Bu gerçeği başta Peygamberler olmak
üzere pek çok zatın hayatının parçası kıldığı ‘riyazet’ ten ve her Müslümana
farz olan oruç ibadetinden açıkça görebiliriz.

Bizler de ayda bir gün kuru
ekmekle ya da haftada bir gün sadece basit bir çorbayı bölüşerek ‘Evde bir şey
yok günü’ yapabiliriz. Masanın ortasına konulmuş ve herkes tarafından ortak
yenecek bir tabak tarhana çorbası, midemizi olduğu kadar, tükettikçe doymayan
nefsimizi de dizginlemek için güzel bir yol olacaktır.

Hatice Kübra Tongar, Tüketim
Çağında Şükreden Çocuklar Yetiştirmek, Makas dergisi, Nisan-Mayıs 2018, sayı 1.



  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.