Yaşadığımız modern şehirlerde, ailesini kayıb etmiş İhtiyaç sahibi, çalışan, sokakta bırakılan o kadar çok çocuk var ki..
Yaşadığımız bu devasa metropolün oluşturduğu kaos ortamında ailesini yitirmiş, maddi ve manevi manada yolunu bulamamış, feleğin sillesini yemiş nice insanlar var. Bahanesi ne olursa olsun, bir şekilde sokağa düşmüş, izbelere sığınmış, akrabasıyla bağını çoktan koparmış bu kentin kayıp çocukları.Merhamet Eli UzatılmalıKayıp şehrin çocukları her gün söylendiği halde duyulmayan bir kederli şarkı gibi aramızdalar. Gerek halk, gerek sivil toplum kuruluşları, gerek resmi otoriteler tarafından kendilerine bir merhamet eli uzanıncaya kadar da bu hüzünlü şarkı vicdanlarımızı kanatmaya devam edecektir.Dikkat! Çocuğun Çığlığı Yükseliyor!Kayıp çocuklar ya da kayıp nesil, son 50-60 yıllık çarpık batılılaşmanın ve çarpık kentleşmenin bir sonucudur. Köyden kente plansız, programsız ve başıbozuk göçün getirdiği çarpıklığın da bir bedelidir aynı zamanda.Kimdir bu çocuklar. Sokaklarda ne ararlar?Bu çocuklara baktığımızda; evde dayak yiyen, sonra bu şiddete dayanamayarak sokağa kaçan, burada da suça itilerek yaşayan çocukların olduğunu görmekteyiz. Bu çocuklara sağlık dışı koşullarda çalışan çocukları da eklemek gerekir. Hepsinin ortak özelliği bulundukları yaşın gerektirdiği yaşamı yaşayamamaları ve en çok gereksinmeleri olan ev sıcaklığından, ebeveyn ilgisinden, oyun oynamaktan ve sağlıklı beslenmeden yoksun olmalarıdır.Büyük şehirlere göçen herkes başarılı olamıyor, mutlu ve dengeli bir hayat kuramıyor şüphesiz, kendisinin ve çocuklarının geleceğini garanti altına alamıyor. Hayatın gel-gitleri arasında ne yazık ki kaybedenler de çoğunlukta. Üstelik bu kaybediş eşine, çocuğuna, torununa, hatta yakın akrabasına kadar da yansıyabiliyor. Zaman içinde ölüm, mahpusluk, gurbet, boşanma gibi kader kurgularının da beslediği dramatik hayatlar çıkabiliyor ortaya…Yaşadığımız bu devasa metropolün oluşturduğu kaos ortamında ailesini yitirmiş, maddi ve manevi manada yolunu bulamamış, feleğin sillesini yemiş nice insanlar var. Bahanesi ne olursa olsun, bir şekilde sokağa düşmüş, izbelere sığınmış, akrabasıyla bağını çoktan koparmış “bu kentin kayıp çocukları”… Belki de hayallerini süsleyen nice güzel umutlarını, hayatın üzerlerinde estirdiği nice kasırgalara kurban etmiş umutsuz insanlar. Bir işten, imkândan uzak, aslında iş yapma becerisini, hayata tutunma aşkını çoktan kaybetmiş bir kimsesizler/sahipsizler ordusu…En çok size karşı mahcubuz çocuklar…Sayılarını bilen yok, ihtiyaçlarını bilen yok, kaç tanesi hasta, kaç tanesi sağlıklı, kaçı kötü alışkanlık kurbanı vs. bilen yok. Koca şehrin atar damarlarında o kadar küçük ve kimsesizler ki, esamileri okunmuyor, istatistikleri tutulmuyor… Şairin “verem olmak üretimi düşürür!” deyişindeki çelişki gibi, hayatlarındaki tek sabit adresleri kimsesizler mezarlığı.Kayıp çocuklar ya da kayıp nesil, son 50-60 yıllık çarpık Batılılaşmanın ve çarpık kentleşmenin bir sonucudur. Köyden kente plansız, programsız ve başıbozuk göçün getirdiği çarpıklığın da bir bedelidir aynı zamanda. Geçmişin