Duygu sömürüsü yapan kadınlar, kendilerini bir olayın içinden çok kolay
sıyıracak yöntemler keşfederler. Bir olayı çok farklı pozisyona getirebilirler.
Aslında bu bir ikiyüzlülüktür. Kadın eğer farkında olarak ve olmayarak böyle
bir ahlak edinmişse bu ahlak onun tabiatıyla iyice özleşir.
“Sevseydin yapardın! Ben ne zaman senin umurunda oldum ki?”
“Yaptığın yanlışlar yüzünden hastalıklara kaldım. Bana yaptıklarının cezasını
sen de göresin.”
“Böyle yapmaya devam edeceksen bir gün seni terk edeceğim.”
“Bir gün senin kahrından öleceğim.”
“Şunu bilmiş olasın ki sana hakkım asla helal değil.”
“Dert çeke çeke dert küpü oldum.”
“Sen sürekli şunu şunu yaptığın için ben de üzülüp, hastalanıyorum.”
Bu sözler, eşine ve çocuklarına duygu sömürüsü yapan kadınların devamlı
kullandıkları kelimelerdir.
Asıl adı “duygusal şantaj” olan duygu sömürüsü, aslında doğrudan ya da dolaylı
olarak insanı kullanma sanatıdır. İnsanlara suçluluk duygusu yükleyerek
istediğini düşündürme, ona istediği şeyleri yaptırma sanatıdır. Birçok kadın,
bu yöntemle eşine ve çocuklarına istediğini yaptıracağını ve hizaya
getireceğini zanneder.
Duygu sömürüsü yapan kadınlar, eşi ve çocuklarına yükledikleri suçluluk
duygusuyla onların üzerlerinde psikolojik bir baskı uygular. Bu şekilde
duygusal baskı uygulanan çocuklarda ileriki dönemlerde kişilik sorunları
görülür. Yoğun bir duygu yükü ile kendisini suçlu hisseden çocuklar, devamlı
kendisinden dolayı annesine bir şey olacağını veya annesinin öleceğini
düşünürler. Bazen bu düşüncelerle huzursuz hale gelip, ağlarlar. Annelerinin
kendilerine yaşattığı yoğun vicdan azabı yüzünden karamsar ve endişelidirler.
Hayata hep olumsuz yönden bakarlar. Bir işin sonucunu beklerken “Ben biliyorum,
yine olmayacak” veya “yine başaramayacağım” düşünceleri galip gelir. Çokça
keyif almaları gereken ziyaretlerden, oyun alanları ve gezilerden zevk
alamayıp, hemen sıkıldıklarını söylerler.
Duygu sömürüsü yapan anneler, çocuklarının neden bu durumda olduklarını
kestiremezler, fakat çocuklarının geleceğini sırf kendi zevkleri için adım adım
mahvederler. Hayata olumlu yönden bakmasını bilmeyen evlatlar yetiştirmiş
olurlar. Devamlı suçluluk duygusu verilen çocuklar, içine düştükleri hatalardan
dönme cesaretini kaybedip, çabuk tükenirler. Hayatları hep bir bocalamayla
geçer, ama bir türlü yanlışlarından sıyrılamazlar.
Yine hanımı devamlı bu yöntemi uygulayan erkekler, kendilerini kullanılmış
hisseder. Bazıları ise huzurunun eşi tarafından yüklenen suçluluk duygusu ile
kaçtığını bir türlü fark edemez. Huzursuzluğunun nedenini bulamadığı için de
çözümüne ulaşamaz. Hanımını memnun etmeye çalışır; karşısına başka bir istek,
yeni bir eksik, farklı bir sorun çıktığından bir türlü memnun edemez. Zaman
zaman volkan gibi büyük patlamalar yaşar ve yaşatsa da kazanan yine ezildiği
düşüncesini veren kadın olur. Hâlbuki onu bu duruma kadın getirmiştir. Fakat
yine suçlanan, sinirlerine hâkim olamayan erkek olmuştur.
Duygu sömürüsü yapan kadınlar, kendilerini bir olayın içinden çok kolay
sıyıracak yöntemler keşfederler. Bir olayı çok farklı pozisyona getirebilirler.
