Düşünceler insanı hasta eder mi?

Düşünceler bizi hasta edebildiği gibi iyileşmemizi de sağlayabilir! 

24 Aralık 2024 07:21
Düşünceler insanı hasta eder mi?

Düşünceler, özellikle de olumsuz düşünceler insanda gerçekten hastalığa neden olur mu? Bunun cevabı kocaman bir EVET.

ALGI NEDİR?

TDK sözlüklerinde “Bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma, idrak” açıklaması yapılıyor. Peki dış dünyadaki her durum herkes için aynı şekilde mi algılanır? Yani algımız kesin gerçekliği mi gösterir? Sık kullanılan bir söz vardır: “ Gözümle gördüğüme inanırım” diye. Görmek, bir cisimden gelen ışınların görme organı gözden geçip elektriksel sinyallere dönüştürülerek görme sinirleri vasıtasıyla beynin görme merkezine ulaştırılması ve yorumlanması işlemidir. Yorumlamadan bahsedildiğinde de kesin bir gerçeklikten bahsetmek mümkün olmaz. Köpek, kartal, örümcek aynı cismi bizden farklı görür, algılarlar. Keza biz de aynı cismi parlak ışıkta, güneş gözlüğüyle, mikroskopla farklı görürüz.

ALGILAR DEĞİŞMEZ DEĞİLDİR

Algıyla ilgili bir başka olgu da uyaran aynı olsa da bizde uyandırdığı duygu hep aynı olmaz. Bayıldığınız bir yemek kokusunu, örneğin bol kaşarlı, sucuklu, kızaran ekmeğin ve üzerindeki tereyağın nefis kokularını duyduğunuz tostun kokusunu canlandırın zihninizde. Açken insanın ağzını sulandırıyor. Aynı kokunun hastalandığınızda, mideniz bulanıp kusarken nasıl geldiğini düşünün. İğrenç mi? Koku aynı, tost aynı, lezzet aynı ama algınız değişti, size hissettirdikleri değişti değil mi? Yani algılarımız değişmez değil, kesin gerçekliği yansıtmıyor. Dahası algı her canlı, her doku, her hücre için de bu şekilde değişken.

DUYULARIMIZ TEHDİDİ FARK EDER

Bu olguyu vücudun küçük modeli olan hücrelerin işleyişi açısından inceleyelim… Vücudumuz normal işlevlerini sürdürmek, olumsuz durumlara tepki verip vücudu yeniden sağlıklı haline döndürmek, tehditlerden kaçınmak için harika bir mekanizmaya sahip. Örneğin yolda karşımıza çıkan vahşi bir havyan olduğunu düşünün. Öncelikle duyu organlarımız devreye girer. Gözlerimizle görür, burnumuzla koklar, kulaklarımızla hayvanın tehditkar sesini duyarız. Bu bilgiler vücudumuzda elektriksel sinyallere dönüştürülüp tehlike varlığı konusunda bizi uyarır, tehlikeyi algılarız. Vücut tepki vermek için gerekli mekanizmaları devreye sokar. Örneğin adrenalin gibi hormonları salgılar. Bu hormonların etkisiyle kalp atışlarımız hızlanır, kan basıncımız yükselir, kan iç organlardan kol ve bacaklara doğru yer değiştirir. Amaç kaç ya da savaş tepkisini vermektir. Kaçmak veya mücadele etmek gerekirse kalbimizin daha hızlı atması, koşmak veya dövüşmek için kol ve bacaklarımızın daha kuvvetli olması ve bu bölgelere daha çok kan ulaştırılması gerekir. Tehdit ortadan kalkınca tüm bu değişen vücut işlevleri eski normal haline döner.

Kısaca duyularımızla tehdidi fark eder, sinir sistemimiz yoluyla bunu algılayıp yorumlar, tepki vermemizi sağlayacak hormonlar gibi ara mesajcı maddelerle ilgili organlara haber verir ve tepki vermesi gereken organların hazırlanması ve harekete geçmesini sağlarız.

