Tüketim ve İnsani Ben – 2

 

03 Mayıs 2018 13:50
Tüketim ve İnsani Ben – 2





  Sürekli teşvik edilen insan, özel olduğunu; cep telefonunu, mobilyalarını,
kıyafetlerini değiştirerek ispatlamaya çalışıyor. Çocuğuna aldığı ayakkabıyla,
kızına taktığı yeni tokalarla, hatta marka biberonlarla, yedirdiği özel
mamalarla, misafire sergilediği özel tabaklarla ‘herkesten farklı, özel’
olduğunu ifade etmeye çalışıyor.

Güneşin her gün karanlığı yararken oluşturduğu muhteşem manzara… Göğe
yükseliş sahnesindeki her bir anının yeni bir zaman dilimini oluşturması…

Her baharda tabiatın yeniden doğuş sahnesine geçmesi; bitkilerdeki türlerin
farklılıkları, ölü toprağın bağrındaki tanenin ve çekirdeğin yarılışı,
filizlerin toprağın üzerine doğru yol alırken, köklerinin aşağı doğru
yönelmesindeki incelikler…

Güneş sistemindeki yıldız ve gezegenler arasındaki mesafeler… Her birinin
yörüngelerinin dışına çıkmadan yol alması, dünyanın güneş etrafında
dönmesindeki hikmetler… Ayın gelgit olayındaki sırlar ve güneş sisteminin
tamamının saatin akrep ve yelkovanının tam aksi istikametinde dönüyor
olmasındaki incelikler…

Denizlerdeki tuzun oranı ve denizin tuzuyla beraber buharlaşmamasındaki hikmet
ve incelikler… Deniz suyunun havadaki fazla azotu emmesi ve içinde barındırdığı
yüzlerce tür ve kendi aralarında bir ümmet olan canlılardaki sırlar… Havada
uçan kuşlar, kelebekler, arılar, rengârenk çiçekler ve çeşit çeşit hayvanlar…
Birçok canlıya analık yapan o görkemli dağlar…

Ve bütün bu varlıkların hizmet ettiği ve üzerlerine halife olarak yaratılmış
olan insan… Evet, saydıklarımız ve sayamadığımız… Saymaya kalksak
bitiremeyeceğimiz tüm harikalıklar basit, bayağı, ‘kuru bilimsel bir mantıkla’
izah edilip insanlığa servis ediliyor. Yaradılıştaki ‘sırlar, hikmet ve
incelikler’ fizik bilginleri tarafından sebep sonuç ilişkisi üzerinden
değerlendirilerek; ‘bütün bunların boş ve anlamsız olduğu’ sonucu çıkartılmaya
çalışılıyor.

İngiliz bilgini olan Morefi itirafta bulunuyor ve “Bütün gençler ve halk biz
fizikçilerin, laboratuvarda bir ilkeye erişmemizi ve şimdiye kadar söylediğimiz
bu bilimsel yasaların boşuna, yanlış ve beyhude olduğunu, mantığımızın yanlış
olduğunu; tüm kâinatı başka bir duygunun yönettiğini, hükmettiğini söylememizi
bekleyip bunun için dua etmektedirler” diyor. Çünkü insanın ruhunu; bu, her
birinin özel olarak belirlenmiş bir hedefi olan canlı ve cansız varlıkların bir
nedeninin olmadığı düşüncesi tatmin etmiyor.

Ali Şeriati bu konuyla alakalı “Biz bilimin ortaya attığı bazı şeyleri kabul
ediyoruz, ama insanın ve tabiatın gerçekliğini anlamanın delili ve belgesi
olmadığına inanıyoruz. Fizik, tabiatta meydana gelen olayları kuru ve boş
olarak nitelendirmemeli, meselelerin kuru keşfi olmamalıdır. Tümele erişmek
için tikelleri incelemelidir. Fizik bu çerçeveyle sınırlı kalırsa hem
donuklaşıp Kapitalizmin ve tüketimin kölesi olur; hem de insanı varoluşun anlamından
uzaklaştırır” diyor.

Bilim adıyla ‘varlık’, ‘hayat’ basit, bayağı ve kuru mantıksal açıklamalarla,
sebep-sonuç ilişkisi üzerinden ele alındığında varoluş sırrının üzeri
perdelenmiş oluyor. İnsanın varlığa karşı bakışı da sıradanlaşınca, bu duygu ve
düşüncelere yansıyor ve “Bu evrende benim varoluşumun bir nedeni olmalı, ben
özel bir varlığım” çığlığı insanı kemiriyor.

