Kendi kimliğimizi oluşturamıyoruz

 

22 Temmuz 2014 11:54
Kendi kimliğimizi oluşturamıyoruz




İslam dünyası batı tarafından ipotek altına alınıyor. Müslümanlar bunu kabulleniyor


  On bir ayın sultanı Ramazan ayının ikinci haftasını geride bıraktık. Şehir de Ramazan dolayısıyla yaşanan tatlı bir koşuşturma var. Ramazan programları, iftar telaşı, teravih namazları bir yana İsrail’in zulmüne maruz kalan Filistinli kardeşlerimizin dramı içimizi yakıyor. Meşhur âlim ve mutasavvıf Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin torunu yazar Belkıs İbrahimhakkıoğlu’yla Ramazan ayını ve İslam aleminin bu ayda sergilediği manevi duruşu konuştuk.


Kutlu bir ayın ikinci haftasını geride bıraktık. Sizin için Ramazan ayı ne anlam ifade ediyor?

İnanmayanın bilmediği Ramazan’ın güzelliğinden mahrum olan insanlara gerçekten çok üzülüyorum. Bu güzelliği tadamamak, bunu duyamamak bir insan için çok büyük kayıptır. Ramazan’ın nimetlerini, lütfunu Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de de bize söylüyor.Ben bu ayda bildiklerimizin dışında bilmediğimiz daha bir çok ihsanın ve hikmetin olduğunu düşünüyorum. Ramazan bize arınmak için ihsan edilen önemli bir zaman dilimidir. Gördüğümüz ve idrak etiğimiz her Ramazan için ne kadar şükretsek az.


Genelde çocukluğumuzdaki eski Ramazanlardan ve bayramlardan özlemle söz edilir. Sizin çocukluğunuzda Ramazanlar nasıl geçerdi?
Benim çocukluğum Erzurum’da geçti. Ramazan ayı sanki atmosferin zerrelerine sinmişçesine inerdi Erzurum’a. İftar saatlerinde bütün sokaklar, bütün şehir boşalarak rahmanî ve uhrevi bir sessizlik kuşanırdı. Ramazanda Erzurum’un gece hayatı vardı. Dükkânlar, hamamlar açık olurdu. Camiler dolar taşardı. Hayır hasenat konusunda insanlar adeta yarışırlardı. Asla sofrası yemeksiz insan kalmazdı. Herkes herkesin halini bilirdi. Kimse gösteriş için bir şeyler yapmazdı. İbadetlerine gösterişin gölgesini düşürmezlerdi. Zaten oruç tutmak, ibadetin farkında olabilmektir. Büyüklerimiz pedagoji okumadıkları halde bir çocuk nasıl oyalanır, bir çocuğa ibadet nasıl sevdirilir o kadar güzel biliyorlardı ki; oruç tuttuğumuz zaman bize çok büyük bir şey yapıyormuşuz havası yaşatırlardı. Çocukluğumuzda da büyüklerimizin şefkati ve anlayışıyla Ramazanın farkındaydık.

İSLAMİ BİR DİL KULLANMIYORUZ

İbadet gösteriş için yapılmaz dediniz. Günümüzde lüks otellerde zengin iftar menüleriyle oruçlar açılıyor. Bu durum Ramazanın ruhuna uygun mu sizce?

Biz uzun zamandan beri ipin ucunu kaçırdık. Artık kendi dilimizle konuşmuyoruz. Kabul etsek de etmesek de kendi kültürümüze, inancımıza dayalı bir Müslüman dilimiz yok. Müslümanlık demek; bir ruh, bir ahlak demektir. İslam ahlakı da sadeliği esas alır. Böyle aşırılıklardan uzak durmak peygamberimizin öğüdüdür. Onun için böyle gösterişli kutlamaları ben şuursuzluk olarak nitelendiriyorum. Lüks mekânlarda yapılan eğlenceli iftar yemekleri Ramazanı bahane ederek kendi firmasının, kendi cemiyetinin reklamını yapmaktan başka bir şey değildir. İftar saatlerinin bir asaleti vardır. “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” ayeti kerimesinin içimizde gerçekten aktığını hissettiğimiz anlardır. Ama biz bu hassas anları iftar programı adı altında şamatayla geçiriyoruz. Bu tür şeyler insanı ruhaniyetten uzaklaştırıyor, iç yolculuğumuzun kapılarını kapatıyor. Zihnimizi ve gözümüzü meşgul ediyor, kalbimizle oynuyor.

YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LAZIM

Her semtte Ramazan eğlenceleri ve programları var. Caminin yanında ya da avlusunda fasıllar, gösteriler oluyor. Osmanlıyı yaşatıyoruz deniliyor ama Osmanlı’da böyle eğlenceler var mıydı?

