Adı, adanmışlığın ve teslimiyetin adıydı. Meryem! İlk defa ana rahminde
açmıştı gözlerini. Etraf pek aydınlık sayılmazdı ama muhteşemdi ana rahminin
sıcaklığı, huzuru ve çepeçevre sarışı…
Adı, adanmışlığın ve teslimiyetin adıydı. Meryem! İlk defa ana rahminde
açmıştı gözlerini. Etraf pek aydınlık sayılmazdı ama muhteşemdi ana rahminin
sıcaklığı, huzuru ve çepeçevre sarışı…
Sonra dünyaya açtı gözlerini. Her yer aydınlıktı. Etraftakilerin neşesi,
ilgisi, sevgisi, mutluluğu görmeye değerdi.
Çocuktu Meryem, bilmediği çok şey vardı ama meraklıydı. Beni nasıl bir hayat
bekliyor? Peki, bahşedilen şu hayat ve hayatı bahşeden benden ne bekliyor?
Henüz bu soruların cevabına dair pek bir fikri yoktu ama ne için yaratılmışsa o
minvalde yaşayacaktı, kararlıydı.
Derken büyüdü Meryem, genç bir kız oldu. İlim öğrendi, evlendi, anne oldu…
Çocuklarını sağlıklı ve imanlı bir şekilde yetiştirmek için, ilmini ve ilmiyle
aynı oranda amellerini arttırabilmek için… İyi bir eş, iyi bir evlat, iyi bir
komşu, iyi bir davetçi, iyi bir kul olabilmek için… Çok çalıştı Meryem.
Bazen uzun yollarda koştu, bazen yüksek dağları aştı, gözyaşı tere karıştı…
Yoruldu ama asla pes etmedi. Zira ömür kısaydı, yekti, tekrarı yoktu... Zira
ömrünün en verimli vakti olan gençlik çağındaydı.
Düştüğü zamanlar oldu, çıktığı yokuştan gerisin geriye yuvarlandı, canı
acıdı... Ama asla düştüğü yerde kalmadı Meryem, hemen ayağa kalktı ve emin
adımlarla yol aldı. Zira Allah (CC) sabredenlerle beraberdi. Güç ve kuvvet
sadece O (CC)’na mahsustu ve Meryem iyi biliyordu ki; her zorlukla beraber bir
de kolaylık vardı.
Orta yaşlı bir kadın oldu. Hayatında geriye dönüp baktığında bir iftihar
tablosu görüyordu. Bu tablo Meryem için sadece Rabbe şükür vesilesiydi. Zira
artık eski güç ve kuvvetinde değildi. Kanın en coşkulu aktığı vakit üstesinden
geldiği onca zorluğu, takatinin azaldığı şu vakte erteleseydi hali nice
olurdu…
Bunları düşünüyor, Rabbe şükrediyor, elinden geldiğince sorumluluklarını yerine
getirmeye devam ediyordu. Vaktinin büyük bir kısmını Rabbiyle baş başa kalmaya
ayırıyordu. Meryem’in semalara yükseldiği, bütün göğü içine sığdırdığı, aşkla
dolup taştığı, coştuğu; gerçek hayatı iliklerine değil, ruhunun bütün
derinliklerine kadar hissettiği vakit işte tam da bu vakitti.
Yaşlandı Meryem… Gözü zayıf görüyor, kulağı ağır işitiyor, dizleri onu taşıma
konusunda pek de iyi sayılmıyor ve tüm benliği Rabbe kavuşmak için artık can
atıyordu. Ama vuslat hâsıl olana dek o imtihandaydı ve o, bunun idrakindeydi. O
hala bir eşti, bir anne, bir kardeş, bir dava kadını, imtihandaki bir kul… Hala
sorumlulukları vardı Meryem’in ve son ana kadar sorumluluklarını yerine
getirmek için elinden gelenin en iyisini yapacağına dair kedine ve Rabbine verdiği
kıymetli bir sözü… Merhametlilerin en merhametlisi, ondan daha fazlasını
istemiyordu zaten.
Ve işte geldi o an, kapadı Meryem gözlerini dar-ul imtihana. Kavuştu Rahman’a!
Artık Meryem ebedi hayata uyanmak üzere derin bir uykudaydı. Yüzünde, melekleri
imrendirecek bir tebessüm vardı.
…
Hikâyeyi bir de şu şekliyle dinlemeye ne dersiniz?
Meryem teheccüd vakti açtı gözlerini, etraf aydınlık değildi. Abdest aldı,
namaz kıldı, Rabbin huzurunda olmanın huzurunu hissetti. Rabbin rahmeti onu
öylesine kuşattı ki, bu Meryem için muhteşemdi.
Sabah namazı vaktiydi. Güneş henüz doğmamıştı ama Meryem bir güneş gibi
tebessümlü yüzüyle aile efradının üzerine doğdu, onları gafletten vuslata
uyandırdı. Güne Meryem ile uyananların mutluluğu görmeye değerdi.