Aslında bu bir ikiyüzlülüktür. Kadın eğer farkında olarak ve olmayarak böyle
bir ahlak edinmişse bu ahlak onun tabiatıyla iyice özleşir. Bünyesi bu günaha
alışır.
İkiyüzlülük, eğer kişi farkındalık kazanmaz ise tedavisi mümkün olmayan bir
hastalıktır. Kişiyi kendi oyunlarına dahi inanır hale getirir. Genellikle bu
ahlak, çocukluk döneminde baskı altında kalan kadınlarda görülür. Ebeveyinleri
tarafından azarlanmaktan, dayak yemekten, ceza almaktan korkan çocuklar duygu
sömürüsü ile olayın içinden sıyrılmaya çalışırlar. Daha sonra baskıdan dolayı
bu, onlarda ahlak haline gelmeye başlar ve bu yöntemle insanları kullanmaya
başlarlar. Hayatlarının her anında insanlar arasında itibarlarının sarsılması
söz konusu olunca ve bir hataları gün yüzüne çıkınca duygu sömürüsü ile o
itibarı korumaya çalışırlar. Evlenince de eşlerini ve çocuklarını devamlı duygu
sömürüsü ile yönlendirip, istediklerini yaptırmaya çalışırlar. Bu ahlakı
kendisine çözüm yolu olarak gören kadınlar, acilen kendilerini düzeltmeli ve
evin içindekilerin hayatlarıyla oynamamalıdırlar. Üstelik en büyük zararı
kendileri görürler. Çünkü iç huzuru elde edemezler.
Duygu sömürüsü yapan kadınlar, merkeze kendilerini oturttuklarından, eşinin ve
çocuklarının fikirlerine aldırış etmezler, önemsemezler. Onlar kendi
fikirlerinin hâkimiyeti peşindedirler. Kendi keyifleri ön plandadır. Kendi
arzuları, çocuklarının gereksinimlerinden ve kocalarının beklentilerinden daha
önemlidir. Böyle kadınların en etkili silahları gözyaşlarıdır. Kendi isteklerinin
eşinin ve çocuklarınınkinden daha önemli olduğunda ısrar ederler. Üzerlerine
düşen görevleri yapmazlar ve yapmamak için hep haklı bir gerekçeleri vardır.
Hatta herkes onları hoşnut etmek zorundadır. İstekleri yerine gelmediğinde
mutsuzlaşır ve mutsuzlaştırırlar. Hastalığından, mutsuzluğundan eşini ve
çocuklarını sorumlu tutarlar. Kendisini değerli gördüklerinden; devamlı değer
görmeyi isterler. Eşlerinin ve çocuklarının kendilerini değerli hissetmesine
izin vermezler. Onları değersizleştirirler.
İnsanlar değer gördükleri yerde mutlu olurlar. Erkek en çok hürmete, ilgi ve
alakaya ihtiyaç duyduğu evinde değer görmeyince, evi onun için anlamını
yitirir. Evinde huzuru olmayan birçok erkek, bunalınca “Başımı alsam da hiç
kimsenin olmadığı bir yere kaçsam, gitsem” diyor. Çünkü bedensel ve ruhsal
olarak dinleneceği tek yer olan evinde dinlenemiyor, rahatlaması gereken yerde
rahatlayamıyor.
Duygusal şantaj yapan kadınlar bencil oldukları için “Acaba ben kocama karşı iyi bir eş olabiliyor muyum, ne gibi
eksiklerim var? Kocam bana bu kadar duygu sömürüsü yapsaydı halim nasıl
olurdu?” diye düşünmezler. Çocuklarını da duygusal yönden
tatmin etmedikleri için ruhlarını aç bırakırlar. Çocuklar zamanla o boşluğu
yanlış işlerle ve arkadaşlıklarla doldurmaya çalışır. Aç olan ruhlarını başka
şeylerde doyurmaya çalışan çocuklar üzerinde artık annenin bir etkisi kalmaz
hale gelir. Anne istediği kadar duygu sömürüsü yapsın, boştur. Artık
kişiliklerine zarar verdiği çocuklarına hükmedemez hale gelmiştir. Kadın aynı zamanda
kız çocuklarına da aynı ahlakı farkında olarak veya olmayarak aşılamış
olur.
