Dünya
hayatı her zaman aynı düzlem ve düzeyde seyretmez. İniş ve çıkışları olan bir
hayat yaşıyoruz. Bu dünya hayatında günahkar kullar olarak musibetlere
düçar olduğumuzda bunun sonucunda bir hayır olduğunu düşünmemiz
gerekir. İslam bize bunu öğretmektedir. Resulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem), bu hususta şöyle buyurur: "Allah'u
Teala bir kimseye hayır dilerse, adalet-i ilahiyye muktezası ve o kimsenin
günahlarını bağışlamak ve derecelerini yükseltmek için onu musibete
uğratır" .
Kainatın yaratıcısı olan Rabbimiz,
yarattıklarının hiçbirini başıboş bırakmamış, belirlediği ilahi düzen
çerçevesinde kıyamete kadar sünnetullah gereği yüklediklerinin yerine
getirilmesini istemiştir. Mükellefiyet ve hesap sorumluluğu olan insan için ise
kıyamet asıl hayatın başlangıcıdır. Müminler için hedef Allah'ın rızası ve
ahiret hayatı olduğundan bu dünyayı ve içindekileri hedefe götüren birer a'raf
olarak görür. Bu nedenle dünya nimetleri kendisini şımartmadığı gibi hayatın,
üzüntü, keder, musibet ve sıkıntıları da onu sarsmaz. Çünkü o, bu dünya
hayatının geçiciliğine inanmış ve Rabbin şu hükmü onun benliğini kuşatmıştır. "Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan
ibarettir, asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır, keşke bilseler." (el-Ankebut,
64).
İşte mümin, Allah'ın bilinmesini istediği
bu gerçeğe ulaşmak zorundadır. Birer imtihan sorusu bilinciyle
karşılanmasını ve göğüslemesini bilen ve sabır gösteren mü'min
için Rasul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) musibetlerin
günahlara kefaret ve derecenin yükseltilmesine vesile olacağını haber
vermektedir. Büyük uğraşlar içerisinde hayat mücadelesi veren insanoğlu ömrü
boyunca, çevresinden, yakınlarından, sistemden, iş hayatından, aile hayatından
çeşitli baskı ve zulümlere maruz kalabilir, hastalık, afet, ölüm gibi
musibetlerle karşılaşabilir, işini, servetini, mevki, makam, öğrenim haklarını
kaybetme, zarara uğrama, amacına ulaşamama, gibi vakıalarla yüz yüze gelerek
sıkıntıdan, sıkıntıya uğrayabilir.
Tüm bunların Rabbimizin bilgisi dahilinde
ve bir hikmet gereği olduğu düşünülmeli, mümkün olan her tedbire başvurularak
sonuç Allah'a bırakılmalıdır. Çünkü cereyan eden tüm hadiselerin levh-i
mahfuzda yer aldığını Rabbimiz haber vermektedir.
"Yeryüzünde
ve sizin başınıza gelen her şeyi biz onu yaratmadan önce, onu kitapta (levh-i
mahfuzda) kaydettik. Doğrusu bu Allah'a
kolaydır" (el-Hadid, 57/22).
İşte müminin teselli kaynağı ve sığınması budur. Çünkü o,
hayatta hiçbir şeyin tesadüfi olmadığına iman etmiştir.
Ancak tembellik, düzensizlik nasslara riayetsizlik, umursamazlık
ve yeterli gayret göstermeme gibi nedenlerle meydana gelecek musibet ve
sıkıntıların yukarıdaki hadis-i şerif ve bu ayeti kerimeyle irtibatlandırılması
sağlıklı bir yaklaşım olamaz. Musibet istenmez, ancak vuku bulursa mü'mine
düşen Allah'ın (c.c) çizdiği sınırlar dahilinde, gayret göstermek, hastaysa
tedavi için uğraşmak, tüccarsa ticaretin kurallarını uygulamak, aile reisi ise
yükümlülüklerini ifa etmek, kısaca bulunduğu konumun gereklerini yerine
getirmek konuyla ilgili gerekli tüm tedbirleri alıp, gücü nisbetince çaba sarf
etmektir. Sorumluluktan kurtulmak ve Rabbimize sunabilecek mazeret için gayret
ve çaba şarttır. İşte ancak bundan sonra gösterilecek sabır ve tevekkül
övülmüştür.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Herhangi bir Müslümanın başına yorgunluk,
hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan diken batmasına varıncaya kadar, her
ne gelirse Allah bunları o Müslümanın hatalarına kefaret kılar"buyurmaktadır.
