Rahatsızlık,
sadece bedende acı hissetmek midir? Ya da kalbin aort genişlemesi, kalp deliği
ve ritim bozukluğu gibi maddi rahatsızlıklardan beri olması, kâmil manada
sıhhatin belirtisi mi?
Adını
koyamadığımız ama hissettiğimiz o ince sızı, en ağır rahatsızlıktı fakat
dünyevileştikçe manevi ağrıların sancısı dahi hissedilmez oldu.
Önceleri
beyaza küçücük bir kir değse hemen fark edilirken şimdiler de ise koskoca bir
kir yığını olmuş da fark edilmiyor. Acaba biz de kalbimize ilişen kirleri o
yüzden mi fark edemiyoruz? Elimiz kesilse koşarak yara bandı ararken kalbimize
isabet eden o azim ağrıların tedavisi için neden o kadar acele etmiyoruz?
Hadi
itiraf edelim! Artık hissetmiyoruz. Eskiden daha o kadar da çok büyümemişken,
farkında olmadan bir günah işlesek o an manasını kavrayamadığımız bir
huzursuzluk oluşurken şuan yüreğimize dokunan bir şey dahi bulamıyoruz.
Bir
kutsi hadiste şöyle buyruluyor: “Ben göklere yere sığmam ancak mü’min kulumun
kalbine sığarım.” Demek oluyor ki gönül Allah’ın evidir. O halde evimiz için
yaptığımız temizliğin bin kat fazlasını yapmalıyız kalbimize. Hazreti Lokman’ın
oğluna ettiği nasihati biz de kalbimize edercesine tekrar etmeliyiz belki
de: “İçini dışından daha çok süsle! İçin Hakkın, dışın halkın baktığı
yerdir.”
İnsanların
gördüğü kıyafet ve suretlerimiz iken, Rabbimizin gördüğü ise tüm amellerimizin
kendisinde saklı olduğu hatta kim bilir belki de kirden katran olmuş
kalplerimiz. Ancak çoğu zaman “benim kalbim temiz” naraları atarak bu gerçeğe
kulaklarımızı sağır ediyoruzdur.
Evet,
kalp de kirlenir. Hem de temizliği ocak temizliğine benzemezcesine. Nasıl mı?
Hased gelir ilkin. Hani o Felak Suresi’nde, şerrinden Allah’a sığındığımız.
Öyle geniş bir yer kaplar ki; beraberindekileri düşünürcesine. Kindi, gıybetti
derken bir bakmışsın o merhamet yuvası muhabbet evi bitkisel hayatta
denilebilecek kadar vahim bir durumda. Hatta öyle ki kardeşlerimizle
iletişimlerimize dahi zarar vermekte… Kendimizden çok karşımızdakileri kusurlu,
kalbi kara gördüğümüzden beri daha çok huzursuzuz.
Nasıl
kışın soğuk algınlığı vs. hastalıklara karşı kendimizi korumak için sıkı
giyinip, sıcak şeyler tüketmeye gayret gösteriyoruz öyle de kalbimizi muhafaza
etmeye çabalamak gerek. Her gün Kur’an eczanesine başvurup selamette kalabilmek
için dua zırhını kuşanmak gerek.
Sahi,
kusur hep başkasında mı? Artık kalb-i selim olma vakti gelmedi mi? Hem ne zaman
söylediklerimizle yaşamaya başlayacağız?
Bırakalım
artık dışı süslemeyi, sıra sıra diplomaları dizmeyi… Sol yanımıza bakalım.
Kendimizi avuttuğumuz kadar temiz mi?
Haydi!
Beraber okuyalım kalb-i güzellerden bir yaşlının hikâyesini:
Genç
bir adam kendi kalbinin yörenin en güzel kalbi olduğunu ilan etmişti. Onu
görenler de bunu onaylamıştı. Birden kalabalığı tam ortadan yaran yaşlı bir
adam genç adama doğru yürüdü ve “Senin kalbin benim ki kadar güzel değil” dedi.
İşte
tam o anda kalabalık ve genç adam yaşlı adamın kalbine doğru baktılar. Çok
hızlı çarpıyordu fakat içinde çok fazla yara ve zaten çok az kalan boşluklarda
çentikler vardı, onların da üzeri keskin çentiklerle dolu idi. Yaşlı adamın
yaşlı kalbinin çok acı çektiği belli oluyordu.
İnsanlar
şaşırmıştı, yaşlı adam nasıl bu kalbin en güzel kalp olduğunu söyleyebilirdi.
Genç adam gülerek “şaka ediyor olmalısın” dedi yaşlı adama ve ekledi; “benim
kalbim pürüzsüz mükemmellikte iken seninki gözyaşları ve acılardan oluşmuş yara
izleri ile dolu.”
“Doğru”
diye yanıt verdi yaşlı adam. “Senin kalbin mükemmel gözüküyor fakat ben asla
yaşlı kalbimi senle değişmem. O gördüğün her yara benim sevgimi verdiğim bir
kişiyi gösteriyor; onlara kalbimin bir parçasını seve seve verdim. Onlar da
kendilerinden bir parçayı bana verdiler. Bu yüzden bu parçalar benim verdiğim
parçalara bazen tam uymadılar ve üstünde ya da köşelerinde pürüzler oldu. Fakat
ben onların her parçasını tek tek seviyorum çünkü onların her biri paylaşılan
sevgileri, dostlukları bana hatırlatıyor. Bazen de sevgimin ve dostluklarımın
karşılığını alamadım. Kalbimin içindeki o yara dolu boşluklar da bu yüzden ucu
kıvrık bıçak gibi ve oldukça da acı verir. Fakat hala boşturlar ve başka
kalplerin de bana sevgi ve dostluklarını verebileceklerini, böylece de bu
boşlukları doldurabileceklerini gösterir ve benim hala o umutla yaşamamı
sağlar. Şimdi söyle genç adam, sence hangi kalp daha güzel?”
Genç
adamın gözleri sevgi gözyaşlarıyla dolmuştu. Yaşlı adama doğru yürüdü ve
kalbinden genç ve güzel bir parçayı dostça ona doğru verdi.
Yaşlı
adamın kalbinde hala birçok boşluk vardı. Yaşlı adam genç adamın cömertçe verdiği
kalbi dostlarının olduğu bölüme yerleştirdi, üzerine çentikler attı ve yerine
bir güzel oturttu. Genç adam kendi kalbine doğru baktı artık eskisi kadar
mükemmel ve pürüzsüz değildi. Ta ki yaşlı adam ona kendi kalbinden eski fakat
güzel bir parça verene kadar… Sonunda genç adam ve oradaki kalabalık, kalbin
gerçek güzelliğini anlamıştı.
Kalbi
güzelleştiren onunla paylaşılan sevgi ve dostluktu. İçinde sevgi barındırmayan
ve taşımayan hiçbir kalp gerçekten güzel olmazdı.
Kalbi
güzelde kin ne arasın kalbi niye hastalansın! Cömertliğin en güzeli kalbimizden
verebildiklerimizdir. İşte o vakit kendimizden (bedenen) çok kalbimiz iyidir…
30 Haziran 2020 14:33