Eğitim için çoğu zaman terbiye kelimesi
kullanılmaktadır. Terbiye ile eğitim benzer kavramlar olsalarda, eğitim; belli
bir metoda bağlı olması ile terbiyeden ayrılır. Kur’an eğitimi “Rab” kelimesi
ile ifade etmektedir. Elmalı Hamdi Yazır “Rab” kelimesinin terbiye anlamına
geldiğini söyler bize. “Rab” kelimesinin R ve B harfleri şu esaslara işaret eder.
Bir şeyin ıslahı ve
bunun devamını temin etmek.
Bir şeye sarılma ve
ona devam etmek.
Bir şeyi bir şeye
eklemek.
“Rab, gerçekte
terbiye demektir. Yani bir şeyi olgunluğa ulaştırıncaya kadar tavırdan tavıra
geçirmektir.” (Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili I, 64.)
“Rab kelimesi
tamlama olunca sahib anlamı, masdar olarak kullanılınca da;
1- İlimde tasarruf sahibi olmak.
2-
Nefsini ilimle terbiye etmek anlamını taşır.
Eğitimi peygamber
düzeyinde ele aldığımızda “tebliğ etmek” manasına gelir.
Maverdi, eğitimi ele alınca insanın aklı ile
şahsiyetini düşünür. Eğitimi bir direk olarak kabul eder. Allah onunla akılları
kuvvetlendirir der.
Akıl, Arapça bir kelimedir. Sözlük anlamı,
engellemek, alıkoymak, menetmek, bağlamak, kayıt altına almaktır.
Kur’an, aklı ve mantığı insan sorumluluğunun
temel şartı kabul eder. Akli yeterliliği olmayan insanlarla çocuklara bir
teklifte bulunmadığı gibi onları sorumlu da tutmaz.
Kur’an aklı eğitirken, bir iki metotta
kilitlenip kalmaz. Kur’an’ın kullandığı bütün metotların merkezinde akıl
vardır, mantık vardır. Kur’an aklı putlaştırmazda, ama aynı zamanda ona kendi
haddini bilmesini de öğretir.
Kur’an’da bilgi hakikate ulaşmak için bir
araçtır. Bu amaca ulaştırmayan bilgi, Kur’an nazarında safsatadır. Kur’an
insandan hikmeti yakalamayı, eşyanın hakikatine ulaşmasını istemektedir.
KUR’AN-I KERİMİN ZİHNİ EĞİTİRKEN KULLANDIĞI
BAŞLICA METOTLAR
*DÜŞÜNME (TEFEKKÜR)
Kur’an her vesilede
insanı düşünmeye yöneltir. İnsanın tabiatına uygun olan onun düşünmesidir.
Tıpkı bir otomobilin kendi kendine hareket etmesi, bir kuşun uçması gibi,
uçmayan bir yaratığa kuş, yürümeyen bir demir yığınına otomobil demek mümkün
müdür? O halde insana yakışan kendi güç ve kudretine göre düşünmektir. Hakikati
bulmasının, insan gibi yaşamasının başka bir yolu yoktur.
Her kelimesi insan zihnine yönelik olan
Kur’an’da özellikle gözlem ve tefekküre işaret eden beş yüzden fazla ayet
tespit edilmiştir.
Bu, onun tefekküre verdiği önemi
göstermektedir. Buradan hareket eden İslam, düşünmeyi bir ibadet olarak kabul
etmiştir.
Beşikten mezara kadar ilmin talep edilmesini,
ilim Çin’de bile olsa aranıp öğrenilmesini isteyen Resulullah, tefekküre denk
bir ibadetin olamayacağını, bir saatlik tefekkürün yetmiş yıllık nafile
ibadetten hayırlı olduğunu haber vermiştir. İlmin kapısı kabul edilen Hz. Ali
“Her ilmin temelinin tefekkür (düşünmek) olduğunu” vurgulamıştır.
Kur’an düşünmeyi belli bir noktada
durdurmaz. O fiziki dünyayı incelemeye teşvik ettiği gibi, metafizik alemi de
düşünmeye çağırır. Hem dünyayı hem ahireti düşünmeyi teklif eder.
