Eğer eşimizin karakterine yerleşmiş yanlışların düzelmesini istiyorsak öncelikle onun fıtratını tanımaya, kabullenmeye ve her şeyini yanlışmış gibi değerlendirmemeye çalışmalıyız. Farklılıkları eksiklik olarak görmeyip tamamlamaya, geliştirmeye ve güzelleştirmeye çalışmalıyız.
Bezen kıyaslamalara, çekişme ve kavgalara götüren, evlilik hayatını
yıkıntıların yaşandığı harabeye dönüştüren farklılıklar…
Evliliğin ilk aylarında söylenen “Ben senin için hayatımı ortaya koyarım.
Dünyaya bir daha gelsem yine seni arar bulurum ve seninle evlenirim” sözlerini
“Artık onu kaldıramıyorum. Biz ayrı dünyanın insanlarıymışız. Benim hassas
olduğum meselelerde vurdumduymaz oluşu beni çileden çıkartıyor. Hayata bakış
açımız çok farklı. Tamamen birbirimizin zıddıyız. Gözüm körmüş. Onu daha yeni
tanıyorum. Bu evlilik böyle yürümez” kelimelerine bırakan farklılıklar…
Ve ‘ankebut’a dönüşen bir yuvada yıkıntılar arasında bocalayan çocuklar…
Peki, bu hale nasıl geliyor yuvalar?
“Evleniyoruz, mutluyuz” yazılarının, yapılan onca çeyiz hazırlıklarının, düğün
masraflarının, hayallerin, ümitlerin, takılan takıların sonu neden mahkeme
kapılarına gidiyor? Veya birçok aile sırf ele güne karşı utanma belasıyla,
kavgayla dövüşle de olsa birbirlerine hayatı zehir ettirerek evliliğini devam
ettiriyor.
Evliliğin ilk aylarında sevgi dolu olan bakışların yerini neden kahır dolu
bakışlar alıyor?
Nasıl ki ehliyeti hak etmeyen bir şoför 30 km yol gitmek istediğinde olmadık
kazalar yapabiliyorsa ve sağlıklı bir yolculuğun teminatı ehliyet almaktan
geçiyorsa, yaklaşık 60 yıllık bir hayat yolculuğuna çıkan çiftler de bu
yolculuğu huzurla geçirip evliliklerinin ufak tefek kazalara kurban gitmesini
istemiyorlarsa yolculuk için kendilerine lazım olacak azığı temin etmeye
çalışmalıdırlar.
Evlilikte ilk kazanılması gereken bilinç, kişinin evlendiği
kişideki karakter farklılıklarını tanımaya çalışması olmalıdır. Farklılık;
benzememek, başkalık demektir. Aslında hem çeşitliliktir hem de zenginliktir.
Evlenen çiftlerde iki farklı kişilik modeli vardır. İki birey de farklı aile
ortamlarında yetişmiştir. Bu farklılıklar ya çatışmaya yol açacaktır, ya da
hayatlarına anlayış ve zengin bir vizyon kazandıracaktır.
Ruh bilimcileri, insanlardaki karakter farklılıklarını araştırdıklarında tam 18
bin tane karakter çeşidinin olduğunu tespit etmişler. Sertlik, yumuşaklık,
öfke, duyarlılık, içe kapanıklık, dışa dönüklük, hayâ, cömertlik vs. gibi
karakter çeşitlerinin her insanda yalnızca bir veya ikisinin daha yoğun
yaratıldığının sonucuna varmışlar.
Yine Rabbimiz, Rum Suresi’nin 22. ayetinde yaratmış olduğu insanlardaki
farklılıkları, kendi varlığının belgeleri olarak ilan ediyor. Allah’ın var
olduğunu belgeleyen ayetlerden, delillerden bir tanesi de insanlardaki suret,
dil ve karakter farklılıklarıdır. Yaradılıştaki bu farklılıklar Allah’ın 99
esmasının bir tecellisidir.
Rabbimiz, her insanın zekâsına farklı kabiliyetler verdiğinden her insanın bir
durumu, bir olayı kavraması, onun üzerinden beyninin işlem yapması,
değerlendirmesi ve yorumlaması da farklı farklıdır. İnsanlar, zekâları Allah
tarafından verilen kabiliyetler doğrultusunda ve yetiştiği aile ortamının
etkisi ile algılar ve değerlendirir. Örneğin; Nisan ayında Doğruhaber Gazetesi
yazarları kutlu doğumlarla alakalı yazılar yazmışlardı. Her birinin işlediği
konu aynı olsa da yazılarındaki atmosfer, algılamalarına ve zekâ
kabiliyetlerine göre şekillenmişti. İşte bu kabiliyetlerin her biri o
yazarlarda farklı bir anlayış geliştirdiği için gazeteye zengin bir vizyon
kazandırıyor.
