Edep

 

19 Haziran 2020 11:44
Edep





   “Harabat ehlini hor görme Zakir,
Defineye malik viraneler var.”
(İbrahim Hakkı)

Üniversiteden
çıkınca durağa yöneldim. Hoca yine yapacağını yapmış, kafaları allak bullak
etmeyi başarmıştı. Nasıl tepki koyulmalı, nasıl davranılmalı bilmiyorum. Gelen
itirazlara kurnazca cevaplar vermesine mi kızsam, yoksa ayetlerle her şeye
cevap vermesine mi?

İtiraz
etmesine ediyorduk ama onun karşısında, ne İslam’ı ilmî olarak savunacak kadar
ilmimiz vardı ne de bir fikir üretebiliyorduk. Aslında ondan fazla bizim
cahilliğimize kızıyorum. Çünkü söylediği hiçbir şey yeni değildi. İslam’ın ilk
asırlarından beri tartışılan konuları anlatıyordu. Nerede ise her iddiası,
zamanında İslam âleminde konuşulup âlimlerin aklı ve ilmî delillerle çürüttüğü
iddialardı. Karşısında cahil, toy, çok az okuyan bizim gibi tembel Müslümanları
görmüş, akıl oyunlarıyla zihin bulandırıyordu. Birkaç öğrencinin hamasi
itirazları ise ilmî bir alt yapıya dayanmadığı için onun cüretini daha da artırıyordu.

“Gençler,
Muhammed (AS) yalnızca bir postacıdır. Böyle demek kötü bir şey değil. O
Allah’ın postacısıdır. Allah’ın mesajını iletti. İşini yaptı ve gitti. Muhammed
(AS)’in yaptığı her şey -Arap adetleri bile- İslam adı altında, mezhep adı
altında Müslümanlara dinmiş gibi sunuldu. Oysa İslam Kur’an’dan ibarettir. Bize
yalnızca Kur’an ve onu anlayacak yetenekte olan aklımız yeter.”

Yükselen
itirazlar onun için hiçbir şey ifade etmemişti.

Bir
kısım Müslüman aydınlar(!) sadece İslam’la uğraşacak duruma gelmişti. Üstelik
edep sınırlarını aşarak, bütün hadleri çiğneyerek… Edep/adap fakiri bu zevatın,
Rasulullah (AS)’tan –hadislerinden- bu derece rahatsızlık duyması, her
fırsatta, her kürsüde Onunla uğraşması ne kadar vahimdi. Gerçekten de her şeyin
başı edepti. İlimden önce edep gerekirdi. Ne güzel demişti Yunus Emre:

“Girdim
ilim meclisine / Eyledim kıldım talep

Dediler
ilim geride / İllâ edep illâ edep.”

***Durağa
vardığımda, epey yürüdüğümü ayaklarımın yorgunluğuyla fark ettim. Üç duraktan
fazla yürümüştüm. Fakat öfkem dinmemiş daha da artmıştı.

Okuldan
çıktığımda yağan yağmur şimdi hafif çiseliyordu. Banka oturduğumda bir adam
yalpalayarak durağa yaklaşıyordu. Biraz uzak olmasına rağmen sarhoş olduğu
besbelliydi. Yağmurun ıslatmasına aldırmıyor gibiydi. Durağın içine girmeden
önümüzden geçiyordu. Kendi kendine konuşuyordu. Yaklaştıkça konuşmaları daha
net duyuluyordu:

“Ben
yine seni dinlemedim. Gece uydum şeytana, sabah yine uydum işte. Senden de
hiçbir şey saklanmıyor ki! Her yerde sen varsın. Biliyorum günahkârım, hem de
çok çok günahkârım ama vallahi seni çok seviyorum. Sen beni affet. Senin
rahmetin, benim günahımdan elbet daha büyüktür.”

Kendimi
tutsam da ister istemez içimde bir gülme hissi doğdu. Herkes ona bakıyordu ama
dünya yansa onun umurunda değildi. Duraktaki herkes homurdanmaya başladı.

“Utanmaz
herif, şu haline bak! İçki masalarından kalk, Allah’ı sevdiğini söyle. Ulan
Allah’ın seni her yerde gördüğünü bilirsin de sabaha kadar zıkkımlanmaktan ar
etmez misin? Şeytana uymuşmuş. Cehennemde yanınca ayılırsın.”

