Nasıl ki kimileri iyiliğin arayışına giriyorsa, karşılıksız iyilikler peşindeyse, kimisi de karşılıksız kötülüğün peşinde, saf kötülüğün arayışında. Dünyamızı, bir simyacı titizliği ile malumun kanını hazza dönüştürmek için sapkın deneylerini gerçekleştirdikleri bir laboratuvar olarak kullanıyorlar. Kayıtsız şartsız bir adanmışlıkla canla başla kötülüğe hizmet ediyorlar. Kapkaranlık dünyalarına zıt olan her şeyle, her iyilikle, güzellikle, şefkatle savaşıyorlar.
"Siz yeşil boynuzlular! Zahmetin ve tehlikenin, düzenbazlığın ve şeytanlığın bu dünyadaki tek karşılığı paradır zannediyorsunuz. Ya şeytan, Havva'yı kandırmakla ne kadar para kazandı? "
Herman Melville
Sağlam Adam- Bir Maskeli Geçit
Birine istemeyerek ya da kasti olarak kötülük edersiniz. Karşılığında kötülük görürseniz, şaşırmazsınız. Kötülük yerine karşılığında affedilme görürseniz, bir yandan bu büyüklüğün altında ezilir biryandan da mutluluğa gark olursunuz.
Birisinden sebepsiz kötülük görürseniz, iş değişir. Binlerce binlerce kere sorarsınız: Neden? Neden ben? Ne yaptım sana? Sebepsiz kötülük insanın zihnini allak bullak eder. Dünyaya olan güvenini tahrip eder.
Zihnimde hep bir muamma olarak yer etmiş sebepsiz kötülük meselesi, Mevlana'nın Mesnevi'sinde okuduğum bir hikayenin sonunda yine karşıma çıktı. Niye ama, Vezir bütün bu kötülükleri ne uğruna yaptı? Çıkarı neydi? Hem de sonunda kendini öldürme pahasına bu işe ne için girişti?
Mesnevi'deki hikayede bir Yahudi padişah, Hristiyanlara zulmetmektedir. Dinlerinden dönmeyenleri birer birer acımadan öldürür. Bir gün veziri onları artık öldürmemesini söyler. Bu uyarı, Hristiyanların başına açılacak daha büyük bir şerrin habercisidir elbette.
Vezir artık onları daha fazla öldürmemesini,çünkü Hristiyanların, canlarını kurtarmak için dönmedikleri halde dinlerinden dönmüş gibi davranabileceklerini söyler. Dünya üzerinde dinini açıktan yada gizliden yaşayan bir tek Hristiyan kalmaması için vezirin bir planı vardır.
Vezir öncelikle padişahtan, kulağının, elinin kesilmesini, burnunun ve dudağının da yardırılmasını ardından da sultanın kendisini dar ağacının altına götürmesini ve tam infaz edilecekken bir şefaatçinin halkın gözleri önünde kendisi için af dilemesini; sonra da onu Hristiyanların bol olduğu bir şehre sürgün etmesini ister. Amacı Hristiyanlar arasına nifak tohumları ekmek ve vakti geldiğinde de bu meşum hasadı biçmektir.
Padişah vezirin dediklerini bir bir yapar. Vezir, sözde kurtuluşunun ardından halkın arasına karıştığında onlara, kendisinin gizli bir Hristiyan olduğunu, dinini gizli kapaklı yaşarken padişahın bunu fark ettiğini ve bu yüzden de canına kast edildiğini envai çeşit işkenceden geçirildiğini ama yine de dininden dönmediğini anlatır.
Sinsi düzen tıkır tıkır işler. Vezir, Hıristiyanların gönlünde saygın bir yere sahip olur zamanla. Onlara,vaazlar verir, İncil'in ve Zünnar'ın sırlarını anlatır. Ahali yavaş yavaş onun çevresinde toplanır ve ona candan hayranlık besler. İş o noktaya gelir ki, Veziri İsa'nın vekili sanır, Mesih'lik atfederler.
Vezir, gül suyu şerbetine azar azar zehir karıştırmaktadır. Hıristiyan halk gönlünü ve iradesini tamamıyla ona teslim ettiğinde ise yılanın zehri halkın damarlarında dolaşmaya başlamış, gönüller ağulanmıştır.
İnsanların ona bağlılığı zirvedeyken beklenmedik bir hamle yapar ve itikafa çekilir. Kimseyi yanına almaz. Müritleri el aman etse de yüzünü görmek için kapısında yatıp kalksalar da,sahtekar Vezir'in itikafı bir türlü bitmez. Sonunda feryat eden müritlerine bir açıklama yapar: Vezir nice zamandır, İsa'yla hasbihal halindedir. İsa ona, el etek çekmesini buyurmuş, o da boyun eğmiştir.
Sırayla Hıristiyan Beyliklerinin yöneticilerini yanına çağırıp her biriyle yalnız konuşur, her birini veliaht tayin eder. Hepsine, ''ben öldükten sonra halifem sensin,'' deyip diğer beyleri senin emrine bağladım der. Hepsinin avcuna aynı mavi boncuktan bırakmıştır. Bu olaydan sonra, kırk gün daha itikafta kalıp kendini öldürür. Evet, kendini öldürür. Bekleneceği üzere, Beylikler birbirine düşer, kılıçlar çekilir, oluk oluk kan akar.
