Çalışan anneler çocuklarına nasıl yaklaşmalı?

 

13 Mayıs 2019 15:00
Çalışan anneler çocuklarına nasıl yaklaşmalı?




Çalışan anneler neler yapmalı, neler yaşıyorlar, çocuklarıyla nasıl ilgilenmeliler...


  Üsküdar Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Nevzat Tarhan anlattı:

Dünyanın bugün geldiği nokta ekonomik olarak kadınların da iş gücünün
içinde yer almasını gerekli kılıyor.

Değişen yaşam ve tüketim anlayışı, çağın getirdiği yeni ihtiyaçlar bir
yandan kadının ekonomik yaşamdaki rolünü arttırırken diğer yandan annelik
kimliğini daha zorlu bir hale sokuyor. Kadınların iş yaşamı içinde daha etkin
yer almaları çocuklu kadınlar için kimi zaman bazı problemleri de beraberinde
getiriyor.

Konumuz çocuklu kadınların iş yaşamında yer almasının doğru olup olmadığını
sorgulamak değil. Bu başlık altında, kadının çalışmasını bir olgu olarak kabul
edip çalışan kadının annelik kimliğinin gereklerini yerine getirmede
karşılaşacağı sorunların altını çizmeyi ve bu durumu çocuk için daha sağlıklı
bir hale getirme yönünde çözüm önerileri sunmayı hedefliyoruz.

Yapılan araştırmalar, gebeliğin son aylarından itibaren çocuğun duygusal
belleğinin olduğunu ve çocuğun sevilip sevilmediğini, istenip istenmediğini
belleğine kaydettiğini gösteriyor. Beynimiz düşünceleri ve bilgileri hafızamıza
kaydettiği gibi duygularımızı da kaydeder. Çocukluk dönemlerinde de sevilip
sevilmemek, istenip istenmemek çocuğun beynine sürekli yazılır.

Çocuk bir yaşına kadar hep kaydeder. Konuşmaz ama konuşuncaya kadar
olanları kaydeder. Çocuk, doğduktan sonra kendisini annesinin bir parçası
olarak görür, “annem ve ben” demeye başlar. “Annem, ben ve diğerleri” kavramı
ise çok daha sonra şekillenir. Yani bu dönemde annenin ilgisini, şefkatini
hissetmesi kişilik gelişimi açısından çok önemlidir.

Çocuğun kişilik gelişimi ve duygusal gelişimi açısından ilk dört yılın
hayati bir önemi vardır. Deyim yerindeyse bu süre zarfında çocuğun beyninde
kişiliği ile ilgili bir network oluşur, kişiliğinin temel özellikleri oturur.
İlk dört yıl çocuğun anneyle duygusal alış veriş ve paylaşım içinde olması,
çocuğun kendini güvende hissetme ihtiyacını karşılamanın en kolay ve en emin
yoludur.

Bebekliğin ilk döneminde anne çocuktan birkaç saat uzaklaşsa, çocuk
kendisini sudan çıkmış balık gibi hisseder. Çocuk kendini güvende hissetmezse
müthiş bir tehdit altında olduğunu zanneder, korkar ve bünyesi stres hormonları
salgılar. Annesini “sığınılacak bir liman” olarak gördüğü için annenin varlığı
çocuğun kendisini güvende hissetmesini sağlar. Hatta halkımızın kısa süreliğine
annesinden ayrı kaldığı için huysuzlaşan, ağlayan bebekleri sakinleştirmek için
bulduğu güzel bir çözüm vardır: Çocuk ağladığı zaman ona annesinin bir eşyasını
koklatırlar, annesinin kokusunu alan çocuk sakinleşir çünkü bu koku kendisini
güvende hissetmesini sağlar.

Çocuğun temel güven duygusunun gelişmesi için anneyle kurduğu ilişkinin
önemini dile getirdik. Fakat bu durum doğumun ardından kısa bir süre sonra işe
dönmek zorunda kalan annelerce çözümsüz bir sorun olarak algılanmamalıdır.
Gerçekten de anne çocuk ilişkisi güven duygusunun oluşması açısından önemlidir
ancak güven duygusu açısından hayati olan teke tek ilişkidir. Elbette ki ideal
olan teke tek ilişkinin anneyle kurulmasıdır. Fakat bu ilişkiyi çocuk annesinin
dışında biriyle de kurabilir.

Çocuk açısından annenin A ya da B olması önemli değildir. Çocuk ilk anda
anneye alıştığı için onu, daha doğru bir ifadeyle kendisine alıştığı ve yanında
kendini güvende hissettiği kişiyi arar. Alıştığı kişinin kokusunu, gülüşünü,
bakışını duygusal hafızasına yazmıştır ve onu aramaktadır. Ancak bir müddet
sonra kendisiyle aynı yoğunlukta, aynı şekilde ilgilenen bir başka kişiyi de
benimser. Bu kez de onu sığınılacak bir liman olarak görür. Bu noktada
güvenilir bir bakıcı bulup onu değiştirmemenin çocuğun güven duygusunun
gelişmesi açısından önemini vurgulamalıyız.