İşte varoluşçuluğun ünlü simalarından olan Sartre, hiçbir dini kabul etmemesine
rağmen “Bugünün insanının derdi, evrende hiçbir anlamın olmamasındandır” diyor.
Buna rağmen Sartre de, egoizmin sembolü olan Albert Camus (Rio) da ‘anlamsız,
özelliksiz, mahiyetsiz’ olarak dünyaya geldiğini iddia ettikleri insanın, kendi
hayatına anlam kazandırabileceğini ve kendi kendisinin yaratıcısı olabileceğini
söylüyor.

İnsanın varlığının bu dünyada bir anlamı, nedeni, değeri, özelliği yoksa
hayatına nasıl anlam kazandırabilir ki? Eğer her şeyin varlığı bir ‘hiç’e
dayanıyorsa, tüm çabaların sonu beyhude olmaz mı?

Her insanın şahsiyetine çok özel niteliklere sahip olduğunun bilgisi
verilmiştir. Her bir insan farklı özel hissiyatlar, akli yetenekler, sezgiler,
hayaller ve birçok kendine has maddi ve manevi özelliklerle yaratılmıştır.
Hiçbir insanın manevi yetenekleri bir başkasınınkine benzemeyecek kadar
özeldir. İç dünyasına her yönüyle özel olduğu duyguları hâkimdir. Bilim insanın
varlık misyonunu ve hangi özelliklerle (ki özelliksiz, boş bir levha gibi var
olup, kendi özelliklerini kendisinin yarattığını iddia ediyor) var olduğunu tam
olarak açıklamayınca insanı Kapitalistlerin elinde bir oyuncağa çeviriyor.

İnsanı zaafları üzerinden tüketime teşvik eden kapitalistler “Tükettiğin kadar
farkını, özel olduğunu kanıtlayacaksın, sıradanlığın içinde kaybolmayacaksın,
hayatına anlam kazandıracaksın” diyor ve insanı tüketen bir alet haline
getiriyor. Bugün ilim, teknik, siyaset ve sosyal bilimler bile ‘daha çok
üretim, daha çok tüketim’ felsefesine hizmet ediyor.  Kapitalist sistemin
aktörleri, iletişim araçlarıyla her gün içgüdüleri tahrik edecek şekilde yeni
ve uydurma ihtiyaçlar keşfediyor. Böylece insan ünlü bir sosyoloğun dediği
gibi “Gençliğini, zamanını, yeteneklerini, ruhunu, kalbini ve hatta
şimdiki yıllarını bile gelecekte tüketeceği şeylere kurban ediyor. Hem dünün,
hem bugünün, hem de yarın tüketeceklerinin zavallı esiri” oluveriyor.

Sürekli teşvik edilen insan, özel olduğunu; cep telefonunu, mobilyalarını,
kıyafetlerini değiştirerek ispatlamaya çalışıyor. Çocuğuna aldığı ayakkabıyla,
kızına taktığı yeni tokalarla, hatta marka biberonlarla, yedirdiği özel
mamalarla, misafire sergilediği özel tabaklarla ‘herkesten farklı, özel’
olduğunu ifade etmeye çalışıyor. Ama bu ruh, dünyanın fani yüzüne yine razı
olmuyor ve tıpkı Muhyiddin-i Arabi’nin “Dünya malı deniz suyu gibidir,
içtikçe susuzluğun artar” dediği gibi elde ettikçe hem ihtiyaç
hissi hem de özel olma feryadı artıyor.

Onun için her insan; kendi özünü ve mahiyetini keşfettiği kadar… Şu âlemdeki
yerini, konumunu, varlığının nedenini kavradığı kadar… Keşfedilmeyi, işlenmeyi
bekleyen onca yeteneğini Kur’an-î ilimlerle yoğurduğu, derinleştirdiği ve
başkalarına aktardığı kadar…

Ve özel olmayı arzu etme, farklı görünmeye, kendisini tüketimle tanımlamaya
çalışma saplantılarına kapılmadan, egolarının esiri olmadan ‘özel’liği ortaya
çıkartabilecektir. Böylelikle de sıradanlığın, tekdüzeliğin içinde
kaybolmayacaktır…  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.