Diğer yandan mü'minler, Allah'ın kâfirlere mühlet ve nimet vermesi onun yüksek
hayat standartlarında refah içinde yaşaması karşısında üzülmemeli, ezilmemeli,
kıskanmamalıdır. Asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu düşünmeli ve Allah'u
Teala'nın şu ayetini zihnine nakşetmelidir: "İnkâr
edenler kendilerine vermiş olduğumuz, mühletin sakın kendileri için hayırlı
olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları çoğalsın diye (mühlet)
veriyoruz. Küçültücü azap onlaradır." (Al-i İmran, 3/178)
Verilen sağlık nimeti, mal-mülk nimeti, mevki-makam nimeti ,
zeka bilgi nimeti vs. nimetler neticede insanı felakete götürecekse, bunların
yokluğuna katlanmak, sabretmek, elde edilmesinden elbetteki daha kazançlı
olacaktır. Böylece merhameti bol Rabbimiz müminleri yanlışa düşmekten muhafaza
etmekte hem de verdiği musibet ve engellere karşılık müminlerin günahlarını
affedip derecelerini yükseltmektedir.
"Bana
söylesene, ey Muhammed! Biz onlara nimetler vermiş olsak sonrada tehdit
edildikleri şey başlarına gelse kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir
fayda sağlar mi?" (eş-Şuara, 26/205-207)
Bu çerçevede istenmesi bir yana sonuçta insanı, azaba, günahlara
götürecek şeylerden uzak tutması için Allah'a dua edilmesi gerekmez mi?
Diğer yandan musibetler kişiyi eğitir ve olgunlaştırır, ona
sabır, direnç ve kararlılık duygusunu kazandırır, kuvvetli bir irade ve
dayanıklılık gibi gizli yönlerini ortaya çıkarır. Çünkü çeşitli iç ve dış
etkenler, yıpratıcı ve engelleyici faktörler arasında doğru yolda
yürüyebilmenin ve türlü çatışma ve engel arasında yeryüzünde insanları Allah'ın
dinine davet etme ve dini hayata hakim kılma görevinin ifası için bu yetenek ve
vasıfların olgunlaşması gerekir.
İslamda dünya hayatı imtihan yeridir. Kişiye Rabbi tarafından
verilen her nimet gibi kısılan, verilmeyen şeyler veya düçar olunan eziyet ve
sıkıntılar hep birer imtihan sorusudur; Sabredenler ve kendilerine Rablerinden
ne ve nasıl gelirse gelsin razı olup, boyun eğenler, teslimiyet gösterenler,
kanaat edenler ve her hal üzere Rablerine şükredenler hem dünyada hem de
ahirette kurtuluşa ererler: "Andolsun ki, sizi
biraz korku, açlık, canlardan, mallardan ve mahsullerden yana mahrum bırakmakla
imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele ki onlar bir musibete düçar olduklarında
biz Allah içiniz ve ona döneceğiz" derler. "
(el-Bakara, 2/155-156)
Tutulduğu hastalığa uzun süre dayanıp sabır ve şükür eden Eyyüp
(a.s) hakkında Allah'ın şu buyruğu ne kadar manidardır: "Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir
öğüt olmak üzere O'na tekrar ve geçmiş olanlarla bir mislini daha verdik." (el-Enbiya,
21/84)
Dünya ve ahiret hayatının nimet ve sıkıntılarının kıyasının
yapıldığı bir hadis-i şerifle konuyu noktalayalım: "Kâfiri
getirirler. Tam manasıyla cehennemin ateşine daldırılır ve kendisine şöyle
denir: Şimdiye kadar hiç hayır gördün mü? Hiçbir nimet tattın mı? Cevap olarak
der ki: "Hayır, Allah'a yemin olsun, Ya Rab bir şey hatırlamıyorum."
Yine dünyada iken insanların en fena şartlar içinde yaşayanlarından biri
getirilir ve cennet nimetleri içine bırakılır. Sonra da ona: "Hiç ömründe
kötülük namına bir şey gördün mü? Cevaben der ki: "Hayır Vallahi Ya Rab
hiçbir şey hatırlamıyorum."
27 Mayıs 2020 17:02