Bakıcının sık sık değişmesi çocuğu psikolojik olarak etkiler. Yuvaya
bırakılan, yuvada çok iyi bakılan, yedirilen, içirilen çocuklarda görülen
hospitalizasyon hastalığı adlı bir rahatsızlık vardır. Bu çocuklarda yuvada
kendilerine özenle bakıldığı halde gelişme geriliği görülmüştür. Bunun nedeni
araştırıldığında ortaya şu sonuç çıkmıştır: Bu yuvaların özelliği, bakıcıların
vardiyalı çalışmasıdır. Bakıcılar çocuklarla çok iyi ilgilenmektedirler ama
sürekli farklı bakıcılar çocuklarla ilgilendiği için çocuğun duygu alış verişi
yapacağı, teke tek ilişki kuracağı birisi olamamaktadır. Yapılan araştırmalar
bu yuvadaki çocukların beyinlerinin büyüme hormonu salgılanmadığını, bu yüzden
çocukların büyümesinin yavaşladığını ve buna bağlı olarak da vücut
dirençlerinin düştüğünü, sık sık hasta olduklarını bulgulamıştır. Eğer çocuğun
bakıcısı sürekli aynı kişi olursa ve çocuk onunla iyi bir ilişki kurabilirse
böyle bir sorun yaşanmaz.

Bu noktaya kadar daha çok bebeklik döneminden bahsettik. Ancak diyebiliriz
ki çocuk beş altı yaşına kadar, kabaca okul dönemine değin anneye bağlıdır.
Kişiliğini annesine bağlı olarak kurgular. Yine vurguluyoruz ki ideal olan
çocuğu ilk dört yıl annenin büyütmesidir, bununla beraber bir çocuğun okul
dönemine kadar annesine bağlı olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekir.

Annenin çocuk okul çağına geldikten, çocukta gerçeklik kavramı geliştikten
sonra çalışmaya başlaması çocuk açısından çok daha uygundur. Bu durumda bile
dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. O ana kadar çalışmayan annesinin
bir anda çalışmaya başlaması çocuk açısından yeni bir durumdur ve bunu
kabullenmekte zorluk çekebilir. Dahası çocuğun bunu annesinin kendisini terk
ettiği şeklinde yorumlaması ve sebebini de kendinde araması söz konusu
olabilir.

Çalışma hayatına dönen anne bu durumu çocuğuna onu büyük bir insan gibi
kabul ederek anlatmalıdır. Her şeyi açık ve çocuğun anlayabileceği bir dille
ifade etmeli ve bu durumun kendisinden kaynaklanmadığını özellikle
belirtmelidir.

Aslında çocuğu duygusal açıdan zedeleyen şey hayatın gerçekleri değil, anne
babanın ona karşı olan tutumudur. Çocuğu büyük bir insan gibi kabul etmek
gerekir. Ona hayatı, gerçekleri, acıları ciddi ciddi anlatmazsak, çocuk gibi
davranmaya devam edersek, çocuk kendisini aptal gibi hisseder. Oysa büyük insan
gibi gerçekleri ona açık bir şekilde anlattığımız zaman kendisine değer
verildiğini düşünür. Anne çocuğa karşı sakin ve soğukkanlı olabilirse çocuk
durumu daha kolay kabul edebilir. Aksi halde sinirli, heyecanlı bir üslup
çocuğun da aynı hislere bürünmesine ve olayı kabullenmekte zorlanmasına yol
açabilir.

Çocuk anlamaz diye düşünüp ona ciddi bir açıklama yapılmadığı zaman bu
belirsizliğin çocuğa verdiği zarar daha fazla olur. Ona anladığı dille
gerçekleri söylemek gerekir. Söylediklerimiz belki başta çocuğu çok üzecektir
ama üzüntü duygusu acı çekmemiz için değil çözüm üretmemiz için verilmiştir.
Çocuk ilk zamanlarda bu duruma üzülecektir. Fakat zamanla annesinin kendisini
hâlâ sevdiğini, kendisine önem verdiğini görüp yeni durumu kabul edecektir.

Kaldı ki üzüntü duygusuyla tanışmak ve ardından üzüntüye çözüm üretmeye
çalışmak çocuğun kişiliğinin gelişmesine olumlu katkı sağlar. Çocuk aşırı
koruma altına alınmamalı, kaldırabileceği gerçekler anlayabileceği bir dille
onunla paylaşılmalıdır. Bu hem belirsizlikten doğacak sıkıntıyı giderir hem de
çocuğun kendisini önemli hissetmesini sağlar. “Annem hayatındaki yenilikleri
bana anlatıyor, demek ki ben onun için önemliyim” diye düşünür.

Annenin çalışması durumunda babanın da anneye destek olması, annenin
çalışmasından kaynaklanan boşluğu doldurmak ve çocuğunun yeni aile düzenine
uyum sağlaması için çaba harcaması gerekir. Henüz çocuğun zihninde baba
kavramının yerleşmediği bir dönemde olunsa dahi babanın da çocuğun
sorumluluğunu hissetmesi, en azından annenin bu dönemi daha rahat atlatması
için emek vermesi lazımdır.

   



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.