‘Senin yüzünden! …’ Demeyin
Bilge Kadın, 14 Şubat 2018 15:11
Selma, 6 çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğuydu, bana geldiğinde 8 yaşındaydı. Selma’nın onu psikolojik olarak susmaya iten, ‘Seçici Konuşmazlık’ dediğimiz sürece getiren olaylar, beş yaşındayken başlamıştı.
Selma, beşkardeşi, anne ve babasıyla kendi halinde normal bir yaşam sürerken, bir gün annesi hastalanıyor. O dönemlerde beş yaşlarında. Kendisinden büyük iki abla, bir ağabey ve kendisinden küçük iki kardeşi daha var…
Küçük kardeşin yeni doğduğu dönemde, anne ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşıyor. Uzun süre tedavi görüyor. Yoğun uğraşılara rağmen iyileşmiyor. Hastane ortamından evine gidip, son günlerini evinde huzur içinde yaşasın diye doktorlar tarafından eve gönderiliyor. Birkaç ay evde babaanne, hala ve benzeri yakın akrabaların yardımıyla yaşıyor. Bir gün, hayata gözlerini kapatıp vefat ediyor.
Anneye en fazla ihtiyaç duyulan dönemde anne, Selma’nın hayatından çıkıp gidiyor. Aradan 1,5 yıl geçiyor. Kendi hallerinde, bir şekilde yaşamaya alışıyorlar. Büyük kızlar, evde yemek yapıp en küçük çocuklara annelik yaparken, Selma babasıyla birlikte dükkânda çalışıyor. Dükkânları evin hemen alt katında olduğu için baba endişe duymadan iş hayatına devam ediyor. Çocuklarını kimseye muhtaç etmeden, yük etmeden idare ediyor.
Baba gitmiş ama gelmemiş
Bir gün ablalar ve ağabey, kardeşlerini alarak yakın akrabalarına gidiyorlar. Selma babasının yanından ayrılmıyor. Çok ısrar ediyorlar ama istemediği için gitmiyor. Babası da gitmemesine ses çıkarmıyor. Öğleden sonra, baba-kız dükkânı temizlemeye başlıyorlar. Selma, babasının istediği gibi her yeri bir güzel temizleyip süpürüyor. Daha sonra radyoyu açıyor. Müzik dinlemeye başlıyor. Ancak dışarıdan gelen sesler nedeniyle müziği duyamadığı için, sesini iyice açıyor. Babası da başının ağrıdığını söyleyerek müziğin sesini kısmasını istiyor. Selma, babasının söylediğini duymamış gibi yapıyor. Hani çocuklar sıklıkla yaparlar ya…
Bir süre sonra babası, başının çok ağrıdığını söylüyor. Yüzü asılıyor. Selma, gidip gelip babasını kontrol ediyor baş ağrısı geçti mi diye…
Sonrasında babası, baş ağrısına dayanamayarak eve ilaç almaya çıkıyor. Sıcaktan bunaldığını, kendini kötü hissettiğini söylüyor. Dükkâna dikkat etmesini, hemen bir ağrı kesici alıp geleceğini de ekliyor ve eve çıkıyor.
Aradan epey zaman geçmesine rağmen baba inmiyor dükkâna. Selma kız, bekliyor ama baba gelmiyor işte. Merak edip yukarıya babasına bakmaya çıkıyor. Eve giriyor. Babasına sesleniyor ama baba cevap vermiyor, ses yok. Tam oturma odasına girdiğinde, babasının yerde olduğunu görüyor Selma. O anda Selma’nın gözleri önünde babası kalp krizi geçiriyor.
Selma babasının çırpınmalarına, yerleri tırmalamasına şahit oluyor. Babası son nefesini verip yerde cansız yatarken, uyandırmaya çalışıyor. Babası uyanmıyor. Cama koşuyor Selma; bağırmaya başlıyor, “İmdat… Babama bişey oldu… Ne olursunuz yardım edin! …’ Kısa süre içinde ev mahalle halkıyla doluyor.