Kur’an’da vahdet (birlik) ile kesret
(çokluk) iç içedir. O, insanlara kazandırmak isteği vahdet (birlik, bütünlük)
şuurunu çokluk ve çeşitlilik içinde verir. Gerçeklere bir kapıdan değil,
değişik bir çok kapılardan girilebileceğini telkin eder. Böylece herkes kendi
niteliklerine uygun, kendi şartlarına elverişli kapılar bulabilir Kur’an’da.
Kur’an, düşünme sisteminde bütün bu
yaklaşımları birleştirmiş, gerçeğin bulunmasında hepsinin rolü olduğunu Kabul
eden çok yönlü bir anlayış sergilemiştir. Bundan dolayı, Kur’an’da metot yok,
metatlar vardır diyoruz.
Gazzali, semaya bakıp üzerinde düşünmenin en
az on faydasından bahseder. Üzüntüyü giderir, vesveseyi yok eder, korku ve
vehmi kaldırır, Allah’ı anmaya vesile olur, kalbte Allah’a karşı bağlılığı
yerleştirir. Red ve inkar düşüncesini bertaraf eder, bazı hastalıkların
iyileşmesini sağlar. Hasretli bir kimseyi teselli eder. Sevenlerin birbirlerine
ünsiyetini artırır.
Bu örnekleri daha
da çoğaltmak mümkündür.
*Görüyoruz ki, doğanın ve doğadaki yasanın
farkına varmak, onunla iletişim kurmak, bilgi ve belgeler almak Kur’an’a göre
aklı kullanmaya bağlıdır. Aslında bu kural hayatın bütünü, varlık aleminde
cereyan eden olayların hepsi için geçerlidir.
*YAPARAK ÖĞRENME
Kur’an’ın zihni
eğitme metotları arasında önemli bir yer tutar. İslam’da Pratik (ameli) ve
teorik (nazari) iki ayrı eğitim-öğretim anlayışı yoktur. Bir konuyu ele alırken
hem teorik hem de pratik yönü ile ele alınır.
İslam Pratik
bilgiyi önceler, Bilgi mutlaka insan yaşamında bir faydaya, bir değere
dönüşecek. Kur’an, insana faydası olmayacak, yaşamına fayda olarak yansımayacak
bir alan ile bir bilgi ile uğraşmasını gereksiz bulur. İnsan akıl, ömür vs.
gibi açılardan sınırlıdır. Gereksiz iş ve faydasız emek için zaman ayırmak kişi
için kayıptır. Bu sebeple İslam, insan akıl ve sınırını aşan; Ruh, melek, cin
vb. şeyler üzerinde insanın kafa yormasını faydasız bulur.
Kur’an, insana
yönelik her türlü eğitim
yönlendirmesinde, örneklerinde önce yakın çevresinden (arı, yıldızları, sema,
dağlar, örümcek yuvası gibi) hareket eder. Çünkü bu bilgi, bu alandaki gözlem
insanın sınırları ölçüsündedir. Bu örnekler ibret ve hikmetlere ulaştırır.
İbadetle, hukuk veya yönetim ile ilgili ayetlerinde kıssalar, yaşamdaki somut
sorunlardan hareket eder. Onlar için getirdiği çözümler de hep insan aklını,
bilginin daha açık pratik yönü üzerinde koşullandırır.
İbadet, hukuk,
yönetim ile ilgili sorunlara çözüm getirirken hep yaşamımızın içinden,
evimizden, ailemizden, yaşadığımız toplulukla düzenli, alandaki yer alan
boşluğu giderecek bir alışveriş kurarak adaletli bir düzen, bir alışveriş bağı
kurmayı hedefler.
İnsan aklını bu
hikmetler üzerine çeker. Bazen insanoğluna sevimsiz gelen durumların örtüsünü
kaldırır. Altındaki hikmetlere dikkat çekip sebeplerini kavratır. Bu duruma
dönüşmemesi için işaretler gönderir selim akıl sahibi insanlara.
Yaparak öğrenme,
eşyanın tabiatına da uygun bir öğrenmedir. İnsanın dışında bütün canlılarda
gördüğümüz bu öğrenme şeklidir. Bir hayvan yavrusuna avını yakalamasını,
karnını doyurmasını, düşmanlarından kendini korumasını anlatarak değil yaparak
öğretir. Yaparak öğrenmenin başka bir avantajı bütün duyuların faaliyete ortak
olmasıdır. Bu ise sağlıklı, verimli, kalıcı öğrenmedir.
