Musibetleri Hikmet Penceresinden Tefekkür Etmek

 

29 Haziran 2020 11:54
Musibetleri Hikmet Penceresinden Tefekkür Etmek





  İnsan, her
meselede olduğu gibi musibeti değerlendirirken de Kitap ve hikmetten ilham
almak durumundadır. Rabbiyle ilişkisinin tek boyutlu olmadığını hatırlamalıdır.
Yaratan ve ruhundan üfleyen O olduğu gibi rızık veren, şifa veren, hidayet
veren, kâinatı idare eden, öldüren ve yeniden diriltecek olan da Allah’tır.
İnsanın varlığı da şeklinden, rızkı şifasından, bedeni ruhundan, bilimi
dininden bağımsız değildir. Rehber olarak indirilen Kur’an da yalnızca
maneviyat rehberi değil dünya ve ahiret saadetinin kılavuzudur.

Musibetleri
hikmet penceresinden tefekkür etmek, öncelikle bütüncül bakmayı gerektirir.
Musibet maddi midir manevi mi, çevresel midir zihinsel mi, biyolojik midir
psikolojik mi? Musibetten etkilenen, fiziki bir varlık mıdır manevi bir varlık
mıdır? Musibetle mücadeleyi yürütecekler de mühendisler midir tıpçılar mı,
güvenlikçiler midir eğitimciler mi, bilim adamları mıdır din adamları mı?
Sağlıklı bir yaklaşım, hem musibetin mahiyetine hem musibetten etkilenen
insanın tabiatına hem de başvurulacak çarelerin neler olacağına bütüncül
bakmakla gerçekleşir. Musibetten etkilenen insansa, türü ne olursa olsun, maddi
etkileri kadar manevi etkileri de olacaktır. Ve musibetle mücadele, maddi
olduğu kadar manevi de olacaktır. Hangi maddi hasarın insanın maneviyatını
etkilemediği, psikolojisini bozmadığı söylenebilir? Veya hangi musibetle
mücadele ederken sırf manevi önlemin yeterli olduğu söylenebilir?

Bütüncül
bakmak istenirse en kuşatıcı rehberin din olduğu görülecektir. Zira din: a)
Sağlam bir düşünce, muhkem bir inanç kurar, b) Davranışlarımızın kaynağı olan
irademizi eğitir, c) Musibet meselesi dâhil her meselede hem maddi hem manevi
çareler sunar, çare üretmeye teşvik eder.

Sağlam bir düşünce, muhkem bir inanç

Hikmetle
bakan, en başta musibetin hayat yolculuğundaki yerine bakar. Sıkıntıyı
anlamlandırmaya, bunun bir son mu, geçici bir sorun mu olduğunu kavrayıp
gerisinde bir iyilik olup olmadığını sezmeye çalışır. Tam bu noktada beşer
aklının yardımına ilahi mesajlar yetişir. O ilahi mesajlar ki hayatın bu
dünyadan ibaret olmadığını, başka bir hayatın ön hazırlığı olup burada insanın
hem iyiliklerle hem de kötülüklerle/şerlerle sınanacağını öğretmektedir.
(Bakara, 2/214; Araf, 7/168; Enbiya, 21/35; Ankebut, 29/1-7.) Olmuş ve olacak
her şey Yüce Allah tarafından bilinmekte, yaratılmaktadır. Kainat karanlık bir
meçhule doğru gitmemekte, O’nun hazırladığı plana göre ve O’nun belirlediği
geleceğe doğru yürümektedir. (Enam, 6/59-67; Mülk, 67/23-24; Teğabün, 64/7-11;
Kamer, 54/46-55.) Mutlak ve külli irade Allah Teâlâ’ya aittir. Fakat O, insana
cüzi bir tercih imkanı (irade) da vermiştir. Tercihleri, insanın sınavıdır.
İradesi dışında gerçekleşenlerdense sorumlu tutulmamıştır.

