Vahye iman etmeyen bütün kesimlerin en
büyük hedefleri peygamberler ve Peygamberlere iman eden mü'minlerdir. Tarih
boyunca bu hep böyle olmuştur. Semavi dinlere mensup olduğunu söyleyip muharref
ve değiştirilmiş bir dine tabi olan bu günkü Yahudi ve Hristiyanlar da İslam'ın yükselen değerleri ve ayağa kalkmaya
çalışan İslam Medeniyetine ve mensuplarına alabildiğine düşmanlık etmelerinin
sebepleri nelerdir acaba?
Resulullah Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem): "Aç insanların yemek
kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza
üşüşeceklerdir."buyurunca orada olup Hz. Peygamberin bu sözünü dinleyenlerden
birisi: "O gün bizim az oluşumuzdan mı böyle olacaktır?" deyince;
Resulullah (s.a.v): "Bilakis
sizler o gün çok olacaksınız. Allah (cc) düşmanlarınızın kalbinden sizden
korkma duygusunu çekip alacaktır. Sizin kalbinize ise vehn girecektir"
buyurdu. Yine dinleyenlerden biri: "Vehn
nedir?" deyince Rasulullah (s.a.v):"Dünyayı sevmek,
ölümden hoşlanmamaktır" buyurdu. (Ebu
Davud el-Melahim, 5; İmam Ahmed, Müsned, II, 359, V, 278)
Bu hadisin Hz. Peygamberin başlı başına bir
mucizesi olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü hadis-i şerif ile Allah'ın Resulü
gaybi bir durumdan ümmetini haberdar edip uyardığı gibi, bir takım ilahi
sünnetleri de açık bir üslupla dile getirmekte, mü'minlerin bu tehlikelere
maruz kalmaları, kalmış iseler onlardan kurtulmaları için almaları gereken
tedbirleri ifade eden bilgiler veriyor. Bu bilgi de Peygamber bilgisi olup,
beşerin sınırlarını aşarak ilahi vahye muhatap olan, eşya ve olaylara nübüvvet
gözüyle bakan bir şahsiyet için mümkündür. Bu hadisin içerdiği bazı hususlar
üzerinde düşünecek olursak:
İslam düşmanlarının Müslümanların
Başına Üşüşmesi: Hz. Peygamber'in
işaret ettiği bu "üşüşme" günümüze kadar birkaç defa tekrarlanmış bir
olaydır. Haçlı seferleri ve bu seferler sonucunda İslam Dünyasının bağrında Filistin'de, Antakya, Urfa ve çevresinde
devletler kurmak imkan ve fırsatını elde etmeleri, bu saldırı ve üşüşmenin
birincisidir. Moğolların İslam Dünyasını istilaları, olmadık vahşilikleri,
hunharlıkları, kan dökücülükleriyle alabildiğine gaddarca cinayetlerin
yaşandığı kara yıllar bunların bir diğer örneğidir. Müslüman Endülüs'ü haçlı
ordularının istila edip muazzam bir medeniyetin eserleri olan bir çok cami,
kütüphane, saray ve şehirleri meskenleriyle yıkıp yıkmaları da bu üşüşmelere
bir başka örnektir.
Fakat ne Moğol istilası ne de haçlı seferlerinin
saldırganlıkları ve cinayetleri son asırlarda İslam Dünyasının yaşadığı, karşı
karşıya kaldığı "üşüşme" ye benzemektedir. Hatta diyebiliriz ki, Hz.
Peygamber'in hadis-i şerifinin işaret buyurduğu acıklı olaylar ya da musibetler
zinciri son asırda ümmetin yaşadığı facialardan başkası değildir. Çünkü bütün
kavimlerin İslam alemine aç kargalar gibi üşüştükleri bir zaman diliminde
yaşıyoruz.
O bakımdan hadis-i şerifte haber verilen durum, bütün
ayrıntılarıyla ancak İslam dünyasının emperyalist dünya tarafından
sömürgeleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır.
