“Üç çeşit duanın müstecâb olduğu (kabul edildiği)
hususunda şüphe yoktur: Mazlumun (haksızlığa uğrayan kimsenin) duası, yolcunun
duası ve anne babanın çocuklarına duası.” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 7)
Sosyal bir
varlık olarak insanın olmazsa olmaz özelliklerinden olan iletişimin üç boyutu
vardır: Kişinin kendisiyle olan iletişimi, diğer mahlûkatla olan iletişimi ve
Yaradan’la olan iletişimi. Bu boyutlardan her biri önemli olmakla birlikte
Yaradan’la olan iletişimin ayrı bir yerinin ve ehemmiyetinin olduğunda şüphe
yoktur. Bu iletişin en temel unsuru, ibadetin özü olan duadır (Tirmizî, Deavât,
1).
Dua ile insan,
her türlü ihtiyacını, dert ve sıkıntısını Yüce Allah’a arz ederek hem kulluğun
en önemli gereğini yerine getirmiş hem de istenecek en yüce makamdan istemiş
olur. Dua, sonsuz güç ve kudret sahibi olan âlemlerin Rabbinin insana yakın
olduğunu hissettiren bir ibadettir. Bundan dolayı Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de
kullarının kendisine yönelip dua etmelerini istemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok)
yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına icabet ederim. O hâlde, doğru yolu
bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186)
İnsanın
psikolojik durumu ve içinde bulunduğu şartlar, Allah’a yönelişini arttırmakta;
dert, sıkıntı ve taleplerini O’na daha içten bir şekilde arz etmesine vesile
olmaktadır. Kulun bu samimi ve halisane yönelişi, Yüce Allah’ı hoşnut etmekte
ve bu yöneliş onun duasının müstecâb olmasını sağlamaktadır. İşte yukarıdaki
hadiste zikri geçen üç grup insanın yapacağı duaların müstecâb olmasının nedeni
de bu hâllerde yapılan duaların samimi ve içten olmasıdır.
Hadiste
duasının müstecâb olduğu zikredilen üç sınıftan ilki mazlumdur. Mazlum; baskı
ve zulüm altında ezilen, haksızlığa uğrayan, hakkı gasp edilen kişi demektir.
Uğradığı haksızlık karşısında yapacak bir şeyi kalmayan mazlum kişi, Yüce
Allah’a hâlini açar ve kendisine zulmeden, haksızlık yapan kişiyi tabir-i
caizse Allah’a şikâyet eder. Yüce Allah da kendisine canıgönülden sığınan bu
kulunu geri çevirmez ve duasına icabet eder.
Hadiste zikri
geçen ikinci grup ise yolcu olan kişilerdir. Yolculuk ile kişi, vatanından
ayrılarak gurbete gider, pek çok meşakkate katlanır, yorgunluk, uykusuzluk gibi
insanın acziyetini ortaya çıkaran hâllere maruz kalır. Böyle bir hâlde iken
Müslüman bu acziyetini itiraf ederek Yüce Allah’a ellerini açar, dua ve niyazda
bulunur. Yüce Allah da samimi bir şekilde kendisine yönelip dua kapısını çalan
bu kulunu boş göndermez.
Hadis-i
şerifte zikri geçen ve duası müstecâb olarak nitelenen son grup ise anne
babadır. Her ne kadar hadiste geçen “vâlid” kelimesinin “baba” olduğu ifade
edilse de annenin de “vâlid” kelimesinin kapsamına girdiği söylenmiştir. Bazı
muhaddisler, bu hadiste “vâlid” kelimesinin baba anlamında olduğunu; ancak anne
hakkının baba hakkına göre daha fazla olması hasebiyle söz konusu kavramın
kapsamına annenin evleviyetle dâhil olacağını ifade etmişlerdir.
Çocuklarının
dünyaya gelmesi, büyümesi ve yetişmesinde büyük emek sarf eden, gece gündüz
demeden çabalayan anne babalar, onları büyüyünceye kadar kollarında, bir ömür
boyu da yüreklerinde taşırlar. Çoğu kez onların hastalık ve sıkıntıları yanında
kendi hastalık ve sıkıntılarını görmezden gelirler; meşhur ifadeyle “Yemeyip
yedirirler, giymeyip giydirirler.” Evlatlarının her daim iyiliklerle ve
hayırlarla karşılaşmaları; her türlü kötülükten ve günahtan uzak olmaları
arzusuyla yanıp tutuşurlar. İşte bundan dolayı anne babalar, kendi kanlarından,
canlarından bir parça olan evlatları için dua edecekleri zaman canıgönülden dua
ederler. İşte, Peygamber’imizin (s.a.s.) yukarıda zikredilen hadis-i şerifinde,
Yüce Allah’ın böyle bir arzu ve iştiyakla kendisinden talepte bulunan anne ve
babaların isteğine kesinlikle icabet edeceği bildirilmektedir.
Müstecâb
dualar arasında anne babanın duasının yer almasının bir diğer hikmeti de anne
baba hakkının/hatırının Allah hakkından/hatırından hemen sonra gelmesidir.
Nitekim “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya,
akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa,
yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın…” (Nisâ, 4/36); “…(İşte
bunun için) insana şöyle emrettik: Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”
(Lokmân, 31/14) ayetlerinde ve Hz. Peygamber’in “Rabbin hoşnutluğu anne babanın
hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.”
(Tirmizî, Birr, 3) sözünde bu hakikat açıkça görülmektedir. Buna göre, anne
babaya iyi davranmak, Allah’a ortak koşmama emrinden hemen sonra gelmekte; anne
babaya şükranların sunulması Allah’a şükretmekle beraber zikredilmekte ve
Allah’ın rızası ve öfkesi anne babanın rızası ve öfkesine bağlanmaktadır.
Dolayısıyla Yüce Allah nezdinde böyle bir ayrıcalıklı konuma sahip oldukları
için anne babaların, evlatları hakkında yapacakları dualar, geri çevrilmeyen
dualar kategorisinde yerini almıştır.
Öyleyse, anne
babalarını her daim razı edip onların hayır dualarını almak, onları üzecek ve
sıkıntıya sokacak her türlü davranıştan uzak durmak ve onları, kendilerini
cennete ulaştıracak bir vesile olarak kabul etmek evlatların en temel vazifesi
olmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) “Ana ve babasına veya onlardan birine
yaşlılıklarında yetişip de (onlara hizmet ederek) cennete giremeyen kimsenin
burnu yerde sürülsün (Allah müstahakını versin)” (Müslim, Birr, 9) buyurarak
anne babaların, çocuklarını cennete ulaştıracak bir vesile olduklarını açıkça
ifade etmiştir.
Halil KılıçDin İşleri
Yüksek Kurulu Uzmanı
11 Aralık 2019 14:37