Muhammed Kutup
“Zihinde kalan, aksiyon haline gelmeyen, ölü fikirlerin İslam nazarında hiç
kıymeti yoktur” diyor. Ona gore İslam’ın ve Kur’an’ın istediği bilgi kalpten
kalbe geçen, vicdanları harekete geçiren, pratiğe dönük faydalı bilgidir.
*KUR’AN’DA ÇEŞİTLİLİK
ESASTIR
Kur’an’da
çeşitlilik prensibi geçerlidir. Muhammed Kutub, “Kur’an’da her mevzuda varid
olan ayetlerin iki tanesini birbirine denk ve eşit olduğunu görmek imkansızdır”
diyor. Aslında çeşitlilikte de bir güzelliğin bulunduğunu, çeşitliliğin insan
ruhundaki bıkkınlığı ortadan kaldırdığını söylüyor.
Allah’ın hayata
koyduğu kanunlar (sünnetullah) dan biri de hayatın sürekli ve değişken
olduğudur. Buna göre hiçbir şey eski değildir. Herşey yenilenen eskidir. Allah
dışında hiçbir varlık iki dakika önceki varlık değildir.
Büyük Sufi Yunus;
“Biz sevdik aşık olduk sevildik maşuk olduk.
Her dem yeni doğarız seyre kim usanası.”
Kur’an’da durağanlık yoktur. Bu itibarla onu
okuyan kimse her an yeni bir manzara, yeni bir mesaj, yeni bir ifade ile
karşılaşabilir. Fakat bu değişiklikler hiç bir zaman zihni kilitlemez, ruhtaki
dengeyi bozmaz.
*Bu çeşitlilik
insanın duygu ve düşünce dünyasının zenginleşmesine yardım etmektedir.
Kur’an’daki
ifadeler çok yüzeyi olan bir kristal gibidir. Hangi açıdan hangi yüzeye
baksanız değişik ışık hizmeleriyle karşılaşabilirsiniz. Bu değişiklik, zaman ve
mekan açısından da böyledir. Kur’an’da geçen bir ifadeyi başka zaman ve
mekanlarda değişik derinliklerde algılayabilirsiniz. Aynı ifadeyi evinizde
başka, çarşıda başka, mezarlıkta farklı algılayabilirsiniz. Bu değişiklikler
çelişki değil derinlikdir.
Kur’an bilgi ile
duygu, gerçekle ideal iç içedir. Bazen bilgiler duyguları frenlerken, bazen
duyguların bilgileri ateşlediği görülür. Kur’an idealizmi, gerçeklere dayanır.
Onda ütopik bir dünya görüşüne yer verilmez.
*SEZGİ
Önce hakikate bilgi
yoluyla ulaşılabileceğini sanan Gazzali, sonradan tasavvuf yolunu tutmuş, akli
ve nakli bilgilere ek olarak kalbi (keşf-i ledünni) ilimlere de yer vermiştir.
Diyor ki “Aklın öte tarafında bir meleke daha vardır ki orada bir başka göz
açılarak zahiri gözle görünmeyen gaybi hakikatleri ve ileride olacak şeyleri
görür.” Ona göre tasavvuf akıl ile iman arasındaki dramda sığınılacak tek
yerdir. Düşünür, orada imanın hakikatine bir yakin bulacağından emindir. Çünkü,
biricik, kat’i, vasıtasız, hadsi (sezgi) ve metafizik yakine götüren, en emin
bilgi odur.
Gazzali, kalbi
bilgiyi bir havuz benzetmesi ile açıklar. Bir havuzun suyu ya dışarıdaki
derelerden gelir ya da havuzun içindeki bir kuyudan çıkar. Burada kalbi havuza,
suyu da bilgiye benzeten Gazzali, beş duyunun verilerini dereler olarak kabul
eder. Gazzali’ye göre bu dereleri, gözle ilgili aynı duygularımızı, halvet ve
uzletle kapatarak, kalbin derinliklerine dalmak, havuzu kalbi bilgilerle
doldurmak mümkündür.
