Mutluluk acaba hayatın hangi karesinde
gizliydi?
O masum çocukluk yıllarının arkadaşlıklarında… Evciliklerdeki
rolleri, tıpkı bir aktör edasıyla taviz vermeden ciddiye almada… Hatırlandıkça
yanaklara tebessümünü konduran o küslüklerde miydi?
Güneş o zamanlar daha mı güzel doğmaktaydı? Ve endişesiz mi
karşılanmaktaydı gelen gündüz?
O zamanlar yüzler daha maskesiz ve masum; renkler daha canlı,
sevgiler daha mı katışıksızdı?
O zamanlar bahar rüzgârı cana can katarken ve yüreği
coştururken; şimdilerde olan, canı da kurutmaya mı gelmişti? Niye tadı kaçmıştı
hayatın?
Mutluluk yoksa gençliğe yeni adım atıldığında duyulan
heyecanlarda mı takılı kalmıştı? O zamanlar duygular daha katışıksız, hayat
daha mı canlıydı?
Büyümenin verdiği güven şimdilerde kayıplarda mıydı? “Ben de
varım” dercesine ortaya atılan iddialar, şimdi ortalığı başkalarına mı terk
edivermişti?
Niye git gide sönmüştü sözler, hem de anlamını yitire yitire?
Sadece bir şiir ya da bir ezgi; hatıraları canlandıran, özlem içeren, içi yakan
bir acı konduruyordu yüreğe.
Ve hatıraları hatıra getirerek gözyaşı konduruyordu
yanaklara. Hatırladıkça, düşündükçe anıların her köşesinden başını gösteren
mutluluk şimdi niye uğramaz olmuştu hayatın şimdisine?
Yakalamaya çalıştıkça kaçmakta, tam yakaladım deyince kaçıp
bir ışık gibi kaybolmaktaydı.
Bir zamanlar hayalini kurduğu birçok şey yanındaydı oysaki!
Yoksa mutluluk, kaybedilenlerin ardına, bir daha yüzünü
göstermemek üzere saklanmış da öç mü almadaydı?
Kardeşçe çarpan kalplerde, sevgi ve muhabbetle kat edilen
yolculuklarda… Dağların yamacında mustaz’afların yaşadığı küçük bir köyde mi
unutulmuştu?
Bin bir meşakkatin altında gül gül tebessüm dağıtan, yaşı
kadar korkusuz nenelerin o bakışlarında mı kalmıştı?
Yoksa gelecekte mi beklemekteydi?
Kurulan hayaller, beklentiler, yol gözlemeler, ümitler hep mutluluk
için değil miydi?
Kişiyi kendinden, gerçekten, hayattan, şimdi olanla tat
almadan kopartan hayaller gerçekleştiğinde; gelebilecek miydi huzur?
Yoksa “Harcadığın kadar… Dikkatleri üzerine çektiğin kadar…
Herkesten farklı göründüğün kadar mutlu ve özgür olacaksın!” diye tüketime
çağıran düzenin, alışveriş merkezlerini gezmede; rafları tek tek karıştırmada
mıydı mutluluk?
Ya da koltukları kabartan; saygı ve itibar kazandıran
makamlarda mı saklıydı?
Oysa kalp maddi sevgileri içine alamayacak kadar,
sindiremeyecek, kabul etmeyecek kadar Allah’a aitti. Allah’a tahsis edilmesi
gereken yeri; maddeye, makama, şöhrete teslim etmek hayatı fırtınalı bir
okyanusa çevirmekti.
Huzur ne geçmişe bağlanmakta; ne de gelecek hayalleriyle
avunmadaydı. Geçmiş bir kül yığını, gelecek ise elimizde olmayan bir hayaldi…
Huzur şimdiyi yakalamadaydı. Kaçmakta ve hatıralarda yerini
almaya hazırlanmakta olan şimdinin karelerine tutunmaktaydı. Ve “Değersiz dünya
hayatının” maddi ölçeklerinde elde edilemeyecek kadar yüceydi.
Huzur, Allah’tan bir cüz olan ruhu yine sahibine bağlamada; “Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla itminan olur.” (Rad / 28)
ayetinin sırrıyla O’nsuzluğun çırpınışlarını, feryadını, ümitsizliklerini yine
O’nu anarak dindirmedeydi.
Ömrün karelerinde huzuru arayan gönlü; tesbih, zikir, hamd ve
tevbelerle sükûna erdirmedeydi.
Huzur Allah’a yaklaşmadaydı. Eşyanın, makamın, şöhretin çekim
gücünden kurtulup; özgürlük kuşunun kanadında sahabe, tabiin ve âlimlerin
diyarlarını, ilimde derinleşerek gezmede, Hira’da tüm âlemin ve insanın varoluş
nedenini arayan Ümmi Nebi (SAV)nin inzivasını idrak etmede, yeryüzüne inen her
peygamberin sırrını keşfetmedeydi.
Mutluluk huşuya ermedeydi. İlimde, ibadette, tesbihte kabuğu
aşıp manaya inmede; derinleşmekte, derinleştikçe hakikate etmedeydi.
Mutluluk “Gecenin bir bölümünde ve yıldızların kaybolduğu zaman O’nu tesbih
et.”ayetiyle amel edip seheri ayakta karşılamada; gündüzün tüm
sıkıntılarına teslimiyet dersi almadaydı.
Allah’tan gelen her şeye “Ben Allah’a aidim ve
tekrar O’na döneceğim.” inancıyla teslim olmadaydı.
Mutluluk, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmakta; öfkeyi
hilme, kini affa, nefreti iyiliğe, günahı tevbeye kurban etmedeydi.
Mutluluk, “İki günü birbirine denk olan hüsrandadır.” hadisi şerifi
gereği her gün ilimde ve ibadette bir adım daha ilerleme gayreti içinde olmada;
yerinde saymamada, yaptıklarıyla yetinmemedeydi.
Mutluluk, kendini “Siz insanlık içinden çıkartılan en hayırlı ümmetsiziniz.
İyiliği emredip kötülükten sakındırırsınız.” (Ali İmran /10)
ayetinin muhatabı ilan etmede; kendini başkalarının dünya ve ahiret saadeti
için çalışmaya adamadaydı. Ve egoları/menfaati hakka kurban etmedeydi.
Böylece acılar kişinin dimağında manevi lezzetlere kapı
açacak; kederler olgunlaştırmada, hikmete ve irfana ermede basamak olacaktı.
26 Nisan 2018 15:07