Birçok yetenek bir insada bulunur mu? Evet...Neşe Kaya: "Huzur elinizin değdiği her şeye geçer"

 

21 Mayıs 2017 13:42
Birçok yetenek bir insada bulunur mu? Evet...Neşe Kaya:





  Neşe
Kaya, 1967 Erzurum doğumlu. Evli, üç kızı bir torunu var. Kızlarının üçü de
üniversite mezunu ve meslek sahibi. 18 yaşındayken, bir subayla evlendiğinde
eşi çalışmasına izin vermez. Çocuklarını büyütür, kayınvalidesine ve
kayınpederine bakar. Bir komşusunun baklavasını çok beğenmesiyle 15 yıl önce
Balıkesir'de başlar mutfak hikâyesi. 5 yıl evinde yiyecek yapıp satar. Sonra
eşi emekli olur ve Bursa'ya taşınırlar. Neşe Hanım, bir ev hanımı olarak el
sanatlarından kuaförlüğe, terzilikten yemeğe, gönülden-isteyerek yaptığı
işleri, yüzünde ismiyle müsemma bir neşve ile anlattı.

Bir ev
hanımı olarak evinizde yiyecek hazırlayıp satarken, nasıl oldu da Bursa'nın
tanınan/sevilen Neşe ablası oldunuz?

10 yıl öncesinde Balıkesir'de otururken, kulakları çınlasın,
üst komşum Tülay Hanım çok beğeniyordu baklavamı. Kendisi çalışan bir hanımdı,
bir bayram ona da baklava yaptım. İkinci, üçüncü bayram derken, bu böyle olmaz
bir meblağ koy, ben ödeyeyim diye teklif etti. İçin rahat edecekse ver bir
şeyler, dedim. Tabii sadece bayramdan bayrama değil, ne zaman misafiri gelse
bir şeyler istedi o günden sonra. Tapuda çalışıyordu kendisi, "Bürodan bir
arkadaşımın misafiri var, o da istiyor, akrabam da istiyor" derken benim
bir sürü müşterim oldu sayesinde. İşte böyle başladım bu işe. Ben zaten evde
boş boş oturan bir kadın olmadım hiçbir zaman.

Neler
yapıyordunuz evde?

Terziliğim
var, el sanatlarından anlarım. Eskiden takılarımı kendim yapar, kıyafetlerimi
kendim dikerdim. Üç kızıma da kendi ördüğüm, diktiğim kıyafetleri giydirirdim.
Eşim 30 yıldır berbere gitmemiştir, saçını ben keserim. Kızlarımın üniversite
yaşına kadar bütün kuaför işlerini ben yaptım. Bunlar haricinde de gelin
olduğum evde eşimin kardeşleri, kayınvalidem, kayınpederim, görümcelerim
hepsinin kuaför işlerini yapardım. Bunun içine sakal tıraşı da dâhil.

Bir kuaför
salonu işletir gibi müşteriniz bolmuş maşallah!

Bu
işlere kayınpederimle başladım. 22 sene kayınvalidem kayınpederimle yaşadım.
Kayınpederim çok hastaydı, kalkamıyordu. Kızım saçımı kesiver, derdi. Ben ne
anlarım, kesemem deyince, "Ne olacak mankenlik mi yapacağım, boynuma
değmesin yeter" derdi. Sonra aileden herkesin saçını kesmeye başladım.
Terziliğim çok eskidir. İlk elbisemi orta birinci sınıfta diktim. Anneme, ben
elbise dikmek istiyorum, dedim. Annem elime bir kumaş verdi, al dik, dedi. Kızım
sen ne anlarsın, dikemezsin, kumaş rezil olur, demedi. Ben o elbiseyi diktim ve
giydim. Ondan sonra hem kendime hem dışarıya on yıl dikiş diktim.

İnsanları
kıramadığınız, onlara hayır diyemediğiniz için her beceriniz size bir iş
tecrübesi olmuş sanki.

