Adını İsyan Koyamadığımız İtirazlarımız mı Var?

 

14 Mayıs 2018 11:11
Adını İsyan Koyamadığımız İtirazlarımız mı Var?





  Sorun yaşamayan insan; topluma, sorun yaşayan kadar ilaç üretemez. Bunu,
bilgiyi teorikte veren eğitimciler ve hayatın içinden veren eğitimciler
arasındaki farktan anlayabiliriz. O halde sıkıntı yaşayan insanda toplumun
sıkıntılarını çözme yetisi mevcuttur.

Zamanımızın insanı bir anlamsızlık ve boşluk yaşıyor. Üstelik depresyona
sürükleyen, kederli ve yorgun kılan, bütün lezzetlerin tadını kaçıran bir
boşluk... Bu duyguları toplumun en zayıfları olan kadınlar ve gençler yaşıyor.
Fakat içlerinde bulundukları durumu bir türlü tarif edemediklerinden hiç
kimsenin kendilerini anlamadıklarını düşünüyorlar. 

Boşluğa düşmenin en büyük nedenlerinden birisi karşılaşılan olumsuzlukları hak
etmediğinin düşüncesidir. Adı isyan konulmamış; fakat
isyanın ta kendisi olan birçok itirazlardır.Mutluluğu yanlış
yerlerde, yanlış fikirlerde aramaktır. İnsan, popüler kültürün allayıp
pullayarak sunduğu manevi günahlar hükmünde olan zehirleri ilaç olarak kabul
edilince; derman bulduğunu zannettiği yerde yeniden en dipte olduğunu fark
ediyor. Yaşanan yine anlamsızlık, tatminsizlik ve eksiklik hissiyatı
oluyor. 

Popüler kültürün etkisiyle her olumsuzluğa bir suçlu, bir neden bulmaya
çalışılıyor. Aslında bunun en büyük nedeni kadere imanın kavranmaması; hayır ve
şerrin Allah’tan geldiğine yeterince iman edilmemesidir. Dünya hayatında her
işinin rast gitmesine, insanların hata yapmamasına odaklanan insan, hayatı
boyunca hayal kırıklığına uğrayıp; boşluğa düşmekten kurtulamayacaktır. 

Belaların, sıkıntıların kimin vesilesi ile olursa olsun Allah’tan geldiğine
iman eden bir insan bunu pratik hayatında da doğrulamalı, ameli ile tasdik
etmelidir. Hepimiz buna iman ettiğimizi söylüyoruz. Fakat pratik hayatımızda bu
imanımızı ne kadar tasdik ediyoruz? Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine imanı
pratik hayatta doğrulamak; sıkıntılara takılmak, kafa yormak, suçlu aramak ve
kederlere boğulmak değildir. Hele ki sorgulamak, birilerini suçlamak hiç
değildir. Aksine hiç boşluğa düşmeden, imtihan edene daha fazla
bağlanmaktır. 

Onun için; çocuğun sabaha kadar ağlamasını huysuzluk, inatçılık
olarak yorumlayıp; isyan eden bir anne kadere olan imanını tazelemelidir. Allah
dilese idi o çocuk sabaha kadar uyurdu. Allah, anneyi de çocuğunu da uyutmayı
murad etmedi. 

Kocasının ahlaki yapısından rahatsız olan, sıkıntılarına kafa yoran birçok
kadın etrafında hep suçlayacak birilerini arayacağına kendisini imtihan eden
Rabbinin hayır ve şerrin tek sahibi olduğuna imanını tazelemelidir. 

İşte kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine imanın kavranması ve imtihan
bilinci hayata anlam katıp; bütün olumsuzlukların teselli kaynağı haline gelir.
Eğer bu iman kalpten çıkıp; tüm hayata yön verecek kadar kuvvetlendirilirse
hayatta boşluk diye bir şey de kalmaz. İmanın kuvvetlenmesi kalbi, ruhu ve aklı
doyuracak ilimlerle meşgul olmak ve o ilmi başkalarına anlatıp, onların manevi
hastalıklarına şifa olmaya çalışmakla mümkündür. 

Başkalarına ilaç olan insan kendisine de ilaç bulacaktır. Toplumun
faydasına olacak hayırlı uğraşılar insanın tüm duyu organlarını tatmin edip;
hayata sakinlik ve huzur verir. İnsanın fıtratı boşluk kabul etmez. Her anı
farklı bir amelle süslemek ve şenlendirmek gerekir. Üstelik hiçbirimiz
imtihanımızı kendimiz belirleyemiyoruz. Rabbimiz, daha bağrı yanık ve aktif bir
vicdanla; zayıflığımızın ve acizliğimizin farkındalığı ile O’na yönelmemizi;
fani sevgilerin tutkularından, alçaltıcı hazların etkisinden kurtulup
özgürleşmemizi istiyor. O’nun Rab, bizim ise kul olduğumuzun şuurunu her daim
vicdanımızda yaşamamızı istiyor. 