sayfalarının şöyle bir çevirdiğimizde, tarihimizde böyle bir durumun yaşanmadığını görüyoruz. Evet, kimsesiz çocuklar var olmuştur, ancak bitkilere ve hayvanlara bile şefkat ve merhamet göstermekten çekinmeyen atalarımız, bu kimsesizleri sokağa salmamış, tam tersine bağrına basmıştır. Bu manasıyla kayıp çocuklar/sokak çocukları eskiye değil, Cumhuriyet dönemine özgü bir sorundur. “Sokak yaşantısı olan çocukların topluma kazandırılmaları için yürütülen uygulamaların çocuğun iyi olma halini gerçekleştirme yolunda farklı düzeylerdeki kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde gerçekleştirilmesine gerek bulunmaktadır.”Türk edebiyatında ve Türk sinemasında çokça işlenmiş bir konu olmasına rağmen de maalesef sadra şifa bir çözüme yol açamamıştır. Büyük şehirlerde bir şekilde aidiyetini, kimliğini kaybetmiş gençlerin ve çocukların, yoksulluğun ve yoksunlukların yaşattığı olumsuz duygularla kötü yola düşmelerinin, suça karışmalarının, heba olup gitmelerinin hikâyesidir anlatılan.Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir…Bu kayıp çocukların her birinin yaşamı; büyük şehirlerin gettolarında, batakhanelerinde, arka sokaklarında yaşanan eksik ve buruk hayatların hikâyesini anlatır. Malını, canını, eşini, çocuğunu şehrin keşmekeşinde yitiren taşra insanının can acıtan, göz yaşartan ve vicdanları sızlatan hikâyeleridir yaşadıkları…Bir sokak köşesinde, bir apartman arasında, trafik ışıklarında, köprü altlarında, üst geçitlerde v.s karşımıza çıkan kentin kayıp çocukları… Kimsiz, kimsesiz, isimsiz sokak çocukları…Biz geleceğiz, gelecek bizim…Şehrin üzerinde kurumuş bir yara kabuğunu andıran ve ahalinin olmadık yerlerde(!) karşısına çıkan bu kayıp çocukların yolu, -acıdır- camilerle, cami cemaatiyle bir türlü kesişmiyor. Bunu lüks tabir edilen zengin semtler, korunaklı siteler, halkın yeni sığınakları olan AVM’ler takip ediyor. Sokak çocuklarına vebalıymış muamelesi yapılıyor, kimse onlara bir şefkat ve merhamet eli uzatmaya yanaşmıyor. Gittikçe yozlaşan ve kapitalist değerleri benimsemek uğruna merhamet hissini kaybetmeye yüz tutmuş toplumumuzda, insanın içini en çok acıtan ise merhametin ve yardımlaşmanın kalpgahı olması gereken cami ve cemaatin bu muhtaç ve mazlum insanlara arkasını dönmesidir. Bitkiye ve hayvana bile merhamet eden bir medeniyetin mirasçıları olarak bu duruma nasıl geldiğimizi düşünmemiz şarttır. Hala eski camilerin üzerinde yer alan kuş evleri millet olarak merhametimizin ve içine yuvarlandığımız çelişkinin bir sembolü değil midir?Bu mazlum insanlar kimseyi ilgilendirmediğinden olacak; bir-iki istisna dışında sivil kuruluşların, devlet ve siyaset erkânının da ilgi alanı dışındadır; bu imkân sahibi otoriteler cenahında maalesef ne dertlerini dinleyen var, ne de çözüm arayan…Kayıp şehrin çocukları her gün söylendiği halde duyulmayan bir kederli şarkı gibi aramızdalar. Gerek halk, gerek sivil toplum kuruluşları, gerek resmi otoriteler tarafından kendilerine bir merhamet eli uzanıncaya kadar da bu hüzünlü şarkı vicdanlarımızı kanatmaya devam edecektir…
20 Haziran 2014 13:41