Adresi yazıyor Yakub[as]. Kapıyı işaretliyor sükûtuyla. Yüz çeviriyor
boş sözlerin çölünden. Dudaklarını uzaklaştırıyor içtikçe susatan tuzlu
sulardan. Tükenmişliğine kıble arıyor. Hüzünlerini mihraba çağırıyor. Susuyor;
sadece O’nun işitiyor olduğu gerçeğinin pak avuçlarına döküyor kırık
hecelerini. “Ben tükenmişliğimi ve hüznümü sadece Allah'a söylerim…” diyor.
Yakub böyle diyor; bu önemli. Ama daha önemlisi var! Yakub’un
böyle dediğini Allah diyor bize. Tükenmişliğini ve hüznünü söylediği Allah, bir
kulunun ince sızısını, fısıltılı yakarışını, yakıcı duasını Yusuf Suresi’nin
86. ayeti olarak mühürlüyor. Öbür türlü duyamayacağımızı duyuruyor bize. Bir
türlü inanmak istemeyeceğimizden emin ediyor bizi. “Tükenmişliğini ve hüznünü
sadece Bana söyledi Yakub; doğrusunu yaptı. Duyun işte, O’nu duydum ve duyuşumu
hepinize duyuruyorum” demek istiyor.
Yakub’un sadece Allah’a konuşmasının bir gerekçesi var: “…çünkü
benim bildiğim Allah sizin bildiğiniz gibi değil.” Demek ki, mesele “Allah’ı
Yakub’un bildiği gibi bilmeyişimiz.” Bilseydik, âh bir bilseydik,
tükendiğimizde, hüznümüz son kerteye vardığında, Allah’tan başka konuşacak
kimse aramazdık. Hem zaten, konuşanların hepsine konuşmayı öğreten O ise, başka
konuşacak kimse mi var ki?
“İyi ama bana yapılan haksızlık karşısında kimseye içimi
dökmeyeyim mi?” diyenleri susturuyor ayet. “Hakkını ara ama hakkını ararken
haksızlık etme” diyor ayet. “Dedikoduya, laf taşımaya, gıybete yol açma…” diye
uyarıyor. “İçini dökeceğin Bir’i var ama sen O'nu içini dökeceğin,
dertleşeceğin Bir’i olarak tanımıyorsun henüz. Allah'ı, içini döktüğünde seni
dinleyeceğini bildiğin Biri olarak tanımak için buradasın. Bu hayat sana
Yakub'un bildiği Allah ile senin bildiğin Allah arasındaki farkı kapatman için
verildi. Ne duruyorsun öyle! Yürüsene, okusana, düşünsene..."
18 Nisan 2018 01:04