Hâlbuki ortada çözülmesi gereken bir sorun, yapılması gereken bir
şey varsa kadın, çözüm adına konuşmalı, paylaşmalıdır. Kendini acınacak bir
pozisyona sokmak, çözüm değildir. Allah muhafaza ahiretini, hem
de evin içindekilerin ahiretini heba edecek bir durumdur. Çünkü kendisine
devamlı suçluluk duygusu yüklenen, bir türlü beğenilmeyen eşler ve çocuklar ne
kadar sağlıklı bir zihne, kalbe ve bedene sahip olabilirler ki? Üstelik bu
tedirginlikle hayatlarında ne kadar başarılı olabilirler?
Birçok bayan yazdığım yazılarda hep erkeklerin tarafını tuttuğumdan şikâyetçi
oluyor. Meseleye taraf tutma gözü ile bakmamalı, “yuvamdaki huzuru nasıl
tesis ederim, bana düşen nedir?” anlayışı ile bakmalıdır.
Amacımız aile içindeki sorunların çıkış nedenleri ve hayata yerleşmiş yanlışlar
konusunda kadınlara farkındalık, bilinç kazandırmaya çalışmak ve çözüm
önerilerinde bulunmaktır.
İnanın, çevremde kocası zalim ve kötü alışkanlıkları olan kadınları
gözlemlediğimde onların diğer kadınlara göre daha sabırlı ve anlayışlı
olduklarını görüyorum. Sorunlarını anlatırlarken, ufak şeyleri büyüten kadınlar
gibi isyan ederek, şikâyet ederek ve cesurca anlatmıyorlar. Dertleri evin
merkezine oturmak da değil. Hatta geneli “Acaba kocamın hidayet olması için ne
yapabilirim, ona nasıl davransam da doğru yola gelse? Bildiğiniz bir dua var mı
okuyayım? Her gün secdelerde kocam için dua ediyorum. Düzelir mi acaba?”
diyorlar. İnanın hazlarının, gezmenin, tozmanın, keyif ve eğlencenin peşinde
değiller. Ahlaksızlık ve kötü alışkanlıkların batağına batmış olan kocalarında
suçluluk duygusu oluşturmak yerine onları kurtarma peşindeler. Onları
dinleyince kocaları faziletli bir yolda giden ve bu sebeple bir takım eksikleri
olduğu için onlara tavır alan, kocalarının ve çocuklarının hayatını sudan
sebepler yüzünden zehir eden kadınlar aklıma geliyor. Böyle kadınlar,
ellerindeki nimeti fark etmek istemiyorlar. En güzeline sahipken, daha
aşağısının peşindeler. Huzur için en gerekli şey olan imana sahipken; ondan
gayrısının peşindeler ve onun sıkıntısını yapıyorlar. Bu kadınlar acaba aile
huzuru için ne gibi fedakârlıklar yapıyorlar, ailece rızayı ilahiye
kavuşabilmek için dua ediyorlar mı?
Suçluluk duygusu ile ve baskı altında yapılan işler istekle yapılmadığından
insana eziyet verir. Sıkıntılar birike birike içinden çıkılmaz bir hal almaya
başlar. Duygusal şantaj altında olan insanlar git gide inceliklerini
yitirirler. Güzel hasletlerini terk ederler. Kendisini değersiz hisseden
insanın ruhu hastalanır.
Erkekler bazen eşlerinden uzak düştüklerinde, kavuşmalarıyla beraber kendi
değerlerini ölçmek için hanımlarına “Beni özledin mi, beni seviyor musun?” diye
sorarlar. Duygu sömürüsü yapan kadınlar lafı kıvırıp, karşı tarafı şımartırım,
hizaya getiremem korkusu ile sevdiklerini, özlediklerini nazlanarak söyleyip,
içine “ama”yı katarak kocalarına hatalarını hatırlatırlar. Özlemin ardından
yaşanan o mutluluk veren kavuşmanın tadını kocaları yönünden kaçırıp, bu
hatırlatmadan dolayı keyif alırlar. Hâlbuki kadın “Sen yokken yerini hiç bir
şey doldurmadı, çocuklarla beraber hep senin yokluğunu hissettik” diyebilir. Bu
sözler kocasını daha fazla mutlu eder ve değer verildiğinin, önemsendiğinin
farkına vardırır.