İşte, insan bu ruh haline ancak imtihanlarla, sıkıntı ve musibetlerle kavuşur.
Dolayısı ile imtihan insana ceza değil, bir ilaç oluverir. Azap değil, cennet
olur. Yarım kalan kulluğu tamamlar. Eksik ibadetlerini onarır. Allah’la
samimiyeti artıran, O’na yaklaştıran bir miraç oluverir. Çayın içindeki şeker
gibi hayata tat verdiğinden kurtulmanın, sıyrılmanın hesapları yapılmaz.
Böylece imanın güzel lezzetlerinden nasiplenmiş olunur. Eskilerin ‘tiryak’
dedikleri acı, fakat bir o kadar da şifalı bir ilaç vardır. Acılığı oranında
şifadır. İşte sıkıntılar hayatın tiryakıdır. Anlamı, değeri, olmazsa
olmazıdır. 

Dünya hayatı bir imtihan meydanıdır. İnsan bu dünyada nefsinin isteklerini
yerine getirmeye çalıştıkça köleleşir, alçalır. Artık nefsinin boyunduruğu
altından çıkamaz hale gelir. Gücü yetmez, frenleyemez olur. Allah’tan gayrısına
kul olmaya başlar. 

Takvaya ve fücura meyli olan insan, arzularının tatmini peşinde koştukça fücur
yönü beslenmeye, büyümeye başlar. Elde ettikçe tatminsizleşir ve boşluğa düşer.
Çünkü ruh bağlandıkça alçalır. Tüm duyu organlarını esir alıp; sınırsız,
hudutsuz bir hayata sevk eder. Daha ilerisi sınırsızlık, hınzırlıktır. Yani
hissedememek, ayırt edememek, kendisini frenleyememektir. Başkalarının acısını,
sıkıntılarını, beklentilerini hesaba katamamak (bu evladı bile olsa) merkeze
kendi nefsi arzularını oturtmaktır. Daha ilerisi zulmetmek ve zulmüne
gerekçeler üretebilmektir… 

Dünyada hep hoşnut olmayı, kendisine hata yapılmamasını, hiçbir olumsuzlukla
karşılaşılmamasını istemek insanın ruhunu tatmin etmek yerine hayvandan daha
aşağı hale getirir. Rabbimiz kullarının ebedi âlemleri elde etmeye çalışmasını,
orayı tasa ederken ilacını bulmasını istiyor. Sıkıntıların içinde en değerli
olanı ahiretteki hesap sıkıntısıdır. Bu sıkıntı insana dünyadaki tüm kaygıların
ne kadar da basit ve önemsiz olduğunu öğretir. 

Rabbimiz, dünya hayatını bir denge üzerine yaratıp; ahireti dünyanın önüne
koymuştur. Her kim dünyayı ahiretin önüne geçirmeye çalışırsa kendi dengesini
bozmuş olur. Kim hayırlı amellerini çocuğunun iyileşmesine
ertelerse, kim namazını ev işlerini bitirmeye ertelerse, kim hayırlı
aktivitelerin önüne gezmeyi, tozmayı alırsa o insana bu dünyada huzur
yoktur. Çünkü dünyayı öne alarak tüm dengesini bozmuş; aklını,
ruhunu ve fikrini doyuracak ilacı elinin tersi ile ertelemiştir. Aç bıraktığı
ruhunu anlamsızlıkların, boşluğun girdabına atmıştır. Değersiz olana makam
vermiştir. Hâlbuki eşrefi mahlûk olarak yaratılan insan tüm kâinatın
öznesidir. 

Kâinattaki tüm canlı ve cansız varlıklar Allah’a yaptıkları ibadetleri arz
etmekten, takdim etmekten aciz yaratılmışlardır. İşte onların tesbih ve
zikirlerini Allah’a takdim etmesi için insan seçildi. Tüm mahlûkatın üzerinde halife seçilen insan, her namazda
tahiyyatı okuyarak; mahlûkatın zikir ve tesbihlerini Allah’a arz eder. Şu
kâinatın en değerlisi olan insan; eğer değersize tamah edip, öne alıp, makam
verirse kendisini onun önünde alçaltmış ve değerini yitirmiş olur. Rabbimiz
insanın kendisine verilen makamı; ibadetleri, hayırlı çalışmaları öne alarak
korumasını istiyor. İnsan ancak bu makamını koruyarak sıkıntılar karşısında
boşluğa düşmekten ve bunalımdan kurtulabilir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle
buyuruyor: 

“Deki babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
kabileniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret ve
hoşlandığınız evler, size Allah’tan, Resulünden, O’nun yolundaki cihaddan daha
sevimli ise, Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar
topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Tevbe / 24) 

Seyyid Kutup ‘İslam’da Sosyal Adalet’ adlı eserinin 85’inci sayfasında bu ayet
için şu açıklamayı getirmiştir; 

“Dikkat edilecek olursa Allah-u Teâlâ bir tek ayette tüm lezzetleri, arzu ve
duyguları, insan ruhundaki zaaf noktaları bir araya getirmektedir. Evet, insan
bütün sayılanları terazinin bir kefesine koymalı, diğer kefesine ise Allah
sevgisini, Resulullah sevgisini ve Allah yolunda cihad sevgisini koymalıdır.
Ancak bu şekilde fedakârlık mükemmellik kazanabilir ve tüm şehevi isteklerin
boyunduruğundan kurtuluş bu sayede sağlanabilir. İslam, ruhun tüm alçaltıcı
şeylerden kurtulabilmesi ve bununla birlikte dizginleri de elinde bulundurması
için böyle bir özgürlüğü elde etmeye çağırır. Her bakımdan kişiyi önemsiz
şeylerden kurtarıp, onun çok daha büyük ve önemli şeyleri başaran bir kimse
olmasını ister.” 