Bu öyküdeki Veziri hayatı pahasına kötülük yapmaya iten şey neydi? Bu soruyu sorup aklımızın bir köşesine bırakıyor ve başka bir öyküye geçiyoruz şimdi.
Bu konuda bir başka güçlü hikaye, Herman Melville'e ait. Melville, ''Sağlam Adam, Bir Maskeli Geçit'' (İletişim yay. Çev: Ayşe Deniz Temiz) , adlı romanında dolandırıcılığı ve riyakarlığı bize bir istimbot yolculuğu sırasında yolcular arasında geçen olaylar aracılığı ile anlatır. Missisipi Nehri'nde aheste aheste yol alan istimbota bir sürü sıradan yolcu ile birlikte bir de dolandırıcı binmiştir. Ve okuyucu bu yolculuk sırasında bir insanın diğer insanların güveninin ve iyi niyetinin sömürülüşüne; türlü çeşitli düzembazlıklara şahit olur. Dolandırıcımız, her kılıkta çıkar karşımıza ve insanların en güzel özelliklerini, vicdan, merhamet, şefkat, cömertlik gibi en övülesi özelliklerini sömürür.
Romanın sonlarına doğru gizemli yabancımız, bir din adamıyla sohbete girişir, sohbetin bir yerinde, yazarın ''görmüş geçirmiş adam,'' diye nitelediği bir karakterle sohbete dalar, bu sohbetin en koyu yerinde dolandırıcı karşısındakine kendi doğasını aklamak istercesine şu soruyu sorar, ''Bir sürüngenin güzelliği ile büyülendiğiniz vakit onun yerine geçmek aklınızdan geçmedi mi? Bir yılan olmak nasılmış görmek? Çimenin üzerinde fark edilmeden süzülmek? Bir dokunuşta sokmak öldürmek, güzel bedenininzin tamamı bir hançermiş gibi ? kısacası kendinizi bilgiden ve vicdandan muaf hissetmek ve bir süreliğine tümüyle içgüdüsel, kayıtsız, sorumsuz bir yaratığın tasasız, keyifli yaşantısını sürmek arzusu hiç içinizden geçmedi mi?''
Gizemli Yabancı'nın bu sorusu bizi Mesnevi'deki Vezir'in mizacına ışınlar. Aslında bu soru kötülüğe adanmış bir ruhun doğası ile ilgili bir şeyler söylemektedir. Isırarak zehrini zerk eden ve bundan lezzet alan bir yılan gibidir her iki hikayedeki anti-kahraman da. Her ikisi de dolandırıcı ve riyakardır. Avları ile oynar, onları en büyük zaaflarından yakalarlar. Sözleri ve davranışları ile önce güvenlerini kazanır ardından da yanlarına yeterince sokulduktan sonra avları en savunmasız haldeyken azar azar zehirlerler.
Ne Melvilie'nin dolandırıcısı, ne de Mevlana'nın Vezir'i ne şan şöhret, ne de zenginlik peşindedir. Dalalet bataklığındaki bu şerli insanlar, habis ruhlar yaptıklarından meşum, aşağılık bir lezzet almaktadırlar. Yakıp yıkmaktan, bozmaktan, dağıtmaktan alınan kötücül bir zevk, kötücül bir haz alırlar. Pis yiyeceklerle beslenen muzır hayvanlara dönüşürler. Motivasyon kaynakları işte bu kötücül haz ve lezzettir.
Dünya bir hercümerç içinde doymak bilmez bir karanlığa gark oldu olacak. Medeni dünyanın şirazesi kaydı kayacak. Kötülüğün bin bir türü saçılıyor beş kıtaya. İçini dışına çevirecek olsak, kurt, sırtlan ve yılan görünecek olan insan suretindeki insi şeytanların dünyayı ateşe verdiği, zulme uğrattığı bir zaman bu zaman. Mevlana'nın Veziri de Melvillie'in ''Sağlam Adam''ı da bin bir kılıkla aramızda dolaşıyor.
Nasıl ki kimileri iyiliğin arayışına giriyorsa, karşılıksız iyilikler peşindeyse, kimisi de karşılıksız kötülüğün peşinde, saf kötülüğün arayışında. Dünyamızı, bir simyacı titizliği ile malumun kanını hazza dönüştürmek için sapkın deneylerini gerçekleştirdikleri bir laboratuvar olarak kullanıyorlar. Kayıtsız şartsız bir adanmışlıkla canla başla kötülüğe hizmet ediyorlar. Kapkaranlık dünyalarına zıt olan her şeyle, her iyilikle, güzellikle, şefkatle savaşıyorlar.
Peki bunu bir çıkar için mi yapıyorlar? Biz bu soruyu sorar sormaz, ''Sağlam Adam'' romanın sayfaları rüzgar değmiş gibi dalgalanıyor ve bize cevap vermek için sayfalardan birinden bir rahip uzatıyor başını, belli ki bu soruyu bize sorduran saflığımıza sinirlenmiş, azarlarcasına bir sesle bağırıyor yüzümüze: "Siz yeşil boynuzlular! Zahmetin ve tehlikenin, düzenbazlığın ve şeytanlığın bu dünyadaki tek karşılığı paradır zannediyorsunuz. Ya şeytan, Havva'yı kandırmakla ne kadar para kazandı? "