Yeni bir gün! Neler getirecek, neler götürecek bilmiyordu Meryem. Ama her şeyi
Rabbin rızasına uygun yapmaya kararlıydı. Derken kendini büyük bir
koşuşturmacanın içinde buldu. Ama her şey programlıydı. Üstelik ibadet
bilinciyle yapılınca bütün sorumlulukların üstesinden tebessüm eşliğinde
gelinebiliyordu. Tabi programa dâhil olmayan durumlar da yaşanmıyor değildi.
Bazı durumlar onu yoruyordu, bazıları incitiyor, bazıları ağlatıyor, bazıları
‘yeter artık’ dedirtiyor… Ama o, ‘bu han imtihan’ deyip sorumluluklarını yerine
getirmeye devam ediyordu.
Gün böylece devam etmişti, ta ki ikindi vaktine kadar. Meryem yorulmuştu,
bedeni halsizdi ama ruhu coşuyordu. Çünkü bu vakte kadar zamanı çok iyi
kullanmış ve yapması gereken her şeyi tam vaktinde yapmıştı. Bunun için Rabbe
şükrediyordu. İkindi vakti dünyalık sorumlulukların azaldığı ve daha çok
Rabbiyle baş başa geçirdiği bir vakitti. Aşkı, hasreti, vuslatı tam da bu
vakitte ruhunun derinliklerinde hissediyordu.
İkindiyi akşam, akşamı yatsı takip etti. Meryem artık çok yorgundu ve uyumak
istiyordu. Ama uyumadan önce yapılması gerekenler vardı. Zira Meryem bir
evlattı, bir eşti, bir anne, bir kardeş, bir dava kadını, imtihandaki bir kul…
Sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmiş olmanın verdiği rahatlıkla başını
yastığa koymalıydı. Bunun için imkân ve takati ölçüsünde ne gerekiyorsa yaptı.
Ve günün sonunda Meryem, bir günü daha Rabbin rızasına uygun geçirme gayretini
kendisine bahşeden Rabbe hamd etti. Ecel daha evvel gelmez ise gelecek yeni
güne uyanmak üzere derin bir uykuya daldı, yüzünde melekleri imrendirecek bir
tebessüm ile…
…
Kim demiş dünya üç gündür diye? Bakınız dünya sadece bir gündür. O da
ihtiyarlık zamanına kadar yaşayan kimse için. Birçoğumuz için ömür bir
vakittir, ya da birkaç... Kaçımız farkındayız her gün ömrün ve ölümün provasını
yaptığımızın? Her biri neredeyse birbirinin aynı olan günlerin aslında bütün
ömrümüzün bir özeti olduğunun…
Resulullah Efendimiz (SAV) neden “erteleyenler helak olurlar veya olacaklar”
değil de “Erteleyenler helak oldular.” buyurmuştur dersiniz? Naçizane düşüncem
odur ki bu hadis geçmişten bir ibret sunmanın yanı sıra erteleyenlerin helak
olacağının kesin olduğunu bizlere bildiriyor. Zira her amelde aslolan niyettir
ve erteleyen kimse ertelediği işi yapmamaya zaten niyetlidir. Ölüm insana
gözdeki siyahın beyazlığına olan yakınlığından daha çok yakınken bir kimse şu
an yapması elzem olan bir işi bilerek, isteyerek geleceği belli olmayan bir
vakte erteliyorsa; muhtemelen o işi yapmayacaktır. Veya bir vakit sonra yapmak
nasip olsa bile o işi vaktinde yapmadığı için hakkıyla yapamayacaktır. Böylece
o kimse yapması gereken işi helak etmiştir ve tabi beraberinde kendini
de…
Sermayesi bir ya da birkaç vakit veya çok çok bir gün olan biz fakirler,
hataları vaktinde terk etmeli, hatalarımızdan dolayı vaktinde tevbe etmeliyiz.
Üzerimizde bir kulun hakkı varsa hakkını vaktinde teslim etmeliyiz. Ahlakımızı
vaktinde güzelleştirmeliyiz. Çocuklarımızı yetiştirmeye vaktinde özen
göstermeliyiz. İbadetlerimizi vaktinde dosdoğru yapmaya gayret etmeliyiz.
İhtiyaç sahiplerini imkânımız dâhilinde vaktinde gözetmeliyiz. Vaktinde iyiliği
emretmeli ve kötülükten nehyetmeliyiz. Vaktinde okumalı, vaktinde öğrenmeli,
öğrendiklerimizi hayatımıza vaktinde dâhil etmeli ve vaktinde öğretmeliyiz.
Vaktinde zalimin zulmüne karşı dik durmalı, şeytan ve iş birlikçisi nefse
vaktinde dur demeliyiz.
Bir günden başka sermayesi olmayan bizler iyi bilmeliyiz ki; tüm bunlar için
vakit bugündür. Bilmeliyiz ki; ertelediğimiz her hayra ulaşamamamız için nefis
ve şeytan muhakkak araya birçok engel koyacaktır. İyi bilmeliyiz ki;
“Erteleyenler helak oldular!”
Şu kısacık ömrü, her mesuliyetimizi vaktinde yerine getirmek suretiyle öylesine
güzelleştirip bereketlendirelim ki; adımız adanmışlığın ve teslimiyetin adı
olsun! Dar-ul imtihana gözlerimizi yumarken, yüzümüze melekleri bile
imrendirecek bir tebessüm konsun…
28 Şubat 2018 14:54