Pratik akıl ve vicdan üzerinde çeşitli
araştırmalar yapan Kant, vicdani konuları inceleyerek “İnsan bir takım
sorumluluklarıyla birlikte doğar” sonucuna varmıştır.
Vicdana daha doğuştan yüklenen adaletli olma, şefkat etme, yalan
söylememe, hırsızlık yapmama, cömert olma, yardımsever olma, adil olma,
insanları sevme gibi duygular; insanın dünya hayatını kuralına göre yaşaması
için verilmiş ahlaki duygulardır. Bu gibi duygulara sahip olan vicdan, insana
devamlı iyiliği emredip kötülükten nehyeder; başkalarına karşı sorumluluklar
yükler. Vicdanı iyi tahlil eden Kant da bu sorumluluklar üzerinde durmuş ve
insanın vicdanını dinlediği taktirde doğruyu bulabileceğini belirtmiştir.
Tabi bu saf ve temiz ahlaki duygularla dünyaya gelen insan,
maruz kaldığı yanlış yönlendirmelerin, İslami bir eğitimden uzak olmanın
sonucunda vicdanındaki bu yönlendirmelerin sesini duyamaz hale gelir. Gün
geçtikçe içinde kendisini devamlı yönlendiren vicdanına karşı sağır olur. Onun
içindir ki; İslami ilimler hele böyle bir zamanda vicdana, kalbe, akla bir
nurdur, bir ışıktır. İnsanın iç dünyasını karartan unsurlara karşı yine insanın
kendi içinde bir ışık yakar, yolu aydınlatır.
Batılı bilim adamlarından Charles Pegy “Çocuk doludur, ama
yaşlı bilgin boştur.” diyerek insanın boş bir levha gibi dünyaya gelmediğini,
bilakis ahlaki duygularla doğduğunu belirtmiştir. Çünkü çocuğun fıtratındaki bu
duyguları, taptaze ve henüz kirlenmediğinden vicdanının sesini duyar. Fakat
Batıl bir ilimle beslenen, yanlış yönlendirmeler altında kalan kimse, bilge de
olsa vicdanın sesine karşı körelmiş, içinde yatan hazinenin cahili kalmıştır.
Örneğin; caddede yürüyen kişi her ne kadar iyi duyuyor olsa
bile, eğer etrafta çok fazla motorlu taşıtların sesi varsa yanında konuşan kişiyi
duyamaz. Çünkü etraftaki sesler onun sesini bastırıyordur. Bu durumu hepimiz
yaşamışızdır. İşte insana da arzuları, batıl ilim, yanlış yönlendirmeler galip
gelirse; bir süre sonra o derinden gelen hakikatin sesini duyamaz hale gelir.
Onun içindir ki; İslami ilimler, vicdanın sesi ile birebir uyumlu, o sesi duyma
yetisini daima koruyucu ve tamamlayıcı bir görev görür.
İnsana doğuştan verilen vicdani duygulardan birisi de
şefkattir. En yoğun kadınlarda olan bu duygunun temelinde ihlas olduğundan,
menfaat gereği ortaya çıkmaz. Bu ihlas nedeniyledir ki Bediüzzaman kadınlara “Şefkat Kahramanı” demiş; kadınların bu şefkatlerinin İslami çalışmalarına ihlas
olarak yansıyacağını ve berekete sebebiyet vereceğini belirtmiştir.
Yavrusunu koruması, eğitmesi için kadınlara verilen şefkat
(acıma) duygusu, günümüzde ‘insanlığın hidayetini’ amaçlayan çalışmalarda
verimini göstermektedir. Fıtratını İslami ilimlerle koruyan Müslüman kadınlar,
bugün birçok çalışmada bunca ev ve aile sorumluluğuna rağmen hiçbir karşılık beklemeden
koşturmakta, verimli çalışmalar sergilemekteler.