HÜCRELERDE DUYU ORGANLARI

Hücreler de aynı mantıkla çalışır. Hücrenin de duyu organları, algılama mekanizmaları, ara mesajcı ve yanıt veren son organları vardır. Hücre dışında hücreye faydalı bir maddenin bulunduğunu varsayalım. Bu madde yararlı olsa bile direkt hücreye giremez, önce o maddeye özgü bir kanalın hücre zarı yüzeyine yerleştirilmesi ve hücreye maddenin faydalı olduğuna dair bilgi gitmesi gerekir, yani hücrenin duyu organlarına ihtiyacı vardır. Bu duyu organlarına “reseptör” denir. Hücre zarı yüzeyinde o maddeye uyumlu çıkıntılar oluşur, maddeye bağlanır ve hücre içine maddenin niteliğine dair (faydalı, zararlı veya gereksiz) mesaj iletir. İletilen mesaj hücre çekirdeğine taşınır. Hücre çekirdeği içinde DNA denen ve genlerimizi taşıyan yapılar mevcuttur. Genler bir dizi inşaat planı, DNA da bu planların saklandığı bir kütüphane gibidir. İletilen uyarıya göre gerekli olan gen kütüphaneden yani DNA’dan çıkartılıp aktif hale getirilir ve bu planda yani gende yazılı olan protein üretilir.

Örneğimize dönersek hücre dışında faydalı madde algılandı ama hücre zarı geçirgen olmadığından hücre içine alınamadı, duyu organları yani reseptörler içeri haber gönderdi, ara mesajcılar bu bilgiyi çekirdeğe iletti, çekirdek içinde DNA kütüphanesinden gerekli gen planı çıkarıldı, bu gen planına uygun protein üretildi. Üretilen protein hücre zarından içeri alınmak istenen faydalı maddenin geçebileceği bir kanal oluşturmak üzere hücre zarına yerleşti. Özetle duyu organlarıyla hissedilen etkenle ilgili mesaj iletildi, ara mesajcılar haberi merkeze taşıdı, gerekli hazırlık yapıldı ve bu istenen etki sağlandı. Aynı vücudumuzda olduğu gibi.

DÜŞÜNCELER BİZİ NASIL HASTA EDİYOR?

Şimdi bu bilgiler rehberliğinde düşüncelerin bizi nasıl hasta edebileceğini görelim…

Önce algının değişkenliğini bir örnekle inceleyelim. İki yakın arkadaş, Okan ve Zeynep bir bahar günü ağaçlı bir yolda sohbet ederek yürüyorlar. O an karşıdan süratle kendilerine doğru koşan bir köpek görüyorlar. Zeynep çocukluğundan beri köpeklere bayılıyor, yakın zamana kadar da evinde baktığı köpeği vardı. Okan’ın ise köpeklerden fobi düzeyine ulaşan bir korkusu var, 4-5 yaşlarında sokakta oynarken bir köpek tarafından oyun amaçlı da olsa yere yıkılmış, o günden beri köpek düşüncesiyle bile titremeye başlıyor. Kendilerine süratle koşan köpeğin amacı oyun oynamak, Zeynep bunu kolaylıkla hissediyor, algıları açık. Okan ise yaşadığı endişeyle yorum yapabilecek durumda değil, sadece kendisine doğru koşan köpeğin korkusunu hissediyor; koşup koşmamak konusunda kararsız, karnında bir ağrı ve sıkışma hissi var ve kalbi dakikada 120’den fazla atıyor. Köpek iyice yaklaştığında Okan yaşadığı korkunun etkisiyle düşüp bayılıyor ve omzunu ciddi biçimde incitiyor. Önümüzdeki 1 ay boyunca incinen kolunu kullanamayacak, dahası günlerce de ağrıları olacak. Ortada gerçek bir tehdit yokken, köpeğin amacı oyun oynamakken Okan algılarının verdiği yanlış mesajlar yüzünden kendine zarar verdi, vücudunda hasara neden oldu.