Cenaze işlemleri bitince 1,5 yıl önce anneleri ölen bu altı kardeşin, ne olacağı tartışması başlıyor… Akrabalarından kimi, “Yanımıza alalım” kimi, “Yuvaya verelim”, kimisi de “Hepsine birden nasıl bakacağız?” diyor. En sonunda akrabalar, aralarında anlaşıyorlar. “Her birimiz birisini alalım. Böylece çocuklar yurtlarda perişan olmaz, arada sırada da olsa birbirlerini görürler” diye çözüm buluyorlar. Selma’yı çok sevdiği halası alıyor. İki yıl Selma yanlarında kalıyor ama hiç konuşmuyor yavrucak…
Duyduklarım beni çok etkilemişti. Selman’ın hali beni endişelendirmişti. Bir yandan da ‘Bir şeyler yapabilirim belki’ diye düşünmeden edemiyordum.
Yememiş,
içmemiş ve
hiç konuşmamış
Hikâyesinden çok etkilendiğim bu kızı merakla bekliyordum. Nihayet geldiler.
Halası olan biteni tek tek anlattı. “Gelinimiz ve ağabeyimin ölümünden sonra,
onu bir türlü mutlu edemedim. İki yıldır yüzü hiç gülmüyor. Kendiliğinden
hiçbir şey yapmıyor. Sadece konuşmasa neyse ama sanki kurulmuş bir robot gibi.
Örneğin; sofraya oturup yemek yiyeceğiz ‘Hadi Selma sofraya otur!’ diyoruz
oturuyor. ‘Hadi Selma, artık kalkabilirsin’ demeden kalkmıyor.”
“Önceleri aldırmadık. Baktık olmadı, karşımıza aldık uzun uzun konuştuk anlattık. Ona evimizin bir kızı olduğunu, evdeki herkes kadar her şeye hakkı olduğunu… Ama hiçbirisi fayda etmedi. Zamanla öfkelenip inadını kırmak için bazı taktikler uygulamaya başladık. Sofra hazır olunca ‘Gel otur’ demedik, aç kaldığı günler oldu. Ya da ‘Artık kalkabilirsin’ demedik saatlerce sofrada oturdu. ‘Hadi artık uyu’ demedik, sabaha kadar koltukta öyle oturdu. Vicdanın yoksa söyleme…”
Hal hareketleri, dinlemiyormuş gibi ama tüm alıcılarını bana çevirdiğini hissettiğim tavırları… Onunla yaptığım ilk seans dün gibi aklımda.
– Biliyor musun ben seni çok sevdim.
– …
– Vallahi çok ciddiyim, çok sevdim.
– …
– Ne güzel hiç konuşmuyorsun, diğer çocuklar gibi kafamı şişirmiyorsun…
Gözlerimin içine bakıp gülümsemesini saklamak ister gibi dudaklarını ısırarak başını salladı.
– Biliyor musun? Bazen çocukların hayatlarında bazı şeyler yolunda gitmiyor, benim işimse bunları yoluna koymak. Beni dinlediğini biliyorum… Hatta benimle konuştuğunu bile hissediyorum. Çocuklar benden yardım isterler, ben de onlara yardım ederim. Bu hep böyle oldu.
–
…
Ben konuşuyordum yavrucak ise hiç konuşmadan beni dinliyordu. Ona:
– Ama şu an işler değişti. Sana yardım etmeyi ben istiyorum. Eğer bana yardım edersen,
izin verirsen seni susturan şeyin ne olduğunu bulurum. Gerçekten… İnan bana…
İzin verir misin? Diye sordum. Başını salladı! Evet! Başını salladı!
– Elimde bazı resimler var, o resimleri çocuklara gösteriyorum, onlar da bana resimlerle ilgili hikâyeler anlatıyorlar. Onlar bana hikâye anlatınca ben de onların mutlu olmasını sağlıyorum. Yani, bütün sır hikâyede. Biliyorum sen konuşmuyorsun. Ama hikâye anlatmak istersen, konuştuğunu kimseye söylemem. Bu ikimizin sırrı olur. Anlaştık mı?
Bir süre düşündü. Başını sağa, sola salladı. Evetle hayır arasında gidip geliyordu. Birden evet anlamına gelecek şekilde başını salladı. Karşımdaydı… Ben ona resimler gösteriyordum o da bana hikâyeler anlatıyordu. İşimiz bittiğinde, ona çok teşekkür ettim.
