Ey İnsanlık neredesin!..
Örnek, 18 Temmuz 2014 19:55
Bebekleri ve çocukları kavuran bombalar ne zamandır ruhumu incitiyor. İnsanlık, tarihin bu diliminde, bu denli acımasız bir barbarlığa nasıl olup da sessiz kalıyor? Ruhsuz katiller nasıl bir utanmazlıkla bebeklerin üzerine bomba yağdırıyor ve dünyayla alay edebiliyorlar? Bu hayasız saldırı, insanlık için yeşerttiğimiz ve içimizde koruya geldiğimiz umutları da hedef alıyor. Ve nasıl oluyor da geçmişte acı ve travmalara uğramış bir insanlar topluluğu, aynı ölçüde bir zulüm ve barbarlığı, yanı başındaki komşusuna yöneltebiliyor?
Artık dünyanın yeni zalimleri belirli. Ve romanlar yazılacak, filmler çekilecek, şarkılar söylenecek ise eğer, onları, o zalimleri, o katilleri tel’in etmeli, onların yüzünü kızartmalı. Gazze’de küller içinden gökyüzüne tutulan minik yavrular, o dünyanın en güzel şehitleri, dünyanın en mazlum, en içli, en ivazsız hakikati, hepimizin yavruları. Onların bedeniyle külleşen, hepimizin yüreği. Utansın utanması gereken! Kahhar olan Tanrı, yok etsin zalimleri o “akıllı” silahlarıyla! Ve yüreğinde en ufak bir insanlık kıpırtısı taşıyan, sıksın yumruğunu, sıksın dişlerini, lanetlesin dünyanın bu küstah ve kan içici efendilerini! Bu ayak takımını, bu terör devletlerini. İnansın o güne ki, kundakta öldürülen bebeğin ahı, yıkar zalimlerin saltanatını.
Ama biz gelin yine de umudu dik ve diri tutalım, zalimler bizi en çok umutsuzluğu yayarak çökertmek istiyorlar çünkü. Hayallerimizi de bombalıyorlar. Daha adil bir dünyanın mümkün olabileceğine dair heves ve tutkularımıza arsızca saldırıyorlar.
Siz bu satırları okurken mütecavizin kibri daha kaç ocağı söndürecek bilmiyorum. Bildiğim, zulüm ve küstahlığın, dünyanın gözüne baka baka insanları katletmeye devam edeceği. Bu bilgi, insanı günlük hayatta yapıp ettiklerinden alıkoyuyor. Lübnan çocuklarının, Filistin bebeklerinin, Irak ve Suriyeli masumların gövdeleri bombalarla kavrulurken, insan hayata eskisi gibi devam edemiyor. Çaresizlik hissi, yanı başımızdaki kötülüğü değiştiremiyor olmanın yarattığı utanma duygusu, dilimize damağımıza yapışıp kekre tadını zerk ediyor.
Bir bebeğin ölü gövdesi çünkü, bütün sözcükleri anlamsızlaştırıyor. Kötülüğün kol gezdiği ve örgütlü bir güç halinde dünyaya saldırdığı bir zamanda, “Ya Kahhar!” diye sayıklamaktan özge bir varoluş insanı kesmiyor. Teori kanın sıcaklığını yüklenmiyor. Sadece şiir insana yoldaşlık ediyor, yarenlik ediyor, ekmek bölüşüyor. Filistinli şairle aynı yürek safında mırıldanıyorum: “Büyüyor hüznümüzden koca koca ağaçlar.”
Istırap kendisini en çok sessizlikle ifade eder: Tam manasıyla bilinemeyecek olanın sessizliğiyle. O, dilin ötesinde bir yerde gerçekleşir, normal bilme biçimleriyle nüfuz edilemeyen, sözün ihata etmediği bir yerde olur biter. Ancak bir çığlık, tozun ve alevin çeperlerini aşarak yükselen bir neşide, olup bitenlere tercüman olur: Dilin yoğun bir olumsuzlanması olarak çığlık, mutlak sesi kısılmışlığın sınırlarını yırtan bir dehşet ve ses olarak çığlık. Kelimelerin yetmediği bir yerden kopup gelir.
“Susuzun su için inlediği gibi, su da susuzluğunu gidereceği bir dudak arar” diyor pirimiz Mevlana. Ses de muhatabını arar. Ses de ancak bir yankı bulmakla tamamlanır, olgunlaşır. Sporun anlamlı olmadığı bir yerde, bir futbol tezahüratı kimseye bir şey söylemez. Müslümanların olmadığı bir mahallede ezan, Hıristiyanların olmadığı bir mahallede çan sesi kimseye bir şey anlatmış olmaz. Ortadoğu ıstırabını yankılaması gereken yürekler taş kesmiş ise, dilin takati tükenmiş demektir. Orada sadece sessizlik konuşur ve çığlıklar söyler.
