Toplumlar sağlıklı yapısını nasıl muhafaza eder
Halis Bilgi, 14 Haziran 2020 10:55
İnsan, içine yerleştirilen nefis programı ile kendi varlığını sürdürme kabiliyetinde yaratılmıştır. Yaratıcı, insanı aynı zamanda sosyal hayatın içinde olacak biçimde tasarlamıştır.
Toplumdan uzakta kalmak (örneğin ruhbanlık) tavsiye edilmemiş, sadece belli zaman dilimlerinde, bir eğitim çalışması olarak kendi kendine kalmak uygun görülmüştür. Bu duruma paralel olarak, insanlar arasında uygulanan ahlâkî kurallar, en az bireysel ibadetler kadar önemli görülmüş ve ebedi saadete götüren davranışlar olarak bildirilmiştir.
Birey, toplumun bir ferdidir. Sadece kendi ihtiyaçlarına odaklanmak ve tüm enerjisini onları gidermeye harcamak, insanın ilk evredeki, çocukluk dönemi davranış biçimidir. Yetişkinliğe geçen insandan beklenen davranış ise olgunlaşarak bireysellikten sıyrılması, kendi dışındaki dünya için de fayda sağlaması ve özellikle konumuz açısından değerlendirildiğinde toplumun sağlığını muhafaza eden bir bekçi olmasıdır.
Toplumun varlığını sağlıkla sürdürebilmesi, bireyin topluma sunacağı katkı ile mümkündür. Yaratıcısı, insan hayatını sağlıkla sürdürebilsin diye, ona nefsini bahşettiği gibi toplumlar düzenini koruyabilsin diye de toplumun çekirdeğine, insana diğerkâmlık duygusunu bahşetmiştir. Daha geniş ifade ile birey, bulunduğu toplumun ihtiyacını tespit etme ve karşılama sorumluluğuna sahiptir.
Toplumun ihtiyacının tespit edilmesi, o topluluğu oluşturan bireylerin ihtiyaçlarının hissedilmesidir. O ihtiyaçların giderilmesi için vaziyet almak, sorumluluğun yerine getirilmesidir. Bu anlamda bir sorumluluğun yerine getirilmesi, insanın bu dünyadaki varlığını anlamlı kılması, topluma katma değer sunması demektir.
Bireyin toplumla ilişkisi daireler halinde genişler. Bireyi merkeze koyduğumuzda, sıra ile aile, komşu, akraba, arkadaş gibi daireler oluşur. Bu daireler en son tüm insanlığı içine alacak kadar genişler. Düşündüğümüz bu şekilde her birey, kendi ilişki dairesinin çekirdeğini oluşturmaktadır. Yani bir bakıma her insan, toplumun kalbidir. Dolayısıyla halka halka içinde bulunduğu toplumun /toplumların merkezinde olduğunu hisseden birey, toplumun diğer bir birey(ler)inin ihtiyacını görmezden gelemez.
Yaratıcı Rahman’dır.[1] Bu dünyada yarattığı her varlığın hayatını devam ettireceği imkânları da muhakkak yaratmıştır. Bu mutlak gerçeğe rağmen insanlar, neden bir başkasının yardımına muhtaç hale gelir sorusunun cevabı ise şu ayet-i kerimede açığa çıkar. “Sizi yeryüzünün halifeleri/görevlileri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur…”[2]
Bir imtihan süreci olan bu dünyada, bazılarının imkânları diğer bazılarından daha üst derecededir. Bu ilâhi kanun, bireylerin birbiri ile yardımlaşmasına zemin hazırlamakta, böylece toplumun birliktelik bağını sağlamlaştırmaktadır. Nitekim toplum bilimi, birbirine hiç ihtiyaç duymayan bireylerin oluşturacağı toplumların, uzun vadede sağlıkla devam edemeyeceklerini kabul eder.
Yukarıdaki ayet-i kerimenin işaret ettiği bir durum da bireyin kendisine bahşedilen nimetlerle ilgili tefekkür halinde olması gerektiğidir. Tefekkür etmelidir ki kendisinde ihtiyaç fazlası bulunan nimetlerin farkına varsın. Tefekkür etmelidir ki bu fazlalığın çevresindeki hangi ihtiyacı gidermek üzere kendisine emanet edildiğini fark etsin. Tefekkür etmelidir ki kardeşlik çarkında dişler doğru yere yerleşsin. Kardeşlik çarkı düzenli işlesin ki hem dünya hem ahiret yurdu mamur olsun.
Birey, toplumunun hayatını idame sorumluluğunu yerine getirmezse; tıpkı nefsi olmayan insanın yaşayamayacağı gibi, toplumlar da içten içe yok oluşa sürüklenir. Bireyler, diğer bireylerin ihtiyacını görmezden gelirse; ebedî âlemde, paylaşmadığı nimetlerin yükü altında hesap verir.
[1] Kur’an-ı Kerim, Fatiha Sûresi, 2
[2] Kur’an-ı Kerim, En’am Sûresi, 165
Zeynep Yaren Çelikbilek
Halis Bilgi, 14 Haziran 2020 10:55
Yorumlar (0)