Nefsani arzulardan olmayan şefkat duygusu, bazen insanın
aklına muhalif kararlar verir. (Tabi akıldan kastımız nefsin kontrolü altına
girmemiş olan, irade, ilim sahibi bir akıldır.) Bir konu hakkında şefkat
duygusu insanı başka bir karar vermeye zorlarken; akıl daha başka bir karara
teşvik eder. Aklı devreden çıkartan bir şefkat ise kişiyi köreltir. Yanlış
sonuçlara ulaştırır, belki telafisi mümkün olmayan kararlar vermesine neden
olabilir.
Örneğin; anne çocuğunu sabah namazı için kaldırmak
istediğinde çocuk günü hasta bir şekilde geçirdiyse; şefkat (acıma duygusu),
anneyi uyandırmamaya teşvik eder. Akıl (nefsin kontrolüne girmemiş olan) ise
bunun ilerisini hesap eder. Bu yaşta hasta ve yorgun olduğu halde Allah’a
kulluk yapmaya alışması gerektiğini, şimdiden namazlarını her engelde terk
etmeye alışırsa hep böyle kalacağını söyler. Çocuğun her zaman Rabbine ihtiyacı
olduğunu, şimdi ise bu haliyle her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunu
söyler ve çocuğu kaldırmak gerektiğine hükmeder. Burada aklın muhakemesi göz
önünde bulundurulmayıp şefkatin dediği yapılırsa bu sonuç çocuğu dinini hafife
almaya alıştırır. Her meşakkatte salih amellerini terk eden bir kişilik
yetişmiş olur.
Yine birçok anne, ağır okul ödevi verilen çocuklarının hafta
sonu ders halkalarına gitmesi noktasında yanlış kararlar verebiliyor. Çocuğun
okul derslerinden dolayı mutsuz ve çıkmazda olduğunu görünce acıyor ve “Biraz
evde dinlensin, bugün dışarı çıkmasın, hem okul derslerini ancak yetiştirir”
diye yanlış hükümler verebiliyor. Sonra bu durum çocuğun İslami bir zafiyet,
acziyet içine düşmesine; hayatının dizginlerini ‘heva, heves, makam’ hırsına
kaptırmasına yol açıyor. Bir süre sonra anne ne kadar yanlış yaptığını fark
etse dahi iş işten geçmiş oluyor. İşte aklı devreden çıkartan şefkat kişiyi
böyle köreltebiliyor.
İslam filozofları, ahlakçılar; şefkat, merhamet, yardım
etmek, sevmek, tevazu göstermek gibi daha birçok vicdani duyguların aklın
kontrolünde olması gerektiğini, ancak bu şekilde kişinin doğru kararlar
verebileceğini belirtiyor.
Yine İslam filozoflarına ve âlimlerine göre doğru bir akla ve
iradeye sahip olabilmek için ise ‘akıl ve irade güçlendirilmelidir’. Akıl
sağlam bir ilimle, ilmi çalışmalarla güçlenecek, kişiye doğru muhakeme yapma
yetisi kazandıracaktır. Böylece akıl arzuların ardına düşmeyecektir. İrade ise
ancak nefsin istekleriyle mücadele ederek güçlenecektir. Akıl ve irade ilimle,
zikirle, ibadetle güçlendirilerek ferdi arzular, istekler, vicdani yönlendirmeler
bunların kontrolüne verilmelidir.
Akıl ve iradenin tüm vücut üzerinde etkin olduğu bir kimse
vicdani yönlendirmeleri doğru yerde, doğru zamanda kullanabilecektir.
Mutahhari’nin deyimiyle böyle kimseler bir yerde gülden daha nazik, tevazu
sahibi olurken, başka bir yerde dağ gibi sert olacak ve dik durabilecektir.
İslam’ın ve Müslümanların geleceğini etkileyecek olan kritik kararlarda vicdani
duygular akıl ve maslahatın önüne geçmemiş, birlikte hareket etmiş olacaktır.
30 Nisan 2018 14:34