İnsanın
dünyaya gönderilişinin nihai amacı kulluktur. Kulluğunun ispatı içinse dünya
imtihanını başarıyla geçmesi gerekir. Ancak bu kulluk, çoğu kez unutulup
dünyaya gönderilişin sadece yemek, içmek ve hazların doyasıya yaşanacağı yermiş
gibi algılatılıyor. Hâlbuki imtihan denilen zorlu yokuşlar bu devrede ortaya
çıkıyor. İnanış ve yaşayışın uyum içinde, kalbin söylediğiyle azaların yaptığı
aynı minvalde olması icap ediyor. Fakat inandığıyla yaşadığı bir olmayınca
orada bir inanış kayması yaşanıp artık helâl-haram sınırlarına kadar gidiyor.
İnsan yaşamak için yaşamayacak. Dünya hayatının lezzetine,
diri kalmak için tamah etmesi kâfidir. Allah’ın yarattığı birçok nimet insan
içindir. Ancak o çok güzel nimetlerden sadece ihtiyaç olanı kadar ve inanç
doğrultusunda ondan istifade edilse sorun kalmayacak. Ama sadece ‘yaşamak’ gaye edinilirse; onu arzulamak için her yol
mubah görülür.
Bugün
en çok karşılaşılan durum ne yazık ki budur. Haram rızık temini, birçok kişiyi
sarmalamış durumda. Fert, aile ve toplum olarak öylesine büyük bir bataklığın
içinde yuvarlanılıyor ki; bunun olumsuz etkisi her kesimi manen zedeliyor. Kısa sürede daha fazla kazanç derken,
asıl bereketin bu niyetle birlikte elden gidiverdiği görülmüyor. Daha fazla birikim derken, asıl bolluğu kaybettiğini
anlamıyor insan. Özellikle dünyevi endişe ve ihtiraslar, haram yolu daha bir
kolay ve cazip hale getiriyor. Doyumsuzluk, hep elde etme niyeti taşırken;
nasıl elde edeceğini hesaba katmayacak kadar gaflete büründürüyor.
Hâlbuki
kişi, asıl bereketin ve bolluğun helâl rızıkta olduğu idrakine hakkıyla varsa,
haramın en ufak kırıntısını üzerine almayacak. Hakikaten faizle girişilen her
işin arkasında büyük bir musibetin olduğunu görebilmeli insan. Ya aldığı,
yediği o malın hayrını görmüyor ya da bir musibet o ev halkına musallat oluyor.
Kumarı ‘millileştirerek’ oynanan ve ‘kazanılan’ oyunların ‘şanslılarının’ akıbeti,
insan için büyük bir ibret ve ders içerir. Tüm bunlardan çıkarılan dersler
neticesinde insan, Allah (CC)’ın kendisi için takdir ettiği taksimata razı
olurken; diğer yandan sadece helâl rızkı kazanabilmek için uğraş vermelidir.
Rabbimiz
ayetinde: “Allah’ın size verdiği helâl ve güzel rızıktan
yiyip için ve eğer yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’nun nimetine de
şükredin.” (Nahl /114) buyuruyor.
Diğer
bir ayetinde: “Allah’ın size verdiği helâl ve temiz
rızıklardan yiyin ve iman etmiş olduğunuz Allah’ın yasaklarından sakının.” (Maide/88) buyuruyor.
Her
iki ayetin son kısımlarındaki vurgu; şükrederek Allah’ın yasaklarından
sakınarak korkmaktır. Ne yazık ki; toplumsal sorun olarak bugün birçok şeyin
altında şükürsüzlük ve Allah (CC)’ın yasaklarından korkmamak vardır. Hâlbuki bu
iki düstur, insanı haramın pençesinden kurtarıp helâl rızka götürecektir daima.
Haram
rızka, bir fert sebep olmuş olabilir ancak bunun sonucu, bir aileyi kapsar
niteliktedir. Ailelerden de toplum inşası oluştuğuna göre topluluğu dahi
etkiler. Özellikle bugün ahlaksızlığın, edepsizliğin arttığını söylüyoruz ve
bunun altında yatan nedenin birisi de insanın giydiği, yediği, içtiği şeylerin
haram olması değil de nedir?
Haram
rızık, duanın kabulünü bile etkiliyorsa; toplum için edilen duaların kabul
olmayışına (böyle bir endişe varsa) dair sorguyu bu anlamda da yapmak gerekir.
Domuz
etinin yasak olmasından ziyade o hayvanın her necis şeyi yediği ve bundan
dolayı sağlığı tehdit edeceği, yine kıskançlık ahlakı hiç olmadığından, onu
yiyen kişide de bu ahlakı yok ettiği söylenir. Allah (CC)’ın her yasağının
altında bizim az kavradığımız birçok hikmetli sebep vardır. Haram yiyecek,
ferdin ahlakını da etkiliyorsa; topluma etkisini varın siz düşünün.
Buna
göre helâl rızık hassasiyeti taşıyan bir topluluğun güzelliği de o ölçüde
olacaktır. Herkes gücüne göre elindekiyle mutlu olurken, hırs ve kıskançlık
kalplerde ölürken, şükür en başta yapılan zikirken, hakka girmek en hassas
noktayken böyle bir toplumun ahlak inşası yaşanılır olacaktır.
Helâl
rızık, en başta bolluk ve bereketle tarif edilmelidir. Bir kere bir şeyden zevk
alabilmek, gönül ve vicdan zenginliğini de gerekli kılar. Helâl rızkın bereketi
en başta vicdan zenginliğiyle başlar. Şükür ise helâl rızkın bolluğunu dörde
katlayacak kadar gönül rahatlığı bahşeder.
Bir
genelleme yaparak âcizane tavsiyemiz; ailede birden fazla kişi çalışıyor
olmasına ya da iyi bir ücret almasına rağmen her zaman ‘yetmiyor, ay sonunu çok zor getiriyoruz’ diye feryat
edenler, haramın civarında olup olmadıklarını kontrol etmelidir. En ufak haram
para dahi o hanede bereketi alabiliyor. Hakeza az ama helâl parayla bolluk içinde
yaşayabiliyor.
Haramın
toplumu kuşattığı ve çok rahat işlendiği günümüzde, helâl rızık algısına iyi
sahip çıkmak gerekiyor. Varsın uzun süre evsiz kalınsın, varsın eve gelen bütçe
miktarınca yaşanılsın, varsın nefsin istediği her zevk yaşanmasın… Ama çalışan,
alın teriyle çalışırken; emeğinin karşılığı olarak çocuklarının boğazına helâl
lokma girsin. Çocuklar helâl lokmayla büyürken, fıtratını bozacak haramdan
sakınmayı da öğrensin. Hakikaten ailede iaşe temin eden kişinin, bu anlamda da
sorumluluğu büyük ve ihmali durumunda vebali de bir o kadar ağırdır. Yani anne
ya da baba, haram rızık temin ederek sadece kendine değil, eşine, çocuğuna da
bunu sunmuş oluyor ve bu korkunç bir durumdur.
24 Haziran 2020 11:58