Gazzali, ledünni
bilgiye sahip olmayı da üç şartla bağlar;
*İlimleri tahsil ve
onlardan yararlanmak.
*Doğru bir riyazet
(nefsin isteklerini kırma, perhiz) ve sağlıklı bir murakabe (dikkatle izlemek
gözleri açık tutmak).
*Tefekkür.
*TARTIŞMA METODU
Kur’an’ı Kerim’in
zihni eğitme metotlarından biriside tartışma yöntemidir. Bu yöntemi genel
anlamda iki kısımda incelemek mümkündür.
*İspat metodları
*İptal metodları
İspat: Bir fikrin,
bir inancın, bir düşüncenin kalbde şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde
delillendirilmesi, doğruluğunun delillerle gösterilmesi demektir. Kur’an’ın
kendine has orjinal bir kıyas tarzı vardır. Yasin suresinde şöyle
buyurmaktadır; “İnsan kendisinin bir nufteden yarattığımızı görmezmi ki hemen
apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da çürümüş kemikleri kim
yaratacak? Diyerek bize misal vermeye kalkar.” (Yasin 36/77-78)
İbn Rüşd, bu
ayetleri örnek göstererek şöyle diyor. “Bu ve benzeri ayetlerin delil oluşu
dönüşün başlangıç üzerine kıyas edilmesi nevindendir.” (Yani son halka ile ilk
halka birbirine denk ve eşit olan şeyler.)
KUR’AN’I
TARTIŞMANIN KURALLARI
*Kur’an’ın en
önemli ilkelerinden biri delile dayanarak tartışıp konuyu zihinlere sağlamca
yerleştirmektir.
Kur’an
terminolojisinde ilim, sultan, burhan, ayet, beyyine ve hüccet gibi değişik
terimlerle ifade edilen delil, herhangi bir hükmün ispat ve reddinde Kur’an’ın
şart koştuğu en önemli unsurlardan biridir. O, tartışma konusu olan bir
meselede kendisi kesin delillere başvurduğu gibi karşı taraftan da kesin
deliller istemektedir.
Kur’an-ı Kerim,
hiçbir bilgi ve belgeye dayanmadan tartışmaya kalkan ehl-i kitaba şöyle
seslenir; “Siz hadi bilginiz olan şey üzerinde tartışanlarsınız. Ama bilginiz
olmayan şey hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Allah bilir, sizler
bilmezsiniz.” (Al-I İmran 3/66)
Gazzali “Allah’ın
beyanından öte bir beyan yoktur. İnsanın yaratılışına uygun olarak Kur’an’da
zikredilen deliller, başka burhan getirmeye ihtiyaç hissettirmezler, der.”
Kur’an delillerini bir gıdaya benzeterek şöyle değerlendirmektedir. “Kur’an
delilleri gıdaya benzer. Herkes ondan faydalanır. Kelamcıların delilleri ise
ilaç gibidir. Sayılı kimse yararlanıp çoğu zarar görür.”
*Kur’an’a göre
tartışma kurallarının bir diğeri amaçtır. Kur’an tartışmayı bir amaca yani hakikatin
bulunmasına bir vasıta olarak Kabul eder. Başka faydaları da olmakla beraber
tartışmanın en büyük yararı gerçeğin bulunmasına yardımcı olmasıdır.
*Kur’an’ın
öngördüğü tartışmada kesin bilgi esastır. Kulaktan dolma, aslı astarı olmayan
haber ve bilgilerle tartışmanın zararından başka birşeyi yoktur. Kur’an, yalan
ve asılsız bilgiler bir tarafa özellikle imanla ilgili konularda zannı ile
reddetmiştir. O tartışma yapmak isteyen herkesin bilgi sahibi olmasını şart
koşar. Allah bilgi, sahibi olmadığı halde tartışan kimseleri şu ifadelerle
kınamaktadır;
“Allah hakkında
bilmeden tartışan ve her azılı şeytana uyan insanlar vardır.” (Hac 22/3)
“Sen af yolunu tut,
bağışla uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme.” (Araf 7/199)
*Kur’an’a göre
tartışmada kullanılan dil ve üslubun çok büyük önemi vardır. Tartışma hikmetle,
iyi niyetle, tatlı dil ve güler yüzle yapılmalıdır.
