Annesi tarafından görülmek, anlaşılmak, ciddiye alınmak, saygıyla karşılanmak her çocuğun en meşru en doğal ihtiyaçlarındandır. Çocuk yaşamının ilk haftalarında ve aylarında annesinin tümüyle kendisine odaklanmasına, onun tarafından yansıtılmaya muhtaç bir durumdadır.
Bir çocuk kullanabileceği, onu yansıtan, ( verici olan, çocuğuna
gelişme işlevinde kendisinden olabildiğince yararlanması için fırsat
veren) bir anne ile büyümek şansına sahip olursa, büyürken bir yandan
sağlıklı bir “benlik duygusu” da oluşturabilir. Optimal/en iyi durumda
böyle bir anne çocuğa sıcak bir duygusal ortam da sunar ve onun
ihtiyaçlarına anlayışla yaklaşır..
Fakat bu derece sevecen olmayan anneler de bu gelişmeye, sadece buna
engel olmamakla imkân verebilirler: O zaman çocuk annesinde eksik
olanları başka kişilerden sağlama yoluna gider. Çocuğun bu en az
miktarda bir duygusal ‘’besinden’’, çevresindeki her teşvikten
yararlanma konusundaki olağanüstü yeteneği çeşitli araştırmalarla ortaya
konmuştur.
Annenin Çocukluk Aktarımı
Anne çocuğuna yardım edecek durumda olmayınca ne olur? Bunun
ötesinde, sıkça rastlandığı gibi, çocuğunun ihtiyaçların fark edecek ve
giderecek durumda olmamakla kalmayıp kendi de ‘’İhtiyaç içinde bir
kişiyse’’ ne olur? Böyle olunca anne, bilincinde olmadan, çocuğunun
yardımı ile kendi ihtiyaçlarını tatmin etme yollarını aramaya başlar.
Annenin buna yönelmesi çocuğu ile kendi arasında güçlü duygularla yüklü
bir bağ oluşmasına engel değildir.
Fakat oluşacak bu sömürüye dönük ilişki çocuk açısından hayati önem
taşıyan güvenilirlik, süreklilik, tutarlılık gibi öğelerden ve her
şeyden önce de çocuğun duygu ve düşüncelerini yaşayabileceği bir alandan
yoksun olur. Bu ilişki içinde çocuk annesinin ihtiyaç duyduğu ve belli
bir süre için kendisinin de yaşamını (yani ana/babasının sevgisini)
garantileyen, ancak genellikle sonraki yaşamında onun “kendisi” olmasını
engelleyen bazı gelişmeler gösterir.
Çocuk bulunduğu bu durumda yaşının gereği olan doğal ihtiyaçlarını
benliği ile bütünleştiremez. Sonuçta bunlar benliğinden kopar ya da
bilinç dışına itilir ve bu insan daha sonra, hiç farkında olmadan, hep
geçmişinde yaşayan biri olur.
Aile terapisi
için yardım almaya gelen danışanlarımın, değerlendirme görüşmelerinde
bağlanma öykülerini aldığımda gördüğüm, büyük çoğunluğunun anneleri de
kural olarak son derece güvensiz ve bunalımlı kişilerdi. Bu anneler
genellikle sahip oldukları tek çocuğu ya da çocuklarının en büyüğünü
kendi malı olarak görüyordu.
Bir anne kendi annesinden sağlayamadığını çocuğundan sağlayabilir:
Çocuk kendini kullandırmaya açıktır, annenin yankısı olmaya hazırdır,
kontrol edilmeye uygundur, tamamen anneye odaklanmıştır, onu asla terk
etmez, ona ilgi ve hayranlık duyar. Anne ise çocuğun ihtiyaçları ile
bunaldığı zamanlarda (önceleri kendi annesinin talepleri karşısında
bunalıyordu) artık o zamanlarda olduğu kadar savunmasız değildir.
Kendi annesine karşı çıkamamışsa, şimdi kendi çocuğuna karşı
çıkabilir ve kendine eziyet edilmesini engeller, bu amaçla çocuğunu
bağırmaması ve kendisini rahatsız etmemesi için terbiye eder. Bu anne
şimdi artık dikkate alınmayı ve saygı görmeyi ya da kendi ana/babasının
ona borçlu olduğu özenli muameleyi ve esenliği talep edebileceği bir
konumdadır.
Anneyi farklı algılanan kişiliklerle ortaya koyan bu tablolar zamanla
birleşerek kendi güçsüzlüğünden, güvensizliğinden ve alınganlığından
dolayı çocuğunu kullanmak ihtiyacı içinde olan bir insanın tablosu
hâlini almış olabilir. Dışarıdan bakıldığında annelik işlevini faal ve
titiz bir biçimde yerine getirdiği görüntüsü veren bir anne temelde
“kendi çocuğu karşısında çocuk kalmış” olan bir insandır. Kendi
çocuğunda, eksik kalmış çocukluk ihtiyaçlarını giderdiğinin farkında
olmayan bir anne, ailesinde bir nevi kendi çocukluğunu yaşıyordur.
Uzm.Psk.Dan.Eyüp SARI
08 Mart 2016 14:29