İmtihan sebebi
olarak başa gelen sıkıntılar Kur’an’da, “musibet”, “belâ”, “fitne”,
“be’s/be’sâ’”, “durrun/darrâ’”, “zulumât”, “seyyiât”, ve “şer” gibi ifadelerle
anılır. Örneğin çocuklar ve malların “fitne” olduğu ve Bedir Savaşı’nda
müminlerin “belâ-i hasen”le karşılaştıkları bildirildiğinde, mutlak bir
olumsuzluk veya cezadan bahsedilmemekte insanın sınanma araçları
anlatılmaktadır. (Enam, 6/ 44, 63-64; Araf, 7/141; Enfal, 8/17, 28; Tevbe,
9/126; Enbiya, 21/35; Müminun, 23/75-77; Saffat, 37/106; Furkan, 25/20; Duhan,
44/33; Hadid, 57/22.)

Musibet
zamanında, nereden gelip nereye gittiklerini tefekkür edebilenler, yeryüzünde
Allah’a ibadet için bulunduklarını ve yine O’na döneceklerini
hatırlayabilenler, sınavı kazanacak olanlardır. (Bakara, 2/155-157.)

Esasında insan
Allah’ı hatırlatacak şeylerle hep karşılaşmaktadır. Kimisi iyi günlerinde,
kâinatın düzenindeki ahengi görerek kimisi ise ancak işleri bozulduğunda O’nu
hatırlamaktadır.

Peki,
musibetler birer ilahi ikaz mıdır? Bu soruya evet demek, öncelikle, ikaz edici
işaretlerin/kanıtların sınırlı olduğunu sanmak demektir. Yoksa çevremizdeki her
şey ve hatta kendi vicdanımız, bizi ikaz etmiyor mu? (Tevbe, 9/126; Fussilet,
41/49-54.) Musibet, hatırlatıcılardan bir hatırlatıcı olarak, Yaradan’ı ve
kulluk sınavımızı temel olarak hatırlattığında artık bunun detayı her fertte
farklı şekilde tezahür edecektir. Maddi sebeplere sarılmadaki eksiklik,
çevredeki mahlûkata saygıdaki eksiklik, tefekküre zaman ayırmadaki eksiklik ve
secde eksikliği gibi birçok husus akıllara gelebilecektir. Belki her birimiz
bunlardan birini hatırlayıp kendiyle hesaplaşacaktır. Fakat bu durum, musibetin
bu eksikliklerden biri veya hepsi yüzünden gelmiş ilahi bir ceza olduğunu
söyleme hakkını verir mi? Böyle bir iddiada bulunamayız. Ama musibet sayesinde
tüm bu kusurlarımızı hatırladığımızdan eminiz.

Musibetin
hayır mı şer olduğu sonunda belli olacaktır. Resul-i Ekrem’in (s.a.s.)
bildirdiğine göre Allah musibeti müminlere rahmet kılar. Mesela, tauna/salgına
yakalanan müminin şu şartlara riayet ettiğinde şehit sevabı alacağı
bildirilmektedir: a) Bulunduğu yerde kalıp karantinaya uymak, b) Sabretmek, c)
Mükafatını Allah’tan beklemek, d) Başına Allah’ın takdiri dışında bir şey
gelmeyeceğine inanmak. (Buhari, Tıb, 31.)

Sabır ve irade eğitimi

Musibetin bir
sınav olduğu idrak edildikten sonra, buna karşı takınılacak erdemlerin başında
sabır gelir. Zira her durumu dengeleyen farklı bir erdem vardır. Nimetle şükür,
musibetle sabır birlikte anılır. Böylece itidal sağlanmış ve musibet olgunlukla
karşılanmış olur. Sabır, mümini iman çizgisinde tutar. İtidal kaybedildiğindeyse
hataların önü açılır. Sabır, musibeti daha başka musibetlere çevirmemek için
uygulanacak bir disiplindir. İçteki üzüntüyü veya öfkeyi tamamen önleyemezse de
bunların dışa yansımasına ve uygunsuz davranışlara engel olur.