*Kur’an iyi niyete
dayanmayan tartışmalara katılmaz. Doğruya ulaşma, bir yaraya ilaç olma
hedeflenmelidir.
*Kur’an’ın
tartılmada esas aldığı kurallardan biri de yeri geldikçe Allah’ı anmaktır.
Çünkü kalpler ancak Allah’ı anmakla itminan bulabilir.
*Tartışmada
muhatabın aklına hitap edilmesi kadar duyguya hitap edilmesi de önem taşır.
*Sözü gereğinden
fazla veya az söylememek lazımdır.
*TARTIŞMA METODU
Kur’an’ın ispat
yollarındn biri de budur. Aynı zamanda bir bilgi edinme yoludur. Kur’an’da
karşılaştırma sorular şeklinde yapılmaktadır. Bu suretle zihnin konu üzerinde
yoğunlaşması sağlanmakta, böylece muhakemeye geçen zihin başka bir yolun
olmadığını görerek, hakkı kabule mecbur kalmamaktır. Kur’an insanlardan eşya ve
olayları mukayese etmelerini ister. Bilgi ile bilgisizliğin denk olmayacağı
tesbitine götürür insanları.
“Yoksa o gece saatlerinde kalkan secdeye kapanıp
kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahiretini hesaba katan ve Rabbinin
rahmetini dileyen o kimse gibi mi olacaktı? De ki “Hiç bilenlerle bilmeyenler
bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.”
Karşılaştırmanın
sonucu bazen sorunun şeklinde bazen de buradaki gibi açık ifadelerden
anlaşılmaktadır.
“Mümin olan fasık
olan gibi olur mu? Onlar eşit olmazlar.” (Secde 32/18)
“Şimdi yüzüstü sürünen mi daha doğru,
yoksa dosdoğru br yol üzerinde düpedüz giden mi?” (Mülk 67/22)
Kur’an, insanların
gerek eşya ve olaylar arasında ve gerekse davranışlar arasında bir tercih
yaparken güzel ve çirkini, doğru ile yanlışı çok iyi ayırt etmelerine dikkat
çekerek olay, kıssa ve davranış biçimleri aracılığı ile insan zihnini
bilinçlendiriyor. Kişinin kendi davranış biçimlerine yönelip, olumsuz
taraflarını görme ve düzeltilmesi için farkındalık oluşturmaktadır.
SORU-CEVAP YÖNTEMİ
Soru, hem bir
tartışma metotu hem de bilgi edinme yoludur. İnsanlar bilmek istedikleri
şeyleri sorarak öğrenirler. İnsan bilgisinin büyük bir kısmını sorarak
öğrendikleri teşkil eder. Hz. Muhammed, güzel soru sormayı ilmin yarısı olarak
kabul etmiştir. Kur’an’da Allah tarafından sorulan hiçbir soru öğrenmeye
yönelik değildir. Bunlardan büyük bir kısmı öğretmeye, bir kısmı tenkit
(eleştiri) tesbit gibi konulara yöneliktir. Örneğin şu soru ile muhatabın
beğenilmeyen bir hareketine dikkat çekilir.
“Ey inananlar,
yapmadığınız şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz.” (Saf 61/2)
Kur’an’da sorulan
sorular sadece zihne yönelik, onu harekete geçiren sorulan değildir. İnsan
duygusuna hitap eden sorularda vardır. Allah Teala, peygamberine hitaben şöyle
buyuruyor;
“Kuşluk vaktine and olsun, sükuna erdiği
zaman geceye and olsun ki ey Muhammed, Rabbin seni ne bıraktı nede sana
darıldı. Doğrusu ahiret, senin için dünyadan daha hayırlıdır. Rabbin şüphesiz
sana verecek ve sende hoşnud olacaksın. Seni öksüz bulupta barındırmadı mı?
Seni şaşırmış bulup doğru yola eriştirmedi mi? Seni fakir bulup
zenginleştirmedi mi?
Zihin eğitiminde
soru-cevap metoduna geniş çapta yer veren Kur’an-ı Kerim bu konuda bazı
kurallarda koymuştur. Bunları şöyle sıralayabiliriz;
*Kur’an’a göre soru,
ehlinden yani konunun uzmanından sorulmalıdır.