Ayette sayılanlar insan için hem imtihandır; hem de nefsinin meylettiği ve onu
hayırlı işlerden alıkoyabilecek zaaflarıdır. Rabbimiz bunlardan elimizi,
eteğimizi çekmemizi istemiyor. Bilakis onlara takılmamızı, öne almamızı ve
oyalanmamızı istemiyor. Çünkü onları öne aldığımız taktirde onlar bizi
yönetmeye ve tüm hayatımıza malik olmaya başlayacaktır. Böylece ruhumuzu
hastalandıracaktır. Ardından da adı isyan koyulmayan itirazlar
yaşanacaktır. 

Müslüman bir kadın kendisiyle ve devamlı hoşnut olmayı isteme gibi düşüncelerle
uğraşmayı bırakıp, yaşadığı sorunlara anlam veremediği için bunalıma düşen
yüreklere ulaşmalıdır. Başkalarına iman tohumları atarak onları iyileştirirken
kendisinin bir takım hastalıklarının da iyileşeceğini unutmamalıdır. Yardım
eden, yardım görür. Elini uzatan rahmet olunur. 

Allah Resulü (SAV) bir gün sahabeleriyle otururken; “Sadaka her Müslümanın
üzerine bir borçtur” buyurunca sahabelerden bir tanesi “Peki ya insanın sadaka
vermeye gücü yetmez ise” der. Allah Resulü (SAV); “O halde çalışsın, sadaka
verecek duruma gelsin, üstelik kendi ihtiyaçlarını da kazanmış olur” deyince
sahabe “Ya ona da gücü yetmez ise” der. Allah Resulü; “O zaman kederli bir
insana yardımcı olmaya çalışsın” buyurur. 

İşte başına gelen sorunları, sıkıntıları anlamlandıramadığı için kederlere
boğulan, acılar içinde kıvranan ve hatta imansızlık içinde bocalayan insanlara
el uzatan; kendi imanını kurtarmış olur. Kemal Sayar ne kadar da güzel
söylemiş; 

“Ey hayatı eksiklik duygusuyla yaşayan ve hiç gelmeyecek baharı terennüm eden
nazenin ruh! Bırak kendinle uğraşmayı. Senden yardım bekleyen bir dünya var
dışarıda. Bir insana çare ol. Şifa veren, seni erişkin hayatına yaralı bir
ceylan gibi saldıysa bu diğer yaralanmışları daha iyi anlaman içindir. Onları iyileştir,
onlarla iyileş. Bak hayat yine çağıldıyor dışarıda. Onunla onda derinleş. O
kadar derinlere in ki kaderin sana gülümsediğini gör. Kimseye kendi kalbinden
öte bir yurt yok. Oraya cihanı sığdırabilirsen ne mutlu sana.” 

Bir Müslümana sıkıntılar, aynı zamanda başka acı çekenlere ilaç olsun diye
verilmiştir. 

Müslüman kadın sıkıntıları birer ders gibi algılayıp, başkalarına el uzatırken
kendisini de tedavi edecektir. Kendi sorunlarına çareyi başkalarına teselli
vererek, onlara yol göstererek bulacaktır. Yaşanan sorunlar, insanda bir dönüm
noktası olup; o sorunlara ilaç üretme konusunda uzmanlaştırabilir. Birçok
manevi problemlere ilaç üreten insanların hayatlarına baktığımızda kendilerinde
yaşadıkları sorunların bir dönüm noktası olduğunu söylerler. 

Sorun yaşamayan insan, topluma; sorun yaşayan kadar ilaç üretemez. Bunu,
bilgiyi teorikte veren eğitimciler ve hayatın içinden veren eğitimciler
arasındaki farktan anlayabiliriz. O halde sıkıntı yaşayan insanda toplumun
sıkıntılarını çözme yetisi mevcuttur. 

Dünyada
hep hoşnut olmayı, kendisine hata yapılmamasını, hiçbir olumsuzlukla
karşılaşılmamasını istemek insanın ruhunu tatmin etmek yerine hayvandan daha
aşağı hale getirir. Rabbimiz kullarının ebedi âlemleri elde etmeye çalışmasını,
orayı tasa ederken ilacını bulmasını istiyor 

Sorun
yaşamayan insan; topluma, sorun yaşayan kadar ilaç üretemez. Bunu, bilgiyi
teorikte veren eğitimciler ve hayatın içinden veren eğitimciler arasındaki
farktan anlayabiliriz. O halde sıkıntı yaşayan insanda toplumun sıkıntılarını
çözme yetisi mevcuttur.   



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.