Akıl ve
ruh sağlığına dair incelemeler yapan, davranış problemlerini ortaya koyup
çözümler arayan psikoloji alanında, ibadetlerin ve inancın insan psikolojisi,
ahlak, karakter ve kişilik gelişimi üzerindeki etkilerine dair çalışmalar da
yapılmaktadır. Psikolojinin “Din Psikolojisi” olarak
adlandırılan alanı, bu tür araştırmaları yürütmektedir.
Stres,
kaygı, depresyon gibi problemlerin yaygınlık gösterdiği günümüzde, Müslümanlar
olarak inancımız ve uyguladığımız ibadetler, problemlerle başa çıkma açısından
bizlere pek çok katkı sağlamaktadır. Bilimsel araştırma verileriyle
destekleyerek bu katkıları ele alalım:
Beynimizde “lob” adı
verilen bölümler bulunmaktadır ve “frontal lob” (ön beyin) olarak
adlandırılan bölüm, diğer canlılara nazaran insanda daha büyük ve gelişmiş bir
yapıdadır. Fazla akademik bilgiye boğmadan kısaca ifade edecek olursak;
beynimizin bu bölümünde hafıza, davranışlar ve duygularımıza dair bilgiler
bulunmaktadır. Bu bölümün diğer canlılara nazaran gelişmiş olmasıyla birlikte
insan, diğer canlılardan farklı olarak “irade” kabiliyetine sahiptir.
Yani insan bir şeye karşı olan “isteğini” erteleyebilir, o isteğin yerine
gelmesi için sabredebilir. Ancak bu durumu diğer canlılarda pek göremeyiz. Daha
ilginci ise insanın hazzına karşı tahammül etmesi, bu bölümün daha fazla
gelişmesine katkı sağlar. Bu noktada Müslümanın, oruç ile birlikte “yeme, içme
ve cinsellik” hazzına karşı tahammül etmesini; zekât ile birlikte “maddiyata” karşı
hazzına tahammül etmesini akıllarımıza getirelim.
Halk
arasında “tahammül, sabır” olarak adlandırdığımız “gerilim
tolerans eşiği”, karşılaştığımız etkilere karşı dayanabilme gücümüzü ifade
etmektedir. (Civelekoğlu) Gerilim
tolerans eşiği düşük olan kişiler; problemlerle baş etmekte zorlanır, kriz
durumlarını yönetemez, problemlerinin hemen çözülmesini isterler. Çözemedikleri
durumda ise ortamdan uzaklaşırlar ve bu kişiler fazla alıngandırlar. Bu
bağlamda düşünüldüğünde kişinin gerilim tolerans eşiğini yükseltmesi, daha
sabırlı; kriz durumlarını en iyi şekilde yönetebilen güçlü bir kişiliğe sahip
olmasını sağlayacaktır. Yiyip içebilecek durumda iken oruç ile birlikte hazzın
ertelenmesi, itikâf yapılması, “az uyku, az yemek” düsturuyla
hareket edilmesi, nafile ibadetler yapılması gerilim tolerans eşiğini
arttırmakta ve kişinin daha sabırlı olmasını sağlamaktadır.
Sosyolojik
etkileri açısından ele aldığımızda topluluk/cemaat şeklinde yapılan ibadetler
ise sosyal ilişkileri geliştirmekte, kardeşlik bağlarını güçlendirmektedir.
Dolayısıyla ibadetlerle birlikte toplumsal bütünleşme ve uyum sağlanmaktadır.
Yapılan bir araştırmanın sonucu ise bu bilgiyi destekler niteliktedir. Bu
araştırma sonucuna göre ibadetler “ırklar arası hoşgörüyü”
arttırmaktadır.