Evet,
öyle oldu. Evde baklava börek yaparken bir süre sonra o kadar çok sipariş
gelmeye başladı ki evim dar geldi. Yanımda bir yardımcım da yoktu o zamanlar,
her şeyi kendim yapıyordum. Baklava, mantı, sarma... Eşim emekli olunca
Balıkesir'den ayrıldık.

Çevrenizi,
müşterilerinizi bırakıp Bursa'ya geldiniz. Yeniden çevre edinmek, aynı işe
başlamak zor olmadı mı?

İlk
yıllar başlayamadım zaten. Kimseyi tanımıyordum. Oturduğum apartmanın
karşısında bir bakkal devrediyordu. Onu aldım ilk önce. Eşim emekli olduğu için
bana yardım ediyordu. Bakkalda 4'e kadar ben duruyordum, sonra o devralıyordu
görevi. İki yıl bakkal işlettim. O zamanlar buralar inşaat olduğu için bütün
müşterilerim inşaat işçisiydi. Onlar en çok peynir, zeytin, ekmek alıyordu
karınlarını doyurmak için. Ben de gözleme, börek yapmaya başladım alırlar diye.
Sabah 7'de açmamış olursam evimizin zilini çalarlar, haydi acıktık, derlerdi.

Ev
bütçenize katkı olsun diye mi devraldınız bakkal dükkânını?

Hiçbir
zaman para kazanmak olmadı ilk düşüncem. Zaten durumumuz iyiydi. Evde boş
duramamak, bir şeyler üretmek, hareket hâlinde olmak için devraldım bakkalı da.
Ben 18 yaşında evlendim. Lise mezunuyum. Hep çalışmak istedim, eşim izin
vermedi. O zamanlar lise mezunları çok iyi yerlerde işe girebiliyordu. İçimde kaldı
çalışma isteğim, bir dükkânımın olduğunu hayal ederdim hep. O an bakkal dükkânı
denk geldi. Bir kuaför ya da terzi devretseydi onlardan birini de alabilirdim.
Bakkalda da mantı, börek poğaça yapar, dondurma dolabında satardım. Yiyecekleri
koyunca çevrem genişledi, siparişler almaya başladım. O zaman ilk yardımcımı
aldım.

Bakkalınızı
yiyecek üzerine bir mekân açmak için mi kapattınız?

2-3 sene işlettikten sonra bakkalın etrafı site doldu. Büyük
marketler açıldı, bize kimse gelmez oldu. Bakkalı kapatmadan sadece yiyecek
üzerine bir yeri nasıl açarım diye araştırmaya başladım. Devlet çeşitli
evraklar istiyor. Ben 10 yıl öncesinden bahsediyorum. O zamanlar çok zordu bu
sertifikaları almak. Şimdi devlet pozitif ayrımcılık yapıyor kadınlara.

Ustalık
belgesi aldım, lise mezunu olduğum hâlde, dışarıdan meslek lisesi okumam
gerekti. Mezun olunca 30 metrekarelik küçücük bir dükkân açabildim. Bir kişi
içeride dururken diğeri dışarıda bekliyordu. İki kişi yan yana sığamıyorduk
dükkâna. Sonra yan dükkân boşalınca birleştirip mekânı genişlettik çok şükür.

Bir
yardımcıyla başladınız, şu an kaç elemanınız var? İş bölümünüzden bahseder
misiniz?

12 tane.
4 tanesi evlerinden çalışıyor, eşleri dışarıda çalışmalarına izin vermediği
için. Biz sabahleyin geliriz. Çuvallarla soğan soyarız. 10 kilo pirinçten iç ve
yaprakları hazırlarız. Evden çalışan elemanlara götürür, sardıklarında gidip
alırız. 8 elemanım da burada, yanımda. 2 kişi sadece sarma ile ilgilenir. Diğer
elemanlardan bir grup poğaçaları yapar, bir grup börekleri. Herkesin işi
bitince öğleden sonra kurabiyelere geçilir. Günde 10-12 tepsi elmalı kurabiye
hazırlanır. Onlar da bitince, saat 3'ten sonra mantı sıkmaya başlanır. Ben her
işin başında bulunurum. Herkese yardım ederim. Sabah 8'de açıyor, akşam 8'de
kapatıyoruz. Pazar günü hariç buradayız.

