Rivayet edilir ki, bir ülkede dört kişi
yaşarmış... Bunların adları, herkes, birisi, herhangi biri ve hiç kimse imiş...
Bir gün yapılması gereken çok önemli bir iş ortaya çıkmış... Herkes, birisi’nin
bu işi yapacağından eminmiş. Gerçi işi, herhangi biri de yapabilirmiş ama hiç
kimse yapmamış. Birisi bu duruma çok kızmış. Çünkü iş, herkesin işiymiş.
Herkes, herhangi biri’nin bu işi yapabileceğini düşünüyormuş.
Ama hiç kimse işi herkes’in yapamayacağının farkında değilmiş.
Sonunda herhangi biri’nin yapabileceği bir işi, hiç kimse yapmadığı için,
herkes, birisini suçlamış.
Sosyal psikolojinin konusu olan “sorumluluğun dağılımı” bütün toplumu
ilgilendiren bir hususta bir kişinin bu görevi üstlenerek sorumluluğun
diğerlerinin üzerinden kalkmasını sağlamasıdır. Yapılması gereken işe kimsenin
el atmaması durumunda ise ortaya çıkacak sorundan herkes mesul olur. Yapılması
gereken iş bir kötülüğü ortadan kaldırmak da olabilir bir yardım davranışı da
olabilir. Mesela yolda yürüyen bir kişi aniden fenalaşıp düştüğünde bir kişi
kalabalığı yararak gelir ve o kimseyi kaldırır, ambulans çağırır ve ihtiyacı
olan yardımı bu kişiye ulaştırır. Bir kişi fenalaşıp düşen kimseye gerekli olan
desteği sağladığı için sorumluluk diğerlerinin üzerinden kalkar. İslam’ın
öngördüğü farzı kifaye de böyle bir şeydir. Ölen kişinin cenaze namazını birkaç
kişi kıldırmışsa sorumluluk diğerlerinin üzerinden kalkar. Ancak bu görevi
kimse yerine getirmemişse bunun sorumlusu herkes olur.
İnsanoğlu Allah’ın bahşettiği istidatları kullanarak
bir dayanışma ağı kuruyor ve hâsıl olan ihtiyaçlar bu ağ vasıtasıyla gideriliyor.
Sosyal yaşamın bir parçası olan dayanışma ağı fertlerin ihtiyaçlarına ve
fıtratlarına göre şekil alıyor ve biteviye devam ediyor.
Vicdan Allah’ın bahşettiği yüce bir değerdir bu değeri her daim diri tutmak
gerekir. Düşen kişiye yardımcı olacaksın diye dayatılan bir kanun yok ancak
insan fıtratında taşıdığı vicdanının sesine kulak veriyor ve hiç tanımadığı
kişiyi yerden kaldırıyor ve ona el uzatıyor. Düşeni kaldırmak hukuki bir
prosedüre tabi olsaydı sanırım insanlar yardımlaşma noktasında gerekli hassasiyeti
göstermezlerdi. Ancak vicdan sahibi olan insan harekete geçiriyor ve düşeni
kaldırıyor.
Bugünün çocukları ben odaklı hücrelerde tek kişilik bir yaşam sürüyorlar. Bu
durum vicdani hassasiyetin zayıflamasına ve fertlerin birbirlerine karşı
duyarsızlaşmalarına neden oluyor. Düşünün… Açlıktan baygınlık geçirmiş bir adam
onlarca insanın bakışları arasında ölüme terk ediliyor… İnsanlar hiçbir konuda
sorumluluk hissetmiyor, cansız bir nesne gibi yaşıyor ve öyle de hayata veda
ediyorlar. Eğer öyle olmasaydı yaşlı dünya kıyılara vuran çocuk cesetlerine,
açlıktan bitap düşmüş yoksullara, kör kurşunlara kurban edilen masumlara
tanıklık eder miydi? Bütün bunlar yaşanıyorsa bilin ki, kimse sorumluluk almak
istemiyor, kimse kimsenin yüküne uzanmıyor ve sosyal alanın ahengi bu şekilde
bozuluyor. Allahın bahşettiği vicdanın sesi kısılıyor ve yürekler katılaştıkça
katılıyor. Ne acı değil mi?
11 Haziran 2020 13:41