Dehşet bir cümle “ben acılar çocuğuyum”. Ve dehşet bir tespit “ajitasyon”. Peki, acılar içinde gerçekten de acılar içinde olan üretebilir mi? Üretebildiği ne olur, olursa kime faydası olur? Acılar içinde kalan kimse acıların içindeyim demez. Acıdan gözünü açamaz etrafına bakamaz insanlar ile iletişime geçmez daha çok içine kapanır kendisine hapsolur. Sonra toplum onun ne kadar da içe kapanık bir birey olduğunu söyler.
İçe kapanan insan o dönemde faal değildir. Belki depresyon ya da farklı bir bunalım içindedir. Bu durumdan bir çıkış bulmadıkça yaşamaya devam edemez.
Acılar, tecrübe insanı insan yapandır. Bir çıkış bulabildiyse insan onu tebrik etmek gerekir. Yine de hayatın insanların etrafını pozitif anlamda motive ve takdir etme gücü yok olup gitti. İyi işler yapanlar güzel yerlere gelenler kimseye minnet etmeyenler her işi kendi bilek gücüyle kalbinde tuttuğu inançla duayla yapanlar kimseden takdir görmüyor ve hatta taşlanıyor. Çünkü insan hasettir kıskançtır. Kendisini aciz görmek istemez. Kendi yapamadıklarını başkası yapsın istemez. Çekemez kabullenemez. Burada bizim en büyük kaybımız apaçık görünüyor: Takdir ile azalacağımız zannı. Diğerini aciz görmek hor görmek kimseyi üstün yapmazken üstelik. Korkular hep yıkıcı bireyler inşa eder. Beğendiğimizi söylediğimizde bizim de beğeni duyma ihtiyacı hissettiğimizi düşünebiliyor olmaları bile ürkütücüdür hatta korkunçtur. Övgünün içinde bir hakaret aramak, ilhamı intihale yormak insanların birbirine karşı ne kadar da sevgisiz ne kadar da güvensiz olduğunu apaçık gösteriyor. Hatta işin en trajik yönünü söyleyelim. Sevmek bile acaba ne türlü bir menfaat güttüğümüzü sorgulatıyor artık. Ne menfaati var ki beni sevdi düşüncesi zihinlerde çengel gibi durmakta. Oysa insan kalbi seçici değildir. Aşk beklenmedik anda bizi bulur. Eyleme geçip geçmeme iradesidir elimizde olan ancak sevmek planlanamaz sevmek bir mantık işiyle meydana gelemez zamanla oluşabilir de değildir. Zaman sadece alıştırır benimsetir insana. Sevgi ne kadar da kutsal bir kelime. Ne kadar da kaybolmuş ve anlamını yitirmiş aynı zamanda. Kendi penceresinden dünyaya bakanlar körleşir. Zihinlerinin yalanlarıyla mutlu olurlar. Zihin insana onu en güvende hissedeceği resimler çizer. Olanla yüzleşmek akıl ve kalp vicdan sahibi insanların işidir. Vicdan tükenirse geriye ruh sağlığı bozulmuş her şeyi birbirine karıştıran ve aslında ne kadar da aciz olduğunun bilincinde ancak yenilgiyi hiç kabullenmeyen bireyler ortaya çıkar. Fırtına yıktıklarının ardında salt gerçekleri bırakır. İzin verin fırtına sizi yıkıp geçsin. Dönün aynaya ve bakın kendinize. O kim? Ne yapıyor ne söylüyor? Neden? Cevaplarda dürüst olun çünkü kendinize dürüst olmadıkça pamuktan bir hayatınız olur. Aslında özür dilemeniz gerekenlerden özür dilemez bir de onlara küfür eder aklınızca topluma küçük düşürmeye çalışırsınız. Düşen kendiniz olursunuz zira yalanla abat olunmaz. Yalanla sevgi oluşturulamaz. Kimseye yaranmak için çaba harcamamalı insan. Kendinizi ispat etmek için ihtiyaç duyduğunuz tek şey kendiniz olmalısınız. Aksi halde kaybettiğinizde bitersiniz. Kendinizle olmaya her işi her şeyi kendi kendinize yapmaya alışın ve bunun bir zayıflık değil aksine güçlülük olduğunu bilin.
Acıdan çıkmayı başaramayanlar ise ömrünü hastanede ya da rehabilitasyonda tamamlıyor. Kanser hüzün ve acının içinde kaldıkça insana tutunuyor. Ya da akıl başı terk edip gidiyor.
Unutulmamalıdır ki acı çeşit çeşittir, her acının panzehiri başkadır. Panzehir geçici ise iyileşme de geçici olur. Öyle bir şey size panzehir olsun ki ne bu dünyada kaybolsun ne ahirette. Ne ölsün ne hastalansın ne sizi bir saniyelik bir nefeslik olsun bıraksın. Adını fısıldadığınızda hatta zihninizden geçirdiğinizde imdadınıza yetişsin. Sizi üzenleri cezalandırsın. Düştüğünüzde tutsun, her ne olursa olsun sizi sevsin ve kabul etsin. Öyle mükemmel öyle kusursuz. Hem kâinata sığamayacak denli büyük hem kalbimize sığabilen. O hep bizimle. Ya biz kiminleyiz?
Yorumlar (0)