Nimetin ve
sıkıntının itidalle karşılanması, irade eğitiminin gereğine işaret etmektedir
ki bunun bir süreç gerektirdiğinde ve iş başa düşmeden çok önce hazırlanmak
gerektiğinde şüphe yoktur. İrade eğitiminin küçüklükten itibaren hayat boyu
sürmesi icap eder. Müslümanın görevleri arasında bulunan namaz ve oruç başta
olmak üzere bütün ilahi emirler, irade eğitiminde birer süreçtir. Bunlar her
şartta faal kalmayı sağlayacak bir dinamizm verir.

 Musibet
karşısında sabır, birtakım işlerden uzak durma yönüyle pasif, birtakım eylemlere
girişme yönüyle aktif bir fonksiyona sahiptir. Sabır, Allah hakkında yakışıksız
sözler sarf etmeye, ümitsizliğe düşüp isyankâr olmaya, aşırıya kaçıp ağıtlar
yakmaya, ibadetlerde gevşekliğe düşmeye engel olur. Mümin, sıkıntının etkisiyle
haksızlığa meyletmez, çevreye ve başkalarına zarar vermez. Ölümü temenni veya
intihara teşebbüs gibi kendine zarar verici yanlışlara da düşmez.

Sabır,
musibetin Allah (c.c.) dışında bir gücün kontrolünde gerçekleştiğini söylemeye
de manidir. Bazıları musibetlerin bütünüyle maddi sebepler etrafında cereyan
ettiği teziyle Yaradan’ın varlığını inkâra kalkar, dualar kabul olmuyor diyerek
alaycı tavırlar sergilerler. Hâlbuki hiçbir hastalığın, Allah’ın izni
olmaksızın bulaştığı ve O’nun izni olmadan zarar verdiği söylenemez. Musibetin
her ferde etkisinin farklı olduğuna bakılsa, salgın bir hastalığın herkese
bulaşmadığına, bulaşsa bile bundan kurtulanların ve iyileşenlerin olduğuna, her
hastanın hastalıktan etkilenme biçimlerinin farklı farklı olduğuna bakılsa,
salgının, hassas bir hikmet çizgisinde yürüdüğünü anlamak zor değildir.
Peygamberimiz (s.a.s), bir taraftan salgının varlığını kabul edip buna karşı
tedbir olacak temizliğe, yiyeceklerde helal ve haram duyarlılığına, hasta olan
kişinin sağlıklı kişilerin yanına gitmemesine ve karantinaya dikkat
çekmektedir. (Buhari, Tıp, 30, 53; Müslim, Selâm, 32/92-96.) Bir taraftan da
hastalık gibi sıkıntıların Allah’tan başka tabiatüstü bir güç tarafından
yönetildiğine ilişkin batıl inançları reddetmektedir. (Müslim, Selâm, 101, 106;
Hadislerle İslam, VII, 442.) Olaylara hikmet gözüyle bakan mümin, Allah’ın izni
olmadan hiçbir musibetin gelmeyeceğine, hayrı ve şerri yaratanın sadece Allah
olduğuna inanır. (Teğabün, 64/11; Tevbe, 9/51; Nisa, 4/78; Hadid, 57/22-24.)

Musibetlerin
tarihte de gerçekleştiğine bakarak, bunları tamamen doğal olaylardan ibaret
görüp kulluğunun sınandığını unutmak büyük bir gaflettir. Kur’an’da, bu gaflete
düşenlerle ilgili şöyle buyrulmaktadır: “Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği
zaman yakarıp tövbe etselerdi ya... Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı.
Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti.” (Enam, 6/43;
ayrıca Araf, 7/94-95.)

