Bizim örfümüzde, adetimizde, kültürümüzde,
medeniyetimizde, geçmişimizde, tarihimizde; "arkadaşlık",
yaygın bir sosyal değerdir. Anadolu coğrafyasında, akraba olmadıkları halde
birbirleriyle yakın ilişki içinde bulunan kimselere; kadınlar için
"bacılık", erkekler için "gardaşlık" denir.
Hatta, çocuklar ve gençler; analarının bacılığı,
babalarının gardaşlığı olan kimselere özel ilgi ve saygı gösterirler.
Büyüklerinin ölüp gitmelerinden sonra bile; o hatırı gözetir, o hukuku yıllarca
devam ettirirler.
Sözlüklerde, arkadaş;
"Yakın ilişki ve işbirliği içinde bulunan kimse, dost, yaren" diye tarif edilir. Yaygın
algıya ve vurguya göre; " Birbirine arka çıkan, destek olan, yardım eden,
yanında duran kimseler" anlamına gelir.
ARKADAŞLIK AĞI
Hayatımız boyunca, pek çok arkadaşlık örneği ve örgüsü
ile muhatap oluruz. Arkadaşlarımızı ve arkadaşlıklarımızı; en değerli
varlıklarımız gibi koruruz.
İşte bu yüzden, dilimizde ve dünyamızda; çocukluk
arkadaşlığı, mahalle arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, iş
arkadaşlığı, hac ve umre arkadaşlığı, hastahane arkadaşlığı, hapishane
arkadaşlığı gibi deyimler oluşmuştur. Bir ömrü birlikte yaşadığımız eşlerimiz
bile; "hayat arkadaşı" diye tanımlanmış ve bu arkadaşlık ağı içinde
özel bir yer tutmuştur.
Hiç şüphesiz; her şeyin olduğu gibi, arkadaşın da iyisi
ve kötüsü vardır. Etkin bir psiko sosyal unsur
olarak; iyi arkadaş hayat kurtarır, kötü arkadaş hayat kaydırır.
Onun için, atalarımız; "Deli ile çıkma yola, başına
gelir türlü bela" demişler. "İsin yanında duranın is, misin yanında
duranın mis kokacağını" söylemişler.
"Körle yatanın şaşı kalkacağı", ve dahi
"Kır atın yanında duranın ya huyundan, ya suyundan kapacağı"
vurgulanmış. "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim"
atasözüyle; arkadaşlar ve arkadaşlıklar, insanın kimliğinin ve kişiliğinin
aynası olarak tanımlanmış.
Bütün bunlardan anlaşılan o ki; her yaş ve seviyedeki
insan için, özellikle de yetişme çağındaki çocuklar ve gençler için, arkadaş
seçimi fevkalade önemlidir. Ancak, bu tercih; annelerin ve babaların, öğretmenlerin
ve idarecilerin karar vermeleriyle, tayin etmeleriyle, talepte bulunmalarıyla
şekillenecek bir şey değildir.
Yapılması gereken; erken yaşlarda, iyi arkadaşlık
zeminleri oluşturmaktır. Evi, mahalleyi, okulu, sosyal çevreyi,
işi, eşi, doğru seçerek; çocuklarımızı ve gençlerimizi, iyi dost ve arkadaş
adaylarıyla buluşturmak, tanıştırmaktır.
ÜZÜM ÜZÜME BAKA BAKA
Nedense, hemen hepimizin; daha çok olumsuza ayarlanmış
bir algı dünyamız var. İnsanlar; "Üzüm Üzüme baka baka kararır"
diyorlar da, "ağarır" demiyorlar.
Rahmetli Barış Manço, "Arkadaşım Eşşek" diye
bir şarkı besteledi; başta çocuklar olmak üzere, insanların bu hayvancağıza
bakışı değişti. Daha çok, birilerine hakaret etmek için kullanılan
"eşşek" sıfatı; bir sıcak ve sevecen ilişki yahut iletişim kalıbına
doğru dönüştü.
Eskiden beri, köpekler; evlerimizin ve işyerlerimizin
önünde hırsıza karşı "bekçi", koyun ve sığır sürülerimizin yanında
kurda karşı "koruyucu" olarak istihdam edilirdi. Şimdilerde ise,
özellikle şehir hayatı içinde; birlikte yaşanılan "dost" ve
"arkadaş" haline getirildi.
Eğitimci kimliğimizle yaşadığımız özgün hatıralar
arasında; çok anlamlı bir "köpek hikayesi" var. O günlerde beraber
olduğumuz öğretmenler, öğrenciler, öğrenci velileri; yıllar sonra bile taptaze
hatırlayıp, hayret ve dehşet içinde anlatıyorlar.
İlkokul birinci sınıfa yeni gelen öğrencilerimiz
arasında; davranışları bakımından hiç kimseye benzemeyen bir kızımız vardı.
Sırada oturmak yerine, köpek gibi yere yatar; arkadaşlarına sevgisini göstermek
için, diliyle yüzlerini yalar; birbirlerine kızdığı yahut öfkelendiği zaman,
köpek gibi havlayarak üzerine atlardı.
Birkaç gün içinde, olağan dışı bir olay haline geldi. Okulun
tüm öğretmen ve idareci kadrosu; sorunu anlamak, kavramak ve bir çözüm üretmek
için seferber oldu.
Çocuğun annesi ve babası ile yapılan görüşmelerin
sonunda; bu davranış biçiminin arkaplanı anlaşıldı. Şahit olduğumuz şeyin; bir "arkadaşlık
sendromu" olduğunun farkına varıldı.
Çok çocuklu ve fakir bir ailenin; annesi hasta olup
ölmüş. Bir türlü çocuk sahibi olamayan zengin bir aile; yetimlerin en küçüğünü
evlatlık almış.
Onu, oturdukları villanın çatı katındaki müstakil odaya
yerleştirip; çevreden bir şey duymasın, evlatlık olduğunu bilmesin diye
toplumla ilişkisini kesmişler. Bu arada, canı sıkılmasın, yalnızlık hissetmesin
diye; eve bir köpek alıp, onunla birlikte yaşamasına izin vermişler.
Sonuç olarak; üzüm üzüme baka baka kararmış. Olayın
kahramanı yahut mağduru olan kızımız; davranış kalıplarını, en yakın dostu ve
arkadaşı olan köpeğinden almış.
Bir temel ihtiyaç olan arkadaşı ve arkadaşlığı yok
sayamayacağımıza, yasak bölge ilan edip engel olamayacağımıza göre;
çocuklarımız ve gençlerimiz için, iyi arkadaşları ve arkadaşlıkları
önemsemeliyiz. Onların özenebilecekleri, öykünebilecekleri, "rol
model" kabul edip benzemeye çalışabilecekleri iyi örneklerin ve öncülerin
arayışı içine girmeliyiz.
08 Nisan 2018 14:33