PLASEBO ETKİSİ

Bu olguyu hücre düzeyinde düşünelim. Öncelikle hücre fizyolojisi hakkında bir bilgiyi paylaşmamda fayda var. Bruce Lipton’ın “İnancın Biyolojisi” kitabından kısa bir alıntı yapayım: “Alıcılar (yani hücre reseptörleri) enerji alanlarını algılayabildikleri için, hücre fizyolojisi üzerinde sadece fiziksel moleküllerin etkili olduğu düşüncesi eskide kalmıştır. Biyolojik davranış, düşünce de dahil olmak üzere bazı görünmez güçler tarafından da kontrol edilebilir” Yani hücre duyu organları olan reseptörlerin sinyal iletmesi için her zaman fiziksel bir molekülün olması ve reseptöre bağlanması şart değil. Düşünceler de reseptörün, sanki üzerine bağlanan bir madde varmış gibi aktif hale geçmesini ve hücrede bir yanıt tepkisini sağlayabilir. Örneğin hasta oldunuz ve hastalığınız ile ilgili size bir ilaç verildi. İlaca başladınız ve kısa süre sonra iyileştiniz. Ama sonradan aldığınız tabletin içinde gerçek ilaç olmadığı, sadece bir nişasta tableti olduğu söylendi. Yani sizi iyileştiren ilaç değil, ilacın sizi iyileştireceğine yönelik olumlu düşünceleriniz. İşte bu etkiye tıpta “plasebo etkisi” deniyor”.

Düşüncelerin etkisi tabii ki olumsuz da olabiliyor. Hepimiz doğarken anne ve babalarımızdan bize aktarılan bir DNA yapısıyla, yani bir gen-plan kütüphanesi ile doğuyoruz. Bu genlerde bize kişisel özelliklerimizi, başkalarından farklı yanlarımızı kazandıracak genler olduğu kadar hastalıklara yol açabilecek genler de var. Ancak DNA yapımızda bir hastalıkla ilişkili bir gen olması mutlaka o hastalığın ortaya çıkmasını sağlamıyor. Bu gen planının çıkarılıp kullanılmaya başlaması için buna neden olacak başka etkenlerin de olması gerekiyor. Bu dış faktörlerin bazıları net olarak biliniyor, örneğin sigara, kötü beslenme. Bu etkenler kadar etkili bir diğer etken stres ve olumsuz düşünceler. Olumsuz düşünce de hücrelerce bir tehlike varlığı olarak algılanıp gen-plan kütüphanesinden hastalık içeren geni açığa çıkarmasına ve bu plan doğrultusunda kullanmaya başlamasına, yani hastalığın başlamasına neden olabiliyor.

Düşüncelerimiz o kadar kuvvetli ki olmayan hastalığı başlatabildiği gibi olan hastalığın da ortadan kalkmasını sağlayabiliyor, tabii ki tıbbi destekle çok daha etkili biçimde. Ve tabii algının ve daha da önemlisi bilinçaltı olumsuz düşüncelerin de olumlu olanlarla değiştirilmesi önemli. Bu noktada da EFT (Emotional Freedom Technique) ve psikokinesyoloji gibi yöntemler fayda sağlıyor.

SONUÇ OLARAK ÖZETLEMEK GEREKİRSE:

*Algılarımız kesin gerçekleri yansıtmaz.

*Bir hastalığa ait genleri taşımak hastalığın mutlak kaderimiz olduğu anlamına gelmez.

*Vücudumuz kendini iyileştirme bilgisine sahiptir.

*Düşünceler bizi hasta edebildiği gibi iyileşmemizi de sağlayabilir.

*Olumsuz düşünce kalıplarımızı ve bilinçaltı olumsuz mesajları düzeltmek mümkün.

 

Romatoloji Uzmanı Tolga Enver Yücetürk

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.