Müslümanların ilk fetih yıllarında düşmanlarına karşı
zafer üstüne zafer kazanmaları onların sayıca çok, silahça yeterli hatta
düşmanlarından daha ileri bir düzeyde olmalarına bağlı değildi. Cenab-ı Allah, Bedir Savaşında Kur'an-ı Keriminde de ifade
ettiği gibi oldukça güçsüz oldukları halde mü'minlere yardım etmiş ve onları
düşmanlarına karşı muzaffer kılmıştı. (Al-i İmran, 3/123). Buna karşılık
Huneyn'de sayıca kalabalık hatta kendilerini böbürlendirecek derecede kalabalık
olmalarına rağmen, kalabalıklarının kendilerine en ufak bir faydası olmamış,
yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, arkalarını dönüp
kaçmışlardı bile. (et-Tevbe, 9/25). Oysa aynı ayetin baş taraflarında ifade
edildiği gibi, bundan önce yüce Allah mü'minlere pek çok savaşta zafer nasip
etmiş, onlara yardımda bulunmuştu.
Buna göre mü'minlerin zafer kazanabilmeleri,
düşmanlarını yenik düşürmeleri için kalabalık olmaları gerekmemektedir. Zaferi
hak edebilmeleri için gereken şartları yerine getirmeleri gerekir. Bunlar ise
Allah'ın yardımını alabilecek iman, amel ve mü'mine yakışır nitelikte, tavır ve
tutuma sahip olmaktan ibarettir. Bu tavır ve nitelikler ise işaret ettiğimiz
ayetin bir öncesinde şöylece ifade edilmektedir;
"De
ki: Eğer babalarınızı, oğullarınızı, kardeşlerinizi, eşlerinizi, elde ettiğiniz
malları, durgunluğundan endişe ettiğiniz bir ticareti ve hoşlandığınız
meskenleri Allah'dan, Resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha çok
seviyorsanız, o halde Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah
fasıklar topluluğuna hidayet vermez," (et-Tevbe,
9/24).
Fısk, Allah'ın emir ve buyruklarının dışına çıkmak
demektir. Fasık da Allah'ın emir ve buyruklarının dışına çıkan kimse demektir.
Genel olarak her hususta ve özellikle İslam düşmanlarına karşı mücadele etme
konusunda düşmana karşı direniş göstermek için Allah'ın adını yüceltmek ve
İslam'ı aziz kılmak maksadıyla maddi ve manevi her türlü hazırlığı ihmal etmek
bu ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre fasıklıktır. Allah da fasıklar topluluğunu
genel olarak her konuda, özel olarak İslam düşmanlarına karşı direniş göstermek
ve zafere götüren araçları ve her türlü hazırlığı gerçekleştirmek, tedbirleri
almak hususunda başarıya ulaştırmaz. Ve bu yüce Allah'ın mü'minlere fasıklar
gibi olmamalarını, yani Allah'ın dininin gölgesinde mücadele eden İslam
askerlerine Hz. Peygamber'in yazdığı mektubundaki bu ifadeler ne muazzamdır?;
"Şunu
bilin ki biz düşmanlarımızla sayı ve silahımızla savaşmıyoruz. Bizim onlara
karşı savaşımızdaki en büyük silahımız bizim mü'min olmamız, günahlardan
sakınmamızdır. Günahlardan sakınınız. Çünkü biz de onlar gibi günah işleyecek
olursak, bizimle onlar arasında bir fark kalmaz, bu sefer onlar (sayı ve silah
üstünlüklerinden dolayı) bize galip gelirler."
Abdullah İbn Revaha (r.a) da, Mu'te'de Bizans ordusunun
çokluğunun görülmesi üzerine, neler yapılacağına dair istişarede bulunulduğunda
aynı gerçeği şöyle ifade etmişti: "Biz şimdiye kadar
düşmanlarımıza karşı sayıca ve silahça üstün olduğumuz için hiçbir savaş
kazanmış değiliz. Biz düşmanlarla inancımızın verdiği üstünlükle
savaştık..."
İşte hadis-i şerife sahabinin sorduğu o gün az
oluşumuzdan mı düşmanlarımız üstümüze üşüşeceklerdir? Sorusuna Hz. Peygamber,
sayıca çok olacağımız fakat zaferin en önemli sebebi olan manevi güç
kaynaklarımızı, tüketmiş olduğumuzdan dolayı bu hallere düşeceğimizi
belirtmektedir. Hadis-i şerif bizim için manevi güç kaynağı teşkil eden önemli
iki hususa işaret etmektedir. Bunlardan bir tanesi düşmanlarımızın kalbindeki
bizden korkma duygusudur. Diğeri ise mü'mindeki şehadet arzusu, ahireti dünyaya
üstün tuttuğu için ölümden korkmama duygusudur.
12 Mayıs 2018 05:14