Anlattıklarını analiz etmeye bile gerek yoktu. O kadar saf, o kadar temiz, o kadar kendi hikâyesini anlatmıştı ki… Selma’nın bilinçaltı karmakarışıktı.
İşte, Selma’nın analizden geçmesine bile gerek bırakmayan, halasını dinlerken gözyaşlarına boğan, beni hıçkırıklara boğan hikâyesi…
Selma kendi hikâyesini anlatıyor
“Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir ülke varmış. Bu ülkede anne babasıyla yaşayan çok mutlu çocuklar varmış. Çocuklar kardeş kardeş hep oynarlarmış, anne babaları onlara hiç kızmazlarmış. Bir gün, bu çocukların annesi hastalanmış. Çocuklar çok üzülmüş. Ama kimse çocukların üzüldüğünü anlamamış. Anneyi hep hastaneye götürmüşler. İlaçlar vermişler. Hem de acı acı ilaçlar. Anne, sırf çocuklarını yalnız bırakmamak için içmiş bütün o acı ilaçları.”
“Çocuklara hep annelerinin iyileşeceği söylenmiş. Bir gün anneyi eve getirmişler. Çocuklar, anne geldi diye çok mutlu olmuşlar. Anne hep yatakta yatmaya başlamış. Artık çocuklarına yemekler yapmıyormuş. Çocuklar çok üzülmüşler. Annelerinin yanında oyunlar oynamaya başlamışlar. Annelerinin yanında niye oynuyorlarmış biliyor musun? Anneleri eğlensin diye. Ama babaanneleri hep kızıyormuş onlara: ‘Gürültü yapıp durmayın! Anneniz zaten sizin yüzünüzden hastalandı! …’ diye. Çocuklar çok yaramazlık yaptı diye hastalanmış anne meğer. Çocuklar da anne iyileşsin diye, onu eğlendirmek istiyorlarmış ama kimse anlamıyormuş. Herkes çocuklarını azarlayınca anneleri de çok üzülüyormuş.”
“Bir gün anne ölmüş. Herkes ağlamış. Çocuklar annenin neden öldüğünü anlamış: ‘Yaramazlık yaptılar’ diye. Çocuklar evde babalarıyla yaşamaya başlamışlar. Bir gün, anneanne gelip yemek yaparken, çocuklar gürültü yapmışlar. Anneanne onlara kızmış ‘Kızım sizin yüzünüzden hasta oldu. Hiç annenizin sözünü dinlemediniz, hasta ettiniz kızımı. Sizin yüzünüzden de öldü. Sözümü dinlemeyip gürültü yapar, çok konuşursanız beni de öldürüp ortada kalacaksınız. O zaman kim bakacak size?’ demiş.”
“Bir gün Selma, babasıyla dükkânda oturuyormuş. Ablaları, kardeşleri amcalarına gitmişler. Selma, babasının yanından ayrılmak istememiş. Hiç gürültü yapmadan hep babasına yardım ediyormuş.”
“Anneleri çocuklar evde yokken hastalanmış ya… ‘Babası yalnız kalır, hastalanır’ diye yalnız bırakmak istemiyormuş. Babaları çocuklarına hiç kızmıyormuş zaten. Gürültü yaptıklarında bile. Selma dükkânda babasına yardım etmiş, her yeri mis gibi yapmış. Elleri de acımış biraz. Radyoyu açmış. Babasının başı ağrımış. ‘Kızım kapat şunun sesini’ demiş. Selma duymuş ama duymamazlıktan gelmiş. O anda radyoda en sevdiği müzikler varmış çünkü. Babası biraz sonra eve gitmiş. İlaç alıp gelecekmiş. Gitmiş ama gelmemiş.”