İlk
zamanlar kaç çeşit yiyecek yapıyordunuz?

Mantı,
sarma ve börek. Sadece üç çeşidim vardı. Hiç çok çeşide girmedim o dönemlerde
çünkü evden bir alışkanlığım var: taze yemek yedirmek... Kayınvalidem bu konuda
çok titizdi. Bırakın ertesi günü, öğlen yediğini, akşam ağzına sürmezdi.
Mecburen az öz yapmaya, her öğün sofraya başka çeşit çıkarmaya alıştım. Burada
da ilk önce az çeşit olsun istedim. Şimdi elemanların sayısı, müşteriler arttı,
çeşitler de arttı. Yine taze çıkarıyor, ertesi güne bırakmıyoruz. Artanları
çalışanlarım evlerine götürüyor; Kur'an kurslarına, yatılı öğrencilere
gönderiyoruz.

Müşteri
profilinizden bahsedelim mi biraz?

%80 profil
çalışan kadınlar. %10'da çok zengin ev kadınları, evlerinde yardımcıları olduğu
hâlde bize sipariş veriyorlar. Kalan %10 ise her gün değişen müşterilerden
oluşuyor diyebiliriz. Buradan alışveriş yapan kadınların eşleri gelip benden
yardım istiyorlar bazen. "Bizim hanımlar çok tembel, senin sayende iyice
tembel oldular" diyorlar. "Öyle demeyin" diyorum, "benim
müşterilerim çok değerli, çok çalışıyorlar." Gerçekten öyle. "Düşünün
işe gidiyorlar, evi temizliyorlar, çocuk bakıyorlar. Eşleri de sürekli misafir
çağırıyor, belki de zahmet edip haber bile vermiyor, son iki saat içerisinde
haber veriyor. Hâlinize şükredin ki misafire çıkarabilecek bir şeyler
alıyorlar, yüzünüzü ak ediyorlar, daha ne istiyorsunuz" diyorum.

Misafirleri
geleceği zaman kaç gün önceden haber veriyorlar, mönüyü kendileri mi
belirliyorlar?

Müşteri
bize bırakıyorsa zaten elimizdeki 18 çeşidin içinden bir mönü belirliyoruz.
Bunu bir saat içinde gelip alabiliyor. Ama liste dışında bir şey istiyorsa bir gün
öncesinden haber vermesi gerekir. 300 çeşide yakın sipariş yapabiliyoruz. İsim
söylemesi, fotoğraf göndermesi, tarif etmesi yeterli... Bu kadar çeşit yapınca
tatlar, kokular çok önemli; birbirine karışmamalı. Onun için ayrı ayrı
dolaplarda muhafaza şart. Bir tane elmalı kurabiye dolabımız var. Bir sarma
dolabımız var. Bir tane de kokan dolabı var; soğanlar, yemekler, iç harçlar.
Börek içlerimiz de o dolaptadır. Peynirli, patatesli, kıymalı, ıspanaklı,
patlıcanlı içler...

Müşterilerle
aranızda sizi zor durumda bırakacak şeyler yaşanıyor mu?

Artık
olmuyor ama biz dükkânı açtığımızda bir yıl boyunca, iki elimin parmağını
geçmeyecek insanlara satış yaptık. Alıyorlar, ertesi gün teşekküre geliyorlar.
O kadar beğendi ki misafirlerim, bayıldık, bayıldık, diyorlar. Bu durum bir
oluyor, iki oluyor. Biz şaşkınız, o kadar beğenildiyse neden kimse sipariş
vermiyor, niye kimse dükkâna gelmiyor, diyoruz. Öyle oturuyoruz her şeyden
habersiz tam bir sene uyanamadık olanlara.