Psikoloji
alanında farklı kuramsal yaklaşımlarla birlikte insanların bir takım gelişim
dönemlerinden geçtiği ifade edilmektedir. Bu gelişim dönemleri; dilsel gelişim,
zihinsel gelişim, psiko-motor gelişim vb. gibi farklı alanlarda
sınıflandırılmıştır. Bu gelişimsel dönemlerin biri de Erikson’un kuramında
açıkladığı Psikososyal Gelişim dönemleridir. Psikososyal gelişim kuramında
ergenlik dönemi “kimlik karmaşasına karşı kimlik bütünlüğü” şeklinde
isimlendirilmektedir. İnsanın ergenlik döneminde bir takım sorgulamalardan
geçtiği ve bu sorgulamalar sonrasında kimlik bütünlüğünü sağladığı, eğer kişi
bu dönemde kimlik bütünlüğünü sağlayamazsa sonuç olarak da kimlik karmaşası
yaşadığı ifade edilmektedir.
İnsanın
varoluşuna dair “Ben kimim?”, “Neden
yaratıldım?”, “Yaşama amacım ne?” gibi sorular sorduğu bu
dönemde İslam tüm bu sorularımıza cevaplar vermektedir: “Ben insanları ve cinleri ancak
bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat-56)
Dolayısıyla
bir Müslüman bu sancılı dönemi daha rahat bir şekilde atlatabilmektedir.
Biz
Müslümanlar, namaz kılarken okuduğumuz ayeti kerimelerle varoluşsal
sorularımıza cevap bulabilmekte ve kimlik bilinci kazanmaktayız. Rabbimizin
(CC) bizleri tefekküre yönlendirerek hem kendimizi hem evreni sorgulamamızı
sağlaması sonucunda “İnsan, Müslüman, Mü’min” kimliklerini kazanmaktayız.
Her
insan, biricik yaratılması sebebiyle değer görmek ister. Namaz ise
yaratıcımızın huzurunda bulunarak Rabbimiz tarafından sevildiğimizi, binlerce
nimetle bize rahmet ettiğini düşünmemizi sağlayarak hem Rabbimize güven ve
saygı duymamızı hem de özgüvenimizin, benlik saygımızın artmasını
sağlayacaktır. Aynı zamanda rükû ve secde halinde Rabbimize boyun eğerek;
hatalı ve kusurlu olduğumuzu ancak Rabbimizin huzurunda affını istediğimizi
anlamamızı, böylece de özgüven ve benlik saygımızın kibir/riya gibi
tehlikeli/zararlı boyutlara ulaşmamasını da sağlayacaktır.
İbn
Kayyim el Cevziyye “Tıbbı Nebevi” isimli
kitabında namazın insana etkilerine dair şunları söylemektedir: “Namaz, rızkı
çeker, sağlığı korur, rahatsızlığı kovar, dertleri uzaklaştırır, kalbi
kuvvetlendirir, yüzü beyazlaştırır, gönlü ferahlatır, tembelliği giderir,
organları canlandırır, enerjiyi uzun ömürlü kılar, gönlü genişletir, ruhu
besler, kalbi nurlandırır.”
Sıkıntılı
durumlarda insanın sığınacağı bir yaratıcısının olması, dua etmesi, ibadet edip
Rabbinden yardım talep etmesi, yaşadığı sıkıntıyla baş edebilmesinde ona
yardımcı olacak, böylelikle onun stres ve sıkıntısını azaltacaktır. Nitekim
bizler sıkıntılı zamanlarında Allah Rasulü (SAV)’nün namaz ile Rabbimize
sığındığını biliyoruz.
Özetle;
inancımız ve ibadetlerimiz, akıl ve ruh sağlığımızdan kişilik ve karakter
gelişimimize kadar pek çok konuda bizlere fayda sağlamaktadır. O sebepledir ki; inancımız ve ibadetlerimiz ne
kadar sağlam olursa, kişilik ve karakterimiz o kadar sağlam olacaktır. Yine
dinç bir akıl ve sağlıklı bir ruh hali için de sağlam bir akidemizin ve ihlâsla
yapılan ibadetlerimizin olması elzemdir.
20 Eylul 2020 11:59