“Selman’ın aklına, hemen anneannesiyle babaannesinin söyledikleri gelmiş. Annesi zaten çocukların yaramazlığı yüzünden ölmüştü ya. Selma çok korkmuş eve çıkmış. Babasını aramış. Odaya girince bir bakmış, babası bir şeyler yapıyor. Selma çok korkmuş. Babası Selma’ya ‘Git’’ der gibi işaretler yapmış. Selma gitmemiş. Babası yerde uyumaya başlayınca uyandırmaya çalışmış. Uyandıramayınca ağlamaya başlayıp komşuları çağırmış. Sonra ev kalabalık olmuş. Selma kimseye söyleyememiş ama çok üzülmüş… Babası ‘Git’ dediği halde gitmemiş. Yine babasının sözünü dinlememiş. Eğer gitseydi, müziğin sesini açıp babasının başını ağrıtmasaydı babası ölmeyecekmiş. Güya, Selma’nın yüzünden ölmüş…”
‘Söylenilmeden
hiç bir şey yapmayacağım’
“Akrabalar çocukları paylaşmışlar. Selma ablalarından ayrılmak istememiş. Küçük
kardeşini de çok seviyormuş. Halası yanına gelip, ‘Kızım sen artık benim
kızımsın bizimle yaşayacaksın’ demiş. Selma çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş
ki, zaten halasını da çok seviyormuş, ‘İstediğim zaman kardeşlerime götürürler’
diye düşünmüş.”
“Halasının evine gidince, ‘Artık bunlar benim yeni anne babam’ demiş kendi kendine. Ama birden korkmaya başlamış: ‘Annemle babamı ben öldürdüm. Yaramazlık yaptım sözlerini dinlemedim. Yeni annemi babamı çok seviyorum. Ya onlara da bir şey olursa ben ne yaparım?’ diye endişesinden ne yapacağını şaşırmış. Sonra aklına bişey gelmiş.”
“Gece yatmadan önce yatağının başucuna oturup dua etmeye başlamış.
‘Allah’ım… Ben çok yaramaz bir kızım. Annem babam benim yüzümden öldü. Halamlar çok iyi insanlar. Ne olur benim yüzümden onları da yanına alma. Eğer onları da alırsan ben kimin yanında kalırım? Ne olur Allah’ım, bana yardım et. Hiç konuşmamam için bana yardım et. Ne zaman gürültü yapıp söz dinlemesem, annem babam ölüyor. Hep susmam için bana yardım et Allah’ım. Ne söylerlerse yapacağım, onlar söylemeden hiçbir şey yapmayacağım… Ne olur onları benden alma!”
“O günden sonra Selma hiç konuşmamış. Gülmemiş. ‘Eğer gülersem evde gürültü olur, başları ağrıyıp ölürler’ diye korkmuş. Hep susmuş…”
Hikâyesi bitince Selma gözlerimin içine baktı ve ekledi: “Biliyor musun? Hala her gece dua ediyorum. ‘Allah’ım n’olur konuşmayayım, konuşmamam için bana yardım et!’ diye. Bazen çok mutlu oluyorum. O zaman çok korkuyorum sevinçten çığlık atarım da gürültü olur, annem ölür diye…”
O küçük bedeniyle ne kadar büyük bir görev üstlenmişti. Kaçımız, en konuşkan, en geveze çağımızda kendimizi susturmayı başarabiliriz ki? Kaçımız, bir dondurma alındığında bile sevinç çığlıkları atabilecekken, bu yoğun duyguyu bastırıp susmaya devam edebiliriz ki? Kaçımız?
Bu kadar sevilmek… Bu kadar değer verilmek…
‘Senin yüzünden’ demeyin çocuklarınıza
Yapmayın ne olur! … Çocuklarınızın küçücük omuzlarına, ağır yükler yüklemeyin. Onların akılları da büyük, yürekleri de kocaman…
Ne olur başınız da ağrısa, bir bardak da kırılsa, eşinizle de kavga etseniz; “Senin yüzünden böyle oldu” demeyin…
Zaten aslında hiçbiri çocuğunuz yüzünden değildir. Aslında hiçbir şey, hiçbir zaman, bir başkası yüzünden değildir, sebebi yine kendimizizdir. “Senin yüzünden!” Demeyin çocuklarınıza…
Hele hiçbir zaman “Senin sayende” demiyorsanız, “Senin yüzünden” de demeyin hiçbir zaman…
Bilge Kadın, 14 Şubat 2018 15:11
Yorumlar (0)