Ne
oluyormuş?

Ne
olacak, uyanık kadınlar ben yaptım diye koyuyormuş misafirin önüne. O zaman
kimse de bizden haberdar olamıyor tabii. Bir yıl sonra itiraf etmeye
başladılar: "Biliyor musun, bunları ben yaptım diye sunuyorum
misafirlerime."

Kadınları
temiz, kaliteli, lezzetli ürünlerle buluşturmuşsunuz. Bunları yaparken en çok
neye dikkat ediyor, ne hissediyorsunuz?

Evinizde
dünden kalan yemeği kendiniz yersiniz ama çocuğunuz okuldan gelmiştir, açtır,
ona yeni bir şey hazırlayıp koyarsınız. Ben müşterilerime hazırlık yaparken
kendi evime, kendi çocuklarıma yapıyormuşum, onlar yiyecekmiş gibi düşünüyorum.
Çocuğuma yedirmediğim hiçbir şeyi burada satmam. Mesela tuzlu olmuş bir şey
olmaz, fazla kızarmış bir şey olmaz diye düşünürsün. Bizde "bir şey
olmaz" yok, bir şey olur. Elemanlarıma işkence ediyorum biraz, bazı
kurallarımla.

Hangi
kurallar bunlar?

Mesela
benim bulaşıklarımın çoğu makineye girmiyor. Koca koca kazanlar, tencereler,
tepsiler... Onları yıkarlar, tezgâha koyarlar. En az bir saat orada süzülmeli
ve sonra kurulanmalı. Ben dolaptan tencere aldığımda onda su görürsem kafamın
tası atar; bakteri üredi, koku yaptı, bu tepsinin kokusu yiyeceklere geçer,
derim. Mutlaka kurulanacak. Kendi kendine kurumaz, en basit kuralım bu. Pişmiş
yiyeceklere asla el sürdürtmem.

Ben her
fırsatta hesap gününü hatırlatıyorum çalışanlarıma. Tartıda 9,5 ise asla onu
10'a tamamlamayın, 9 alın ama 10 yapmayın, benden yana helal olsun, diyorum.
Eğer bu söylediğime uymaz da 9,5'tan 10 alırsanız, mesul sizsiniz, siz
verirsiniz hesabını, diyorum. Ortaya hapşırana, aksırana ya da yerde bir kıl
gördüğümde kıyametleri koparırım. Herkes yapışkanlı ruloyla birbirinin üstünü
kontrol eder sabahları. Üzerine yapışan kılı tozu temizler. Bazen müşterilerime
bile karışıyorum, saçlarınızı savurmayın dükkânda diye.

Elemanlarınızı
işe alırken neye dikkat ettiniz en çok?

Benim
aradığım ilk şey buranın huzurlu bir çalışma yeri olması. Çalışanlarım asla
birbirleriyle didişmiyor, söylenmiyor. Birinin ihtiyacı varsa diğerleri hemen
onun yardımına koşuyor. Biri ağlıyorsa hepsi ağlıyor. Benden iş istemeye gelen
bazı elemanlar, ben çok şey bilmiyorum, dedi. Çok şey bilmesine gerek yok,
burada öğrenir. Önemli olan uyumlu, huzurlu bir insan olmasıdır. Kişinin huzuru
elinin değdiği her şeye özellikle de gıdalara geçer. Kimse kimsenin kuyusunu
kazmaz, kimse kimseyle uğraşmaz. Hep iyiyi hep güzeli görürler. Huzursuz insanı
bir haftalık deneme süresinde anlarım, anlaşılıyor nasıl biridir, ileride neler
yaşanır.

Sizin
gibi çalışmak isteyen ev kadınları ne yapsın, nasıl başlasın, nelere dikkat
etsin?