Aynı ev içinde yaşadığımız ve farklı zekâ kabiliyetlerine sahip eşimiz ve
çocuklarımızın da her şeyi bizim gibi yorumlamalarını beklememiz hatta bunu
onlara dayatmamız, onlara Allah tarafından verilen kıvama savaş açmaktır.
Evdeki çocuğun hastalanmasına, duygusal zekâsı yoğun yaratılan anne daha
duygusal bir refleks gösterirken mantıksal zekâsı yoğun olan baba daha
dirayetli davranır. Annenin kendisi kadar telaş ve endişe
duymayan ve duygularını dışa yansıtmayan eşini sorumsuzlukla suçlaması ve
eleştirmesi, onun fıtratındaki farklılıkları kabullenmemesidir. Nasıl
ki şu yeryüzünde rengârenk çiçeklerden, gökyüzündeki galaksilere, uçan
kelebeklere ve yere düşen her damla yağmur tanesine kadar her şey Allah’ın
kevni ayetleri ise yeryüzünde yaşayan 6 milyar insandaki farklılıklar da Allah’ın
kevni ayetleridir. Bu farklılıklara müdahale, eleştiri, kabullenmeme Allah’ın
ayetlerine yapılmış bir saldırıdır.
Rabbimiz, her insanın fıtratına farklı bir ahlak kabiliyeti verip onun
kişiliğini ahlakı ile daha fazla ön plana çıkartmıştır. Eşlere baktığımız zaman
birinde yoğun bir sorumluluk hissiyatı ve cömertlik varken diğerinde bu
yönlerin zayıf kalıp öfke, kuralcılık ve disiplinin yoğun olduğuna
rastlayabiliriz.
Yine çocuklarımıza baktığımızda her birinin ahlakına doğuştan verilen özelliğin
farklı olduğunu fark edebiliriz. Örneğin; yoğun bir öfke ile yaratılan
çocuğumuzun bu özelliğine savaş açmak, devamlı bastırmaya çalışmak yerine
ondaki öfkeyi bir ayet olarak görürsek ve doğru yönde gelişip kıvam bulmasını
sağlarsak o öfke çocuğumuzu şecaat, mertlik, fedakârlık ve yiğitlikte zirve bir
şahsiyet yapacaktır. Ondaki öfke yoğun olsa dahi onun etrafa hakaretler
savurmasına, kırıp dökmesine yol açmayacaktır. Fakat anne, devamlı
tepkilerinden dolayı öfkeli çocuğu diğer çocuklarla kıyaslarsa, küçük düşürürse
ondaki öfke kötü ahlakla beraber dallanıp budaklanacak; ayarı kaçan, bir türlü
kendisini frenleyemeyen ve sinirsel rahatsızlıkların pençesine düşen bir insan
haline getirebilecektir.
İslam âlimlerinin tespitlerine göre öfkeli çocuklar, Allah’ın keşfedilmeyi
bekleyen bir mucizesidir ve eğer doğru eğitilirlerse onlardan zirve şahsiyetler
çıkacaktır. Yanlış muameleye maruz kaldıklarında ise kötülüğün
başını çekmeye ve toplumun başına bela olmaya en elverişli çocuklardır.
Yine birçok kadın kocasının sinirlenince kendisini kaybettiğinden,
etrafındakilere zarar verdiğinden yakınıp bu durumun nasıl değerlendirilmesi
gerektiğini ve nasıl düzelebileceğini soruyorlar.
İnsana verilen öfke, okunması gereken bir ayettir. Aynı zamanda Allah’ın 99
isminin bir tecellisidir. Fakat çocukluk döneminde maruz kaldığı yanlış
müdahalelerle öfkesinin kıvamı bozulup kötü ahlak ile dallanıp budaklanmıştır.
Onun öfkesine savaş açmak yerine, öfkesine sonradan eklenmiş kötü huyları ıslah
etmesine yardımcı olunmalıdır. İnsan eğer İslami bir eğitim alırsa İslam,
şahsiyetine sonradan yerleşmiş kötü huyları formatlar (siler) ve tertemiz bir
sayfa açar.