Dönüp
baktığımda, ardı ardına hakaret yağdıran bu adamın durakta benimle birlikte
otobüs bekleyen yaşlıca bir adam olduğunu gördüm. Sarhoş:

“Hacım,
Allah’ı seven de günaha düşer. Önemli olan düştüğünde kime tutunup
kalktığındır. Günahkârım evet, ama bak ki; o da Rahman’dır.”

“Bir
de sarhoş ağzıyla nasihat veriyor, Allah’ın adını ağzına alıyor rezil herif!”

Buna
karşılık bir cevap gelmedi. Başını büken sarhoş, birkaç adım yürüdü. Yaşlı adam
da otobüsüne binip yoluna gitmişti.

Ani
bir kararla kalktım. Sarhoşun peşine düştüm. (Neden gittiğimi şimdi bile
bilmiyorum.) O yürüdü, ben yürüdüm. O durdu, ben durdum.

Karşıya
geçmek isterken yalpalayıp duruyordu. Hızla geçen araçlar ona asla yol
vermezdi. Belli ki onun da yola atlamaya niyeti vardı. Önünden geçerek: “Dur
dayı! Ben geçeyim. Sen daha sonra gel.” İlerleyip elle dur işareti yaparak
araçları durdurup onun geçmesini sağladım. 3 şeritli geniş yoldan geçmesi uzun
zaman almıştı. Durmak zorunda kalan araçlar, uzun uzun kornaya bassalar da
takmadım. Diğer tarafa geçmiştik artık. Yine o gidiyor ben gidiyordum. Bir ara
durdu. Yanıma doğru geldi. 

“Sen
beni mi takip ediyorsun?”

“İyi
görünmüyorsunuz? Takip değil de size eşlik etmek istedim diyelim.”

“Sen
de o adam gibi düşünmüyor musun?” Sesi üzgündü.

“Hayır,
Allah’ın rahmetine sınır çizmek kimsenin haddi değil.” Güldü.

“Fakat
insan her zaman haddini aşar evlat. Bana kızan herkes haklı. O kırk yıldır
isyanıma rağmen beni yedirip içirir, türlü nimet verir. Ben hep günaha düşerim.
Artık tevbe etsem de affetmeyecek gibi hep tevbe edip ama yine bu illet…” Ağlıyordu.

“Hz
Ali’ye gelen adamın hikâyesini bilir misiniz?” Yüzüme baktı. Kafasını hayır anlamında
salladı.

Adam: “Ben bir günah işledim. Ne yapayım?” diye sordu.

Hz.
Ali (RA): “Tevbe et!” buyurdu.

“Tevbe
ettim ama tevbemi bozdum!”

“Yine
tevbe et!”

“Ne
zamana kadar tevbe edeyim?”

Hz.
Ali (RA) ona şu karşılığı verdi:

“Şeytan
yenilinceye kadar!”

***

Ağlıyordu.
Yanıma iyice yaklaştı. Sarılacak sandım, sarılmadı.

“Bana
dua et olur mu?” Gülümsedim,
başımı salladım.

Kirli,
kırışmış ceketinin cebine elini attı. Bir tomar kâğıt çıkardı.

“Bunları
yerlerden toplarım. Millet çok saygısız olmuş. Allah’ın adına, peygamberimizin
adına saygı yok. Eskiden yakar, külüne bile ayaklar basmasın diye gömerdik. Al
bunları uygun bir yerde yakıver.”

Elime
tutuşturduğu kâğıtlara şaşkınlıkla baktım. Takvim yaprakları, gazete ve dergi
parçaları vs. kimi çamurlu, kimi ıslaktı. Arkasını döndü. Yavaş yavaş
uzaklaştı.

Elimdeki
kâğıtlarla kaldırımda kala kalmıştım. Yağmur şiddetini gittikçe arttırıyordu.
Sırılsıklam olmuştum. Bugün biri ilmine rağmen kibrin zirvelerinde, biri günah
ve cehaletine rağmen edebin zirvelerinde iki adam görmüştüm. Biri günahının farkında,
sürekli tevbe edip rahmet beklerken, diğeri nasıl da mağrurdu. Üniversitede
kürsü sahibi bir “hocanın” pervasız sözleri, küstahlığı ve bir “sarhoş”un
tevazuu, edebi arasında zihnim gidip geliyordu.  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.