Birisi
bunu bana sorduğu zaman o ilk günkü heyecanımı duyuyorum. Hemen başımdan
geçenleri anlatmak, onu yönlendirmek istiyorum. Çünkü ben ilk başlarda çok
zorlandım. Bana çok güldüler, çok dalga geçtiler. 15 yıl geçti aradan, hiç
unutmam bir dükkân tutacaktım. Bunu bir komşumla paylaşmıştım. Birkaç ay geçti,
maalesef planladığım gibi gitmedi, tutamadım. O komşum duymuş tabii.
"Dükkânının duvarlarını ne renk boyadın?" diye alay etti benimle. Çok
üzüldüm, belli etmemeye çalışarak, elbet tutar boyarım bir gün, dedim. Burayı
açınca arayıp duvarları pembe boyadım diye haber verdim. Şimdi de bazı
insanlar, "Ârtık otur evinde" diyor. "Ne yapacaksın bu kadar
parayı, dünyaya kazık mı çakacaksın!" Para kazanmak niyetiyle girmedim bu
işe. Çalışmayı sevdiğim için başladım. Bayilik için, isim hakkı için teklifler
alıyorum. Hepsine teşekkür edip gönderiyorum. Bir işin tek patronu olmalı, o da
işinin başında durmalı.

Bu sizin
gibi iş sahibi olmak isteyen kadınlar için önemli bir mesaj...

Ne yapalım
diye soranlar arasında çok sayıda kadın ortaklık düşünüyor, iki arkadaşız,
diyor. Ben de diyorum ki insanı iş çok değiştirir, tanıyamazsınız. Bizim sektör
çok çalışmayı gerektiriyor. İki kişiden biri bir gün az çalışsa hemen sorun
yaşarlar. Birinci şart, ortaklık düşünmeyecekler, kendileri işin başında
olacaklar. İkincisi asla yoruldum demeyecekler, çok büyük bedensel bir güç
gerekiyor. İki parça iş yapıp yoruluyorsa hiç başlamasın bu işe. Hızlı olmak
gerekiyor, bir ayağını atarken diğerini kurt kapıyorsa bitti gitti. Üçüncüsü de
müşteriye patronluk taslamak yok; abla gibi, anne gibi yaklaşmak var. Her şeyi
önce güzel, temiz, lezzetli evladına, kardeşine yapar gibi yapacak, para için
yapmayacak. Bu kurallara dikkat ederse zaten para arkasından gelir. Pratik
olacak, tatlı dilli olacak, her şeyi görecek. Elemanlarım bazen "Neşe
abla, senin arkanda da mı gözün var?" diyor. Bir şeyin kokusundan fırından
alınması gerektiğini, tuzsuz koktuğunu anlayabiliyorum artık.

Hayallerine
kavuşmuş bir kadın olarak en çok neye mutlu oluyor, neye şaşırıyorsunuz?

Özene
bezene yaptığım yiyeceklerin insanlar tarafından beğenilmesine, gelen
teşekkürlere, müşterilerimin samimiyetine çok mutlu oluyorum. Bazı insanların
çıkardığı "Neşe Hanım kapatıyormuş" dedikodularına da çok şaşırıyorum.
Öyle bir beklenti içinde demek ki kimileri... Hangi fısıltı gazetesiyse bizimle
ilgili böyle bir söz dolaştırıyor ortalıkta. Müşteriler geliyor üzülerek, abla
kapatacakmışsın, ne olur kapatma, diyorlar. Bir kısmı da "Sen buraları
beğenmezsin, taşınırsın, sakın bizi bırakma" diye geliyor. Allah ömür
verdiği sürece buradayım inşallah. Çalışmak beni canlı tutuyor. Hafta sonu evde
ya da bahçemizde de sürekli kendime iş çıkarırım. Kızlarım, yeter artık
koşturma, der. Ben rahat edemiyorum, sabit kalamıyorum bir yerde. Oturup kalsam
sanki dünya duracak. Koştur, koştur, koştur derken koşarak göçeceğim. Eee,
yatarak ölmektense koşarak göçmek güzel.

Röportaj:
Kübra Kuruali Yaşar  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.