İslam, şahsiyetimize verilen özelliklerin doğru yönde gelişmesi ve sonradan
kazanılan yanlışların ıslahı için gönderilmiş bir dindir. Sahabelerin İslam
öncesi yara alan şahsiyetleri İslam’la kıvam bulup onlara üstün bir şahsiyet
kazandırmıştır. Bu nedenle İslami eğitimin insanın şahsiyetini onarması için
bilinçle yapılması çok önemlidir.
Eğer eşimizin karakterine yerleşmiş yanlışların düzelmesini istiyorsak
öncelikle onun fıtratını tanımaya, kabullenmeye ve her şeyini yanlışmış gibi
değerlendirmemeye çalışmalıyız. Farklılıkları eksiklik olarak görmeyip
tamamlamaya, geliştirmeye ve güzelleştirmeye çalışmalıyız.
Eşimiz ve ailemize katılan çocuklarımız keşfedilmeyi bekleyen birer
hazinedirler. Onlara özel bir insan olduklarını belli edip ona göre muamele
etmek, onlardaki hataları en aza indirgemeye ve fıtratlarındaki güzellikleri
zenginleştirmeye yardımcı olacaktır. Onları tedirgin etmek yerine kendilerini
iyi hissetmelerini sağlamalıyız.
Örneğin; İslami eğitim ve doğru davranışla Hz. Osman (R.A)’daki yoğun hayâ ve
tevazu onu zirve şahsiyet yapmıştır. Hatta hayâsından bir kez bile gökyüzüne
bakmamış olan Hz. Osman, gökyüzünü tefekkürle alakalı ayet inince ilk defa
başını göğe kaldırıyor. Bugün hayâ ve tevazuu yoğun yaratılmış olan çocuğuna
anneler ‘salak, pısırık, hakkını savunmasını bilmiyor, bu çocuk çok ezilir’
diyerek çocuklarını gerçekten o kıvama getirip özgüvenlerini yitirmelerini
sağlıyorlar. Böylece hayâ ve tevazuu bastırılıp yara alan çocuğun şahsiyeti
yamuluyor. Bu defa ortaya taklitçi, hep birilerinin istediği gibi olmaya
çalışan, özgüvenini kaybetmiş, fikirlerini söyleyemediğinden içinde sıkıntı
eden, sorunlarını çözemediğinden beyninde büyüten, tavırlı, buluttan nem kapan
ve iki uçlu duygu bozukluğu yaşayan insanlar çıkıyor.
Çocukluk döneminde devamlı eleştiri ve müdahaleye maruz kalan, bastırılmaya
çalışılan insanlar kendilerindeki yetenekleri keşfedemiyorlar ve güzel işlere
adım atma cesaretlerini kaybediyorlar. Böylece vasıfsızlaşıp taklitçi bir
kimliğe bürünüyorlar. Birçok psikolojik sorun, şahsiyetin bu şekilde yara
almasından kaynaklanıyor.
Yine Hz. Ömer’in İslam öncesi öfkesinin kıvamı ile İslam’a girmesinden sonraki
kıvamını bir mukayese ettiğimizde İslam öncesinde yanlış yetişmesiyle öfkesinin
onu merhametsizliğe, gaddarlığa ve zulme götürdüğünü görüyoruz. Fakat İslam,
onun öfkesine sonradan yerleşmiş olan kötü karakterleri formatlayıp cesaret,
açık yüreklilik, yiğitlik, şecaat ve adalette onu zirve yaptı. Hz. Ömer’deki
öfke yok olmadı. Fakat İslam’la öfkesini yenebilme ve o esnada kul hakkına
girmeme yetisi kazandı.
Bizler aynı hayatı paylaştığımız eşimizin ve çocuklarımızın
fıtratına verilen özellikleri birer ayet olarak okursak o okuduğumuz ayet, bizi
Allah’a yaklaştıran ve mutluluğa götüren bir vesileye dönüşecektir. Üstelik
yanlışlarını düzeltebilmelerine de kapı açmış olacağız. Yine evladımızı doğru
okuyup doğru işlemeye niyet edersek Rabbimiz kapıları açacak ve yuvamızdan
kendi dininde samimi ve zirve şahsiyetler çıkartacaktır. Unutmayalım ki, “Her
insanın benliğinde hem Musa olma kabiliyeti vardır hem de Firavun olma
kabiliyeti vardır.” (Mevlana)
Şuurlu müminler olup birbirimizdeki Musa ve Meryem kabiliyetlerinin ortaya
çıkmasına yardımcı olmalıyız.
Yorumlar (0)