Beni en çok, sıradan insanın içinde bekleyen, korkuyla baştan çıkan, bir kez ayartılmayagörsün sonrasında iştahı gemlenemeyen o küçük faşist diktatör incitiyor. Kaba güçle saf tutan ve ötekinin iniltilerinden zafer nidaları inşa edenler. Kendi ahlaki toplumumuz dışında kalanın acısı ve ıstırabı bizi ne kadar az ilgilendiriyor! Onların acısından kendimizi çabucak uzaklaştırıyoruz, başımızı hemen başka yöne döndürüyoruz, o acı sanki bilinmez ve uzak bir adada süregiden, bizim tavır almamızı gerektirmeyen bir acı. İnsan, kendisine hasım veya uzak gördüğü grup ve insanları anlamakta, onlarla empati yapmakta zorlanıyor.
Arsızlığın, kaba kuvvetin, kan içiciliğin zaferi; yeryüzünde güvenin, insanın insana duyabileceği yakınlığın, insan kardeşliğinin yenilgisidir. Şair Cahit Koytak’ın Felluce için yazdığı o anıt şiirde söylediği, “Büyük hayaletin: insanlığın sessizliği” Bosna’da, Felluce’de, Beyrut’ta… “Ölümün sesini şehvetle titreten sessizlik”tir bu.
Dünyamız barbarların saldırılarıyla merhamet kandillerini söndürmüş durumda. Oysa ona ne çok ihtiyacımız var. Zulüm ve merhamet, birbirinin antitezi. Merhamet, diğer insanlar, diğer canlılar için dünyayı emin bir yer kılmaktır. Onların hürriyet içinde gelişip serpilmesine omuz vermektir. Buna karşın zulüm, kendisinden saymadığını yok etmek, onun acısına kayıtsız kalmak, onun acısından haz duymaktır.
Politika giderek ayrıcalıklı olanları fakir fukaranın hoşnutsuzluğundan ve muhtemel suçlarından korumanın bir aracı haline geliyor. Servet sahipleri sosyal sorumluluklardan kaçarak ayrıcalıklarını sonuna kadar savunmak istiyor, kendilerini yoksulların ekolojisinden ayırmak istiyorlar. Yoksulluğun vurduğu mahallelerle aralarına nüfuz edilmez duvarlar örüyorlar. Büyük şirketler dünya pazarında aslan payını alıyor ve kaynakları zalimce tüketiyor. Ucuz emek ve daha gevşek kanun peşindeki sermaye, fabrikalar verimsiz hale geldiğinde gözünü kırpmadan onları kapatıyor ve binlerce insanı işsiz bırakıyor. O lanetli hayalet “piyasa” üzerinde, milletlerin denetimi hanidir yok ve o da sopasını arsızca fakir fukara üzerinde gezdiriyor.
Modern dünyanın karanlık resmini çizdiğimin farkındayım, ancak yaramdan kan sızıyor. Az önce Gazze’de bir düzine daha çocuk öldü. Dünyanın dört bir yanından gelen şarapnel parçaları gövdemin sağ tarafını deliyor. Ölü bebek gövdeleri aklıma düşüyor, huzurum kaçıyor. Yeis ve hayal kırıklığı ile yazıyorum bu satırları. İyileşmemiz gerek, dünyanın iyileşmesi gerek, zulme karşı merhameti diriltmek gerek. Zalimin nobran bombalarına merhametin bilgelik ve erdemiyle direnmek gerek. Merhamet diğer varlıklar için dünyayı emin bir yer kılmaktır. Merhamet seni öldürmeye gelenin sende dirilmesi demektir. Merhamet şefkat ve çabayla geliştirilebilir. Hiçbir hayvan, yüksek düzeydeki bilişsel süreçlerle arzularına gem vurmaz. Hiçbir hayvan gayretle bir beceriyi geliştirebileceğini bilmez. İnsan bilir. Neye değer vermeyi öğrenmişsek, onu olmayı isteriz.
Ey merhamet! Ey kalpten kalbe giden yol! Yak kandillerini, dağılsın karanlık.
Kemal Sayar
Örnek, 18 Temmuz 2014 19:55
Yorumlar (0)