Bir şeyin ruhu çekildiği zaman şekli işkence olur. Osmanlıda var olan, ruhuyla beraber vardı. O dönemde yaşananlarda bir edep, usül, erkan vardı. Bununla birlikte eskiye bu kadar takılıp kalmayı da çok doğru bulmuyorum. Hz. Mevlana’nın da dediği gibi; “artık yeni şeyler söylemek lazım.” Bizim referansımız çok kuvvetli. Kur’an’ı Kerim bitmeyen bir hazine. Bizim ondan beslenmemiz lazım ama ham bir anlayışla ve algıyla değil. O yüzden ben bu eski merakını çok abes ve basitçe buluyorum. Bir fikir üretemiyorsanız, yeni bir şey üretip yeni bir ses getiremiyorsanız eskiye takılıp kalırsınız.


Türk Edebiyatı Vakfı'nın yönetimi ve yazı işleri müdürlüğünde bulunmuş biri olarak geçmişten günümüze Ramazanın edebiyata etkisi nedir?
Geçmişte yazılmış romanlarda ve hikâyelerde Ramazan’ın ruhunu hissediyordunuz. Bugün edebiyat o anlamda irtifa kaybetmiş durumda. Çünkü sosyal medya hesapları söz yarışı mekanları oldu. Herkes kendi duygularının ilanının gayretinde. Yazarlarımızda da ben bu basit duygusallığı görüyorum Merhamet ve muhabbetin nasıl gösterileceği bellidir. Rabbimiz “Malınızı saçıp savurmayın” der ya işte duygularda öyledir. Eğer iç dünyanı teşhir edersen onu elinden alırlar. Üzüldüğüm bir başka konu ise ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler çok sık kullanılıyor. Sanki onlar benim için inmemiş de karşımdakini terbiye etmek için yazılmışçasına insanlar birbirine ayet ve hadis savuruyor. Bunlar insanı olgunluğa ve kemale götürmez.

Bu sene de hüzünlü bir Ramazan yaşıyoruz. İsrail Filistin’i bombalıyor. Rahmet ayında yaşanan bu zulümde ne derece payımız var?

Bizim ayrılığımızın bu zulümde payı çok büyük. İslam alemi böyle paramparça olmamalıydı. Yine de ben acıları travmatik hale getiren insanlardan değilim. Çünkü biliyorum ki hayat kesintisiz. Ebediyet diye bir şey var. Ve biliyorum ki Rabbim o zulme uğrayanlara öyle güzel yerler hazırlıyor ki, biz o mertebeleri görebilsek belki onların bayramını yaşayacağız. Burada bizim için ibret almamız gereken şeyler var. Kabul edelim veyahut etmeyelim; Batı bütün İslam dünyasının beynini, vicdanını ipotek altına aldı. Onun için bu hadiselere ahlanıp vahlanmaktan ziyade somut bir şeyler yapmalıyız. İmanımızı kavi etmek zorundayız. Ve bize ait inancımıza dayalı olan bir anlayışı, bir dili, bir yaşayış tarzını yeniden hayatımızın merkezine oturtmak zorundayız. İslam dünyasının yaşadığı bu acıların bir uyanışa vesile olacağına bütün kalbimle inanıyorum ve dua ediyorum.

****Bu sene de Ramazan uzun yaz günlerine denk geldi. Bununla birlikte hava birden bire serinledi. Bunu belki hava durumu raporuyla izah edilebiliriz ama ben öyle düşünmüyorum. Bu durum Rabbimizin bir lütfu, insanlar oruçlarını bu şekilde daha rahat tutuyorlar.


****İslam çok yukarılarda bir yerde ve biz ona yükselmek zorundayız. Ama biz nefsimize sıkış tıkış kalmış dünyamıza İslam’ı uydurmaya çalışıyoruz.





****Elbette çocuklar camiye gitmeli zira ibadete küçük yaşlarda alışılır. Bizim çocukluğumuz da büyüklerimiz camiye gitmeden evvel bize zaman ayırırlar ve bir ibadetgâhta bulunmanın adabını, edebini öğretirlerdi. Çocukluğun vermiş olduğu duyguyla yine hafifçe gülerdik, kıpırdardık ama kesinlikle başkasının namazına sıkıntı verecek ses tonuyla konuşmazdık. Günümüzde hocalarımız ibadethanelerde bulunmanın bir adabı olduğunu mutlaka başta çocuklar olmak üzere herkese anlatmalı diye düşünüyorum.  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.