Zengin olan Kar’un
şımardı ve haddi aştı!
Karun’un hikayesini hepimiz az çok biliriz. Hz. Musa aleyhisselam zamanında yaşamış, İsrail oğullarından zengin bir adamdır. Allah-u Zülcelâl onun hakkında şöyle buyurur: “Kârûn, Mûsâ’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: ‘Şımarma! Bil ki Allah, şımarıkları sevmez!’ ” (el-Kasas; 76)

Kur’an-ı Kerim kıssaları elbette ki sadece geçmişte yaşanmış tarihi hadiselerin anlatımından ibaret değildir. Onlar ibret almamız içindir. Çünkü her devirde o kıssalarda anlatılan şahısların sergilediği hal ve hareketleri yapan kişiler olacaktır.

Bugün de, Kur’an-ı Kerim’in bakmamızı istediği ibret gözüyle bakarak kendimize sormamız lazım; “Yoksa bizlerde de Karun’laşma temayülü mü görünüyor?”

Bundan 30-40 yıl önce Anadolu’dan İstanbul’a ve büyük şehirlere gelen insanımız, dinlerini yaşamakta çok daha gayretliydi. Vakıflar kurup, camiler yaptırıyor, Kur’an kursları ve İmam hatip binalarını kendi kazançlarından yaptıkları bağışlarla inşa ediyorlardı. Bin bir fedakarlıkla yaptırdıkları bu kurslara ve okullara evlatlarını gönderiyorlardı.

Kılık kıyafetlerinde, aile hayatlarında, düğünlerinde, hem İslami kurallar hem de tevazu ve sadelik vardı. Kendi nefislerine harcamadıkları imkanları, Allah yolunda sarf ediyorlardı.

“Müslümanların da televizyonu olsun, Müslümanların da partisi olsun” diye bağışlar yapıyorlardı. Hem de bunu gönüllülükle ve tevazuuyla yapıyorlardı. İhlas ve samimiyet vardı.

İmkanlar arttı ama
ihlasımızı kaybettik…

Son zamanlarda Müslümanlar imkanlara kavuştukça ne yazık ki o samimiyet kayboldu. Sözüm ona; o Müslümanların bağışlarıyla kurulan kuruluşlar tek tek Müslümanlara sırt çevirdiler. Dünyevileşme yarışı bize ahireti unutturdu. Daha düne kadar, “Sahipleri dindardır, bizden biridir” diyerek, alış verişlerimizde tercih ettiğimiz firmaların sahipleri, bugün Müslümanlara tepeden bakar oldular. Adeta Müslümanlar ile alay ediyorlar. Uluslararası sermaye piyasasına giren bu kuruluşlar alışverişlerinde ‘sadece nasıl daha çok para kazanırımın’ derdine düştüler.

Boş bir çerçeveye 150.000 Dolar ödeyen biri, Müslüman camiadan çıkarılan basın organlarına, özellikle reklam vermiyorlar. “Kimse bizi bu İslami camialarla beraber anmasın” diye özel gayret gösteriyorlar. Kendi özel hayatlarında da lüks ve israftan kaçınmıyorlar. Hatta bazılarını, TV ekranından, “ Allah’ın verdiği nimeti üzerimizde göstermemiz lazım” diyerek, yaşadıkları şaşaalı ve israflı hayata meşruiyet kazandırmaya çalışırken gördük.

Hiç unutmam TGRT açıldığı vakit Anadolu insanı oraya yüzüklerini küpelerini bağışladı, “Bizimde bir televizyonumuz olsun” özlemiyle her türlü fedakârlık yapıldı. Daha sonra bu kuruluşun başındaki zat, “Ben ilimle uğraşırken para kazanmadım şimdi filimle uğraşıyorum çok para kazanıyorum” diyecek kadar cüretkar oldu.

Elbette Müslümanlar ticaretle uğraşacaklar; zengin olmak kötü bir şey değildir. Ama kazanılan para hayatın hedefi haline getirilirse o zaman akıbet kötü olacaktır. Hatta aşırı fakirlik de tehlikelidir. Herkes yokluk imtihanına sabredemez. Bu sebeple dinimiz bize orta halli olmayı tavsiye etmiştir. Bunun için de varlıklı olanların daha adaletli ve merhametli davranarak ellerindeki imkanları paylaşmasını emretmiştir.

Ancak insanoğlu, “İleride zengin olunca daha çok hayır hasenat yaparım” dese de bu kolay olmuyor. Nefsimiz maddi imkanlarla şımardıkça artık nasihat dinlemek istemiyor. Tıpkı Karun gibi…

Mülk Karun’a emanetti;
aldandı, kendinin sandı…
Hz. Musa aleyhisselam ona zekatı ve infakı emredince, “Kârûn: “O (servet), bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi.” demişti.

Neticeyi biliyoruz. Karun, zekat ve sadaka verip nefsindeki azgınlığı dizginlemeyince sonu büyük bir felaket oldu. Kur’an-ı Kerim’de Karun’un malıyla birlikte yerin dibine batırıldığı haber veriliyor. İşte bu bize bir ibrettir.

İnsan her halükarda takvalı olmalıdır. Zengin olunca davayı satmak yeryüzünün en kötü imtihan kaybıdır. Çarşaf giymek, sakal bırakmak takvalı bir hayat yaşamak, fakirlik edebiyatı değildir..

Allah-u Zülcelâl’in bize de servetimize de ihtiyacı yoktur. Göklerin ve yerin hazineleri Allah katındadır. Bizi maddi imkanlarla imtihan etmektedir. Bu imtihandan selametle çıkmanın yolu, malı ve başarıyı Allah’tan bilip şükretmek ve Allah yolunda kullanmaktır.

Mehmet Akif Ersoy rahmetullahi aleyhi der ki;
“Zengin olduk diye, lanet satın almak mı gerek “

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.