On sekiz bin âlemin saklı hazineleri henüz yavaş yavaş
keşfedilmekte… Bir istiridye kabuğu misali, hangi yaratılmışa baksak içinden
bir inci çıkıyor. Yaradan öyle güzel öyle özel öyle naif yaratmış ki, her
hücresinden hikmet pınarları akıyor… Bilim adamları bunca ilerlemiş teknolojiye
rağmen bir şeyleri çözmekte öylesine zorlanıyor ki, âdemoğlu âlemin çözülmemiş
sırlarını merak ediyor. Çünkü insan düşünmese de henüz bilinmeyen yahut
saklanan çok şey olduğunu bal gibi bilmek derler ya işte öyle biliyor…
Bundan
14 asır evvel indirilen Kur'an–ı Kerim asırlar evvel birçok şeyi açıklıyor. O
zamanlar yalancı deniliyor Allah'ın biricik peygamberine… Mecnun deniyor,
Kur'an'ın güzelliğini ve latifliğini kabul ettiklerinde ise yine inkâr çadırına
saklanıp şair diyorlar. Nefisleri, yürekleri, bedenleri “amenna” demek için can
atarken, şeytana boyun eğip set çekiyor huzur dolu bu davaya...
14
asır evvel, değil uzay gemileri hiçbir teknoloji yokken öylesine ender bilgiler
veren Kur'an-ı Kerim'i batının bilim adamları ve araştırmacı profesörü dahi
okuyup çözmeye çalışırken birçoğu bunu da inkâr ediyor. Neml suresi 18. Ayette
“Ey karıncalar, haydin yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları, sizi fark
etmeyerek ezip çiğnemesinler!” diye buyuran Rabbimiz karıncaların kendine has
bir dili olduğunu da belirtiyor. Yapılan araştırmalarda karıncaların tuz tanesi
kadar beyni olmasına rağmen her karınca yerleşkesinin kendine mahsus bir dili
olduğu tespit ediliyor. Bunun yanı sıra her yerleşkenin bir kraliçe karınca
tarafından yönetildiğini açıklayan profesörler, ayette geçen konuşmanın kraliçe
arıya ait olduğunu gösteriyor.
“(Ey
Muhammed!) Bunu (bildirdiklerimizi) biz sana ayetlerden ve hikmet dolu
Kur'an'dan okuyoruz.” (Ali İmran Suresi 58. Ayet)
Rabbimiz
bu ayetin bilinciyle, tefekkür edip hikmetleri yaşarken görebilenlerden
eylesin…
04 Ocak 2018 14:47