*Kur’an’a göre
insan, öğrenebileceği ve akli yetileriyle üstesinden gelebileceği şeyleri
sormalıdır. (Ruh, melekler, cinler)
*Soru iyi niyete
dayalı içten ve samimi olmalıdır.
*Kur’an’ın insan
zihnini eğitirken ortaya koyduğu kurallardan biri de insanın cevabını kesin
olarak bilmediği sorular karşısında “bilmiyorum” diyebilmesidir.
“Allah
peygamberleri topladığı gün “size ne cevap verildi?” der. Onlar, bizim bir
bilgimiz yoktur, doğrusu görülmeyeni bilen ancak sensin derler.”
İnsanın bilmediği bir konuyu “bilmiyorum”
demesi aynı zamanda bir erdemdir. Soru-cevap metodu, modern eğitimin de
üzerinde durduğu önemli bir konudur.
*ÖRNEK ALMA YÖNTEMİ
İslam eğitim
sisteminde örnek almanın önemli bir yeri vardır. Hem teorik hem pratik bir
yapıya sahip olan Kur’an eğitimi, örneklemeyi zorunlu kılmaktadır. Bu
sebepledir ki Kur’an-ı Kerim’de çok çeşitli örnekler bulunmaktadır. Şahıs
olarak Kur’an’ın verdiği en önemli örnekler peygamberlerdir. Bunlar içinde en çok
dikkatimizi çeken iki örnek vardır. Bunlardan birincisi Resulullah (s.a.v)
diğeri de Hz. İbrahim’dir.
Hz. Muhammed beşeri
bakımdan bir insan, bir baba, bir koca, bir dost, bir hami, bir aile reisi, bir
tüccar, ordu komutanı, bir vali, ülke idare eden bir padişah, bir vaiz, bir
abid… Bunların ötesinde pek çok konuda örnek teşkil etmektedir.
Kur’an bir çok
konuda olduğu gibi insan ve insanlık konusunda da değişik zihniyet örnekleri
çizerek insanı insana öğretir. Bu olumlu insanlar, akl-i selimi olan, eşyayı ve
olayları kalb gözüyle seyreden basiretli, öğrenmeye hazır insanlardır. Peşin
hükümleri yoktur. Herhangi bir konuda şartlanmış değillerdir.
*TEKRAR METODU
Kur’an’da yapılan
tekrarlar, pratik bir eğitim metodu, anlaşılmayı kolaylaştırıcı, mananın
zihinde daha çok kalmasını sağlayan bir yöntem olarak dikkatimizi çekmektedir.
Bu tekrarlar hiç bir zaman sıkıcı ve
usandırıcı değildir. Daima taze ve canlıdır. Sözün sanat haline gelmesinde
büyük katkısı vardır.
*İNSANA GÖRE EĞİTİM
İLKESİ
İslam eğitim
sisteminde insan kendi kudreti nisbetinde dini tekliflerden sorumludur. Kur’an,
insanları biligilendirirken sadece belli bir kesimi değil, avam havas herkesi
hedef alır. Halk, zahiri görünüşteki yüzeydeki manayı aydın, derinlikteki bir
manayı anlamakta, ihtisas ehli ise daha derinliklere inebilmektedir. Kur’an bir
okyanus gibidir. Yüzme bilmeyenler sahilden ona bakarak, elleriyle ondan su
alarak, yüzme bilenler dalgaları arasında kulaç atarak, dalgıç olanlar ise
derinliklere dalarak ondan yararlanmaya çalışırlar. Gazzali, öğrenciye kabiliyeti ölçüsünde hitap etmesi, aklının
kavrayamayacağı ve nihayet nefret edeceği incelikleri aşmaması hususunda
eğiticiye görev yüklemektedir. Şirazlı hafız konumuzla ilgili olarak şöyle
seslenir;
“Değeri yüksek olan
incinin kıymetini halk nereden bilsin?”
“Ey hafız, kıymetli
ağır ve yüksek olan cevherleri aydınlardan başkasına anlatma.
