Tramvayda, otobüste, vapurda,
parklarda görmüşsünüzdür, insanların elinde cep telefonu, âdeta içine
düşercesine dalıp gitmişler. Hele de gençler, pek mârifetliler. Hani derler ya,
“on parmağında on mârifet” diye. Bunlarınki de öyle. Ama bir farkla, on parmaklarında
mârifet olduğu doğru, ama hepsi “bir mârifet” için çalışıyor. Sosyal medyada
gezinmek ve yazışmak için. Öyle de süratle yazıyorlar ki, bir yazar olarak
onlara bu hususta gıpta etmekteyim. Bu gençlerden hanım kızlara bir çift söz
söylemek isterim. Mahremim olsalardı, bu sözü yüzlerine söylerdim, ancak
değiller, dolayısıyla bu sütundan kendilerine seslenmek istiyorum:
Hanım
kızlar! On parmağınızın telefon üzerindeki hünerini, size hayatta lüzumlu
işlerde gösterseniz çok daha iyi ederseniz. Meselâ, Allah nasip eder de yuva kurarsanız,
çocuklarınız olursa, çocuklarınız, “Anne karnım aç!” dediğinde, “Şimdi sana
yemek hazırlarım yavrum” deyip, o hünerli ellerinizi şimdi telefon üzerinde
şimşek gibi kullandığınıza benzer bir süratle soğanları, domatesleri, biberleri
doğrasanız, şipşak bir menemen hazırlasanız, üzerine yumurta kırsanız ve
çocuğunuza, “buyur yavrum, âfiyet olsun!” deseniz, ne kadar makbule geçer. Ya
da eve aç gelen beyinize o maharetli ellerinizle bir yemek hazırlasanız,
“sanal” değil de “gerçek” mutluluğu yakalamış olursunuz. Hanım kızlar, tez
elden “fabrika ayarına” yani, ninelerinin, annelerinin kültürüne dönmelidirler.
Bir evin “hanımı” olmak, büyük bir şereftir. Beyler, ekseriyetle hanımlarının
adını söylemez, “Bizim İçişleri Bakanı” derler. Evi çekip çeviren aslında evin
hanımıdır. Görgülü, bilgili, kültürlü, hamârat, iktisatlı bir hanımın olduğu
yuva, âdeta Cennetten bir köşe gibidir. Bu bakımdan atalarımız, “yuvayı dişi
kuş yapar!” demişlerdir. Tarihimize baktığımızda, kız çocuklarının
yetiştirilmesine, eğitilmesine çok büyük ehemmiyet verildiğini görürüz. Bir
defa, her kız çocuğu, çok küçük yaştan itibaren İslâmî ilimleri mükemmelen
öğrenir. Onlar küçüklükten itibaren hem “talebe”, “hem muallim” rolünü
üstlenirler. Çünkü anne olduklarında çocukları öğrencileri, kendileri de
onların ilk muallimi olacaklardır. Kız çocuklarına ayrıca ev idaresi, ev
ekonomisi, iktisatlı olmak, dikiş, nakış, yemek yapmak, çocuk bakımı, vs. de
mükemmel şekilde öğretilirdi. Temel gaye, o kız çocuğunun yarın yuvasını
kurduğunda, bütün bu işleri “sadaka” olarak yapması ve kocasına maddî –mânevî
destek olmasıydı. Hanım kızlar, durumları ne kadar iyi olursa olsun, israftan
şiddetle sakındırılırlardı. Buna dair şehrimizde yaşanmış bir olayı nakletmek
isterim: Antep’teki tarihî camilerimizden biri olan “Eyüboğlu Camii”nin
enteresan bir yapılış hikâyesi vardır. Mahalle sâkinleri bir cami yaptırmaya
karar verir. Bunun için heyet kurulur ve durumu müsait olanlardan yardım
toplanmaya girişilir. O civarın en zenginlerinden olan Eyüboğlu, kendisinden
bir şey istenilmediğini görünce merak eder ve gidip o hey’ete bunun nedenini
sorar. Şöyle anlatırlar: “Biz sizden yardım istemek için kapınıza geldik. Tam
kapıyı çalacakken sizin içeriden yüksek sesle kızınızı azarladığınızı işittik.
Çırayı yakmak için birkaç kibrit çöpünü fuzuli olarak yaktığını söyleyip,
kızcağızı paylıyordunuz. Biz de, ‘Birkaç kibrit çöpünü düşünen adam, bize para
vermez’ deyip geri döndük.” Bunun üzerine Eyüboğlu şöyle der: “Ağalar siz
yanlış anlamışsınız. Elhamdülillah durumumuz iyi. Ancak, ben kızıma israf
etmenin yanlışlığını anlatmak istedim. Yarın evlendiğinde müsrif olursa,
tutumlu olmazsa o yuvada huzur olmaz. Bunu anlatmak istedim” der. Daha sonra
bir cami yaptıracak kadar yardımda bulunur ve o cami öylece yapılır.
Hanım kızlara
tavsiyem. Ninelerinin, Fatih, Yavuz, Şeyh Şamil yetiştiren annelerin izini
tâkip etsinler. Selfi çekmekteki, ya da mailleri hızla cevaplandırmadaki
mârifet karın doyurmaz. Bütün onlar bir soğan doğramadaki mârifetin yerini
tutmaz. Benden söylemesi…
07 Şubat 2018 01:15