Motor gürültüsü, ambulans -
polis sirenleri, araç kornaları, inşaat takırtısı, iş makinaları, insanı içine
çeken insanların olmayan nihayetsiz, mütemadi ve şedit savaşların uğultusu…
Arada kedi, köpek, kuş sesi, bebek ağlaması duyulabilirse bu insana özel
kurgulanmamış, dış dünyadan kısa bir kesit kabul edilebilir. Ve martılar,
kuşlar, guguklar, böcekler şehrin canlılara fırsat tanımayan, ruhsuz hava
sahasını çoktan terk etmiştir. Böylece insan kendince şekil verdiğini, kendine
göre düzenlendiğini zannettiği dünyaya ait; artık neyine yarayacaksa dünya da
ona ait olmuştur. Demek ki insan sesler hususunda da tahakküm kurmak isteyen,
bu isteğini eyleme döken bir varlıktır. Ama keşke kalabalıklardan mütevellit,
afakı saran ruhsuz gürültüden ibaret kalsaydı. Her nesnenin yarım bırakılmış
notaları insanın ve doğanın menhus müziğini oluşturmuş olmazdı.
Özellikle porte üstünde
gösterildiğinde anlaşılır şekilde yarım bırakılmış her nota insan ruhundan bir
şeyler eksiltir. Bir cümleyi en anlamsız yerinde, olmayacak bir sözcüğün tam
ortasında kesivermek gibi. İlk öğrenme çağlarından itibaren insana öğretilen
‘Ali ata bak’ cümlesini ‘Ali at’ şeklinde kesmek gibi mesela. Anlaşılırlığını
yitirip farklı anlamlar yüklenmesi dışında bu tür bir uygulayış ses
senkrizasyonunun bozuluşunu, musikinin, ritmin yitimini de getirir. Duyanda
duygunun da ters tepmesini, dinginlik yerine ruhun olumsuz etkilenmesini,
tırmalanışını, tahrişini sağlar. Sürekli tırmalanan bir ruhla hayata iştirak
etmek günümüz insanının kaderidir. Kaderlerine dair hiçbir olayı
kestiremedikleri ve bu olaylara müdahil olamadıkları gibi ruhlarının tırmalandığını;
her an rahatsız edici, örseleyici, yıpratıcı bir tınının tahakkümü altında
kaldıklarını bilmezler. Farkındalık da hayata dahildir ama insan bir yere, bir
mekana yeni girdiğinde fark ettiği ayrıntıları zaman geçtikçe kanıksayan,
zemine alışan ve ortamı zihninde doğallaştıran bir varlıktır. İlk anda fark
edilen görsellere gözün alışması gibi ilk anda duyulan gürültülere de kulak
alışır; duymaz, hissetmez olur. Tahammülfersa diye kabul edilecek tüm
görüntülere alıştığı gibi, dehşete düşürecek, kulak zarlarını tahriş edecek,
beyne haşin sinyaller gönderecek tüm gürültülere de alışır.
Bu alemde ve hayat adına doğal
olan, alışmak olmasa gerektir. Aksine alışmak doğal olanın unutulması, doğruyu,
iyiyi arzulayan ve ona doğru meyleden ruhun uyutulmasıdır. Bir gürültü bahsinde
ruhu uyutmak tuhaf görülebilir. İğdiş edilen, yerine ikame unsurlar
yerleştirilen her şey gibi gürültü de ruhun alıştırıldığı, kanıksatıldığı bir
doğal evren oluverir. Öyle ki ölümlerin, öldürmenin, katletmenin kutlama
havasında dile getirildiği bugünün dünyasında; yani ki duyguların sıfırlandığı
insan vicdanında, duyargaların, sesin niteliksel çirkinliğinden rahatsızlık
hissetmemesi hiç de abes değildir. Alışılanın konforu insanın yaylasıdır. Daha
iyisine yönelik imkanın olmayışı, tüm umma ve arama çabalarını gereksiz hale
getirir. Elbette icbar edilenin kanıksanması onun doğal olduğu anlamına gelmez.
Ama bu doğal olmayana, bir çeşit eziyete katlanmanın zulme rıza göstermek gibi
bir şey olduğu da ayırt edilmez.
Absürd tınıların müdavimi ruh,
yalana alıştırılmış kulakları anıştırır. Kitlelerin müzmin hastalığı
televizyondan iletilen sese müdahale edilemediği gibi istemsizce duyulan,
kulağa doldurulan, ruhun maruz kaldığı dışsal seslere de müdahale edilemez.
Hatta insan çoğu zaman kendi sesine yahut kendinden sadır olan sese de hakim
olamaz. Hakimiyet bilâ kayd-u şart dış seslerindir. Bunun icrasını görev
addetmiş, birilerini tahakküm altına almayı şiar edinmiş yöneticiler ekranları
işgal ettikleri gibi avazları çıktığı kadar bağırmak suretiyle kulakları da
işgal etme hevesine kapılmışlardır. Sesleriyle, sözleriyle emsalsiz bir
çirkinliğin müşahhas hali gibi göründüklerinin belki kendileri de
farkındadırlar. Ancak varoluş amaçlarını çirkinliğin kanıksanması ve
yaygınlaşmasına hasretmiş olduklarından kötülük bağlamında kabul edilecek her
şey onlar için birer nimettir. Sadece ve doğrudan doğruya kötülüğü sergileyerek
onun kanıksanmasını isteyen kimi yönetmenler gibi. Yani kötülüğün yaygınlaşması
için kötüyü gösteren yönetmenler gibi. Elbet bunun alternatifi de bulunur;
iyiliğin anlaşılması adına kötüyü perdeye yansıtan müstesna insanlar vardır.
Çirkinliğin karşısında yer alan, hak olanı söylemek ve yapmak derdinde olan,
kötülüğü nimet olarak görmeyen, tüm canlılar için iyiliği arzu eden ve elbette
televizyonların görmezden geldiği kimi müstesna insanlar olduğu gibi…
Kulakların kuş
cıvıltısıyla, ırmak şırıltısıyla, meltem esintisi, yaprak hışırtısı, böcek
vızıltısıyla, hür ve neşeli çocuk sesleriyle yani ki doğanın emsalsiz
musikisiyle dolduğu zamanlar geride kaldı. Artık insanın kendi sesine, insandan
menkul gürültülere, tüm dış seslere tahammülünün sınandığı zamanları yaşıyoruz.
Kulaklarımızı o dıştan gelen seslere kapatmak adına kulaklıklar takıyor, bir
başka anlamsız gürültüleri kulaktan ruha doğru akıtıyoruz. Yine de bir lütuf
mahiyetinde bugünleri bulan bilcümle saz eserleri, türküler, klasikler ve
dertleri şarkı formunda yürekten süzüp dile getiren Müslümler, Ferdiler için
şükrediyoruz.
22 Mart 2018 17:52