*SOMUTTAN SOYUTA İLKESİ
İbn-Rüşad’a göre
halk var olan herşeyi duyularla idrak eder. Onun için maddi olmayan varlıkların
benzetme, örneklendirme suretiyle anlatılması zorunludur. Naslar yani ayetler
ve hadisler manevi ve uhrevi hakikatleri örneklerle anlatmışlardır.
Örneğin; Alllah’tan
başka veliler edinip onlara bağlananlar kendisine ev edinen örümceğe benzerler.
Evlerin en çürüğü örümcek evidir. Keşke bilselerdi.” (Ankebut 29/41)
*VAHYE İTTİBA
İLKESİ
Modern bilimin
bilgi vasıtalarının duyular ve akıl olduğunu biliyoruz. Kur’an’da bunları bilgi
vasıtası kabul etmekle birlikte yeterli bulmaz. Bunlarla tasavvufi anlamda
sezgiyi, rüyayı ve vahyi ilave eder. Akla verdiği bütün değere rağmen
Gazzali’de aklın bütün nesneleri kavrayamayacağını, insanı aldatıp
yanıltabileceği kanaatine varmıştır. Bu açıdan o felsefecilerin yaptığı gibi
aklı, bilgiye konu olabilecek sahanın her yerine yaymamıştır. Çünkü aklı,
varlığın her tarafına, bilginin her çeşidine yaymak vahyin ve nübüvvetin yolunu
kesmekten başka bir şey değildir. Ona göre akıl, matematik, astronomi ve mantık
sahalarında güvenilir olduğu halde metafizik konularda güvenilir değildir.
Bu eleştiri aklı
inkara ve kötülemeye değil, aklın geçerlilik sahasını tesbit etmeye ve onun
ötesinde “basiret” denen ve sahası aklın sahasından daha geniş olan bir
kuvvetin varlığına ulaşmaya yöneliktir. Bu da vahyin gölgesinde gerçekleşir.
Aklın, duyuların ve onların ürettiği bilgilerin her zaman için eleştiriye açık
olduğunu düşünerek “peki bu durumda mutlak hakikate ulaşmasının yolu nedir?”
şeklinde bir soru sorabiliriz.
Kur’an’a göre,
sınırsız ve yanılmaz bilgi Allah’ın bilgisidir. İnsan bilgisi sınırlı ve
yetersizdir. Bundan dolayı Kur’an eğitiminden geçen İslam uleması herhangi bir
konuda fikir beyan ederler.
“Doğruyu en iyi
Allah bilir” demeyi unutmaz.
Kur’an’ın eğittiği
bir zihne göre vahiy, başka bir ifadeyle din, akıl için en güvenilir bilgi
kaynağıdır. Çünkü onun sayesinde sapmalardan korunur. Kur’an’ın zihin eğitiminde,
vahye ittiba esastır. Kur’an’ın zihin eğitiminde, vahye ittiba esastır. Saf
aklın din konusunda aciz olduğunu savunan Gazzali, akıl ile dini
birleştirmeyenin sapkınlığa düşeceğini söylemiştir. Ona göre akıl, ilaç ve
hastalıklardan uzak bir göze, Kur’an ise ışık saçan güneşe benzer. Kur’an
nuruyla yetinerek akıldan yüz çeviren kimseler, gözlerini kapatarak ışığa bakan
insan durumundadır. Din ile birlik olan akıl, nur üzerine nurdur. Gazzali,
aklın fonksiyonunu bir başka benzetmeyle şöyle açıklar. Akıl, sadece kör bir
insanı, kendisinin elinden tutacak bir kimseye veya şaşkın bir hastayı şefkatli
bir tabibe emanet etmek gibi, insanları nübüvvete teslim eder. Akıl bize
nübüvvetin gerekliliğini bildirebileceği halde onun verdiğini veremez. Nübüvvet
akla göre sınırsız bir bilgi kaynağıdır. Akla kapalı olan birçok şey vardır ki
nübüvvete açıktır. Gazzali’nin konuyla ilgili görüşünü şöyle özetlemek
mümkündür:
“Akıl ancak din
(şeriat) ile doğru yolu bulabilir, din de ancak akıl ile açıklık kazanır.”
Aysun Kelleci
Ilahiyatçı/Eğitimci
16 Haziran 2019 13:57