Bazı kadınlar, fazlaca değerin kocalarını vurdumduymaz hale getirdiğini
söylüyorlar. Ben buna katılmıyorum. Aksine bir insana değerli bir insanmış gibi
muamele etmek, onu değerli bir insan haline getirir. Yanlışlarını o verilen
değerle terk etmeye başlar.
Yine çocuklar evden uzak bir yerlerde kaldıklarında anneleri tarafından özlenip
özlenmediklerini, önemsenip önemsenmediklerini merak ederler. Bunu kendi
değerlerini ölçmek için yaparlar.
Duygu sömürüsü yapan kadınlar, hastalığı da silah olarak kullanırlar. Kocaları
veya çocukları yüzünden sinirlenmekten, üzülmekten dolayı hastalandıklarını
söylerler. Hatta sırf kocasını istediği hizaya getirmek için hastalık
numaraları yapan, kendisine bir hastalık yapıştırmaya çalışan kadınlar da var.
Doktora gittiklerinde doktor; “Senin bir şeyin yok, sorunun psikolojik
olabilir” derse sinirden o hale geldiklerini söylerler. Eğer bir hastalık
çıktıysa sanki ölümcül bir vakıaymış gibi abartırlar ve kocalarına adeta “Beni
bundan böyle yanında taşıma, kafanda taşı” mesajını verirler. İpler hastalık
nedeni ile artık daha fazla kadının eline geçmiş olur. O kocası ve çocuklarının
kahrından hastalanmıştır. Daha vahim hastalıklara yakalanmaması için moralinin
iyi tutulması gereklidir. Kadın bu durumdan istifade ettiği kadar istifade
eder. Çocuklarına da “Siz beni üzmeye devam edin. Ölürsem anasız kalırsınız.
Bak o zaman ana diye ağlarsınız” gibi sözler sarf ederler.
Hâlbuki Allah erkeği kadının üzerine kayyum olarak tayin etmiştir. Erkek, kadın
üzerinde hüküm sahibidir. Kadının fıtratının erkek tarafından hükmedilmeye,
idare edilmeye, yönetilmeye ihtiyacı vardır. Bu Allah’ın dengesidir. Maalesef
modern sistemin etkisi ile kadınlar yanlış yönlendirilmekte ve fıtratlarındaki
bu ihtiyaç ile çatıştırılmaktadır. Bu da mutsuzluklara kapı açmaktadır. Hâlbuki
topluma kaynaklık edecek olan kadına zayıf ve her şeyden etkilenen tabiatı ile
yönetim yetkisi verilmemiştir. Ancak Allah Resulü (SAV)’nün hanımları ile
yaptığı gibi erkeğin dara düştüğü zaman hanımı ile istişare etmesi sünnettir.
Kendisi ile istişare edilen kadın kocasının yanında kendisinin bir değerinin
olduğunu hissedecektir.
Bu dünya hayatı geçicidir. Baki olan için çalışmak, orayı gaye edinmek
gereklidir. Orayı gaye edinmek hayata huzur katacak tek şeydir. Bu dünyada elde
edeceklerinin hesabını yapmak yerine öbür taraftaki güzellikler için
çabalamalıdır. Kadın, çocuklarının ve ailesinin dünya hayatı sonrasına yatırım
yapmalıdır. Gaye bu olunca böyle bir ev, meleklerin dolaştığı ev olur. Böyle
bir yuvaya rahmet yağar. Aksi taktirde nefsi hoşnut etmenin peşine düşülürse bu
nefis bu dünyada kendisine ne verilirse verilsin, asla doymaz.
Huzurlu ve mutlu bir aile temennisi ile…
16 Mayıs 2018 12:47