Tarihteki
birçok kavmin umumi günahlar yüzünden helak edildiği, (Enam, 6/6; Nahl, 16/113;
Ankebut, 29/40; Araf, 7/164-165.) veyahut da ders alıp günahlarından dönmeleri
için musibetlerle sınandığı bilinmektedir. (Araf, 7/130.) Ancak her musibetin
bir ceza olduğu veya muayyen kişilerin günahından kaynaklandığı iddia edilemez.
Bu ancak vahiyle bilinebilir. İnsana düşen, hadsiz iddialarda bulunmak değil
musibet zamanında maddi ve manevi olarak ne yapması gerektiğine odaklanmak,
kendini sorgulamak ve varsa maddi yahut manevi kusurlarını telafi etmeye
çalışmaktır. Bu konudaki hatalardan biri, ötekileştirilen kimselerin başına
gelene sevinmek ve bunu nihai ceza gibi düşünmektir. Hâlbuki asıl ceza
ahirettedir. Kişinin belayla bu dünyada karşılaşması, bir nevi hayrınadır.
Çünkü ders alması ve sabrederek gidişatı lehine çevirmesi muhtemeldir.
Peygamberimiz’in (s.a.s.) bildirdiğine göre, bela daha fazla sevap kazanmaya
vesile olur. Hatta en ağır belalar peygamberlere gelir. Allah, iyiliğini
istediği kulunun cezasını dünyada verir. Mükafatın büyüklüğü, belanın
büyüklüğüne göredir. Mümin Allah’a kavuşuncaya kadar başından bela eksik olmaz.
Çok bela insanı günahsız olarak Allah’a kavuşturur. (Tirmizi, Zühd, 57; İbn
Mâce, Fiten, 23, 59.)

 Sabır,
musibete karşı üretilen çareleri insanın kendisinden bilmesine de engel
olmalıdır. Ayette şöyle buyrulur: “İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır.
Sonra ona katımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘Bu bana ancak bir bilgim
sayesinde verilmiştir.’ der. Aksine o nimet bir imtihandır ama çokları bunu
bilmez.” (Zümer, 39/49.)

Musibetlere karşı maddi ve manevi
mücadele

Hikmet gözüyle
değerlendirme, sırf zihinsel boyutta kaldığında eksik olur. Hikmetli bakış,
hayatın içinden çözümlere işaret ettiğinde, belli bir davranış biçimini önerip
ona yönlendirdiğinde anlamlı hâle gelir.

Sabır, musibet
dönemlerinde insanın diğer insanlara karşı hak arama mücadelesine mani olmadığı
gibi sıkıntılara karşı çareler üretmesine de mani değildir. Bu nokta sabrın
aktif yönüdür. Canını, malını ve dinini korumaya çalışmak Allah’ın emridir. O,
tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki her şey O’nun koyduğu sebep
sonuç ilişkilerine göre şekillenir. “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm,
53/39.) ayetinde insanın gayretiyle alacağı sonuç arasındaki ilişkiye dikkat
çekilmektedir. Bir şeyin olmasını isteyen, onun sebeplerine sarılır. Sıkıntının
giderilmesine yönelik elinden gelen gayreti göstermek ve bilimsel çalışmalarda
bulunmak fiili dua kapsamındadır. Musibetin yol açtığı sosyal ve psikolojik
zararları en aza indirmek gayesiyle kardeşlik ahlakını hayata geçirmek,
dayanışma ve yardımlaşmaya ağırlık vermek ve en nihayetinde aile büyükleriyle,
akrabalarla ve dostlarla iletişim hâlinde olarak sıkıntıların atlatılmasında
karşılıklı manevi destek sağlamak, musibet karşısında hikmetle davranmanın bir
başka göstergesidir.

Öte yandan
musibet sürecinde ve sonrasında “Dua, başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı
fayda sağlar. Ey Allah’ın kulları, duaya sarılın!” (Tirmizi, Deavât, 101.)
hadisi mucibince Rabbimize yalvarmak da ilahi rahmetin inmesine vesile olur.
Kul, istiğfar ettiği müddetçe Allah ona azap etmez. (Enfal, 8/33.) Günahlardan
istiğfar etme ve kulluk noktasında eksiklik bulunduğundaysa endişelenmek
gerekir. Musibete hikmet gözüyle bakmanın bir yönü de budur. Nitekim Hz. Musa
(a.s.) Tur dağında depreme yakalandığında endişelenmiş ve şöyle dua etmiştir. “Ey
Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helak ederdin. Şimdi içimizden
birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helak mı edeceksin? Bu
sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini
de doğruya iletirsin. Sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen
bağışlayanların en hayırlısısın.” (Araf, 7/155.)

Dr. Bilal Esen

DİB Din İşleri
Yksek Kurulu Uzmanı  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.