İnsan, varlıkların
en şereflisi, Allah’ın (c.c.) yer yeryüzündeki halifesi, emanetin
yüklenicisidir. En güzel biçimde yaratılan insanın diğer varlıklar karşısındaki
bu ayrıcalıklı konumu bir yana, bir varlığın düşebileceği en aşağı noktaya her
an düşme ihtimalinin de olması, potansiyelinin dikkat çeken diğer bir yönüne
işaret etmektedir. Aceleciliği, unutkanlığı, kıskançlığı ve benzeri başka
özellikleri ile hata yapmaması imkânsızdır esasında.
Ne kadar özenle
atsak da adımlarımızı, ayaklarımız birbirine dolaşıp tökezlememiz ve hatta
düşmemiz olasıdır. Yürüdüğümüz yollara geri dönüp baktığımızda aştığımız
engeller ne kadar büyük olsa da her an küçük bir taşa takılıp düşebiliriz. Ne
geride bıraktığı zorluklara bakarak kibirlenmek ne de tökezleyen adımlarından umutsuzluğa
düşmek yakışır insanoğluna. Bize düşen hatalarımızdan ders çıkararak
yürüyüşümüzü sürdürmektir doğru yolda…
Kendi günahlarıyla
meşgul olmak, hesap günü gelmeden kendi terazisinde kendini tartmak… Kınanacak,
yargılanacak, değiştirilecek, düzeltilecek davranışlarının olduğunu görebilmek
ve gereğini yapabilmek… Herkesten önce kendini hesaba çekmek, ahiret yurdu için
heybesini azıkla doldurmak… Hikmetle hareket eden insanların sahip olduğu bu
meziyet, onları herkesten çok kendi nefis terbiyeleri ile meşgul olmaya davet
eder.
Ancak dikkatini ve
enerjisini birilerinin ayıplarının hesabını tutmak için harcadığında insanın
kendi hataları görünmez olmakta nazarında. Başkalarının kusurlarıyla çok meşgul
olmak, insanı kendi hatalarını görüp düzeltme sorumluluğundan alıkoymakta.
Hatalarını göremediği için kendini kusursuz sanan ve sanal bir memnuniyet
yaşayan insan için yaşanan olumsuzluklardan dolayı suçlayacak birini bulmak zor
olmamakta… Birilerinin ayıplarından haberdar olmak ne fayda verebilir ki insana?
Gönlünü, zihnini karartmaktan başka… Unutmamak lazımdır ki şeytanın, insanı
sırat-ı müstakimden alıkoymak için yaptığı hilelerden biri de onu oyalamasıdır
başkalarının hatalarıyla…
Gözünü ve gönlünü
günahlardan alıp güzelliklere çevirmelidir insan. Ancak bu şekilde hayatındaki
nimetlerin farkına varacak ve mutluluğu tadacaktır. Dikenlerinden şikâyet
etmeden gülün güzelliğini takdir edebilecek, kokusunu içine çekebilecektir.
Sahip olduklarının kıymetini bilecek, hatalarına rağmen çevresindekilere kucak
açabilecektir. Aksi hâlde, Mevlana’nın “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.”
sözüyle ifade ettiği gibi dostlarının kusurlarını hoş göremeyen insan,
etrafındakileri birer birer eksilterek sofrasındaki aşını yalnızlıkla
paylaşmaya mahkûm olacaktır.
Diğer yandan konuya
ayıpları araştırılan kişi açısından baktığımızda bu davranışın ona da bir fayda
vermediğini görmekteyiz. “Müslümanların ayıplarını ve gizli hâllerini
araştırmaya kalkışırsan onların ahlakını bozarsın ya da onları birbirine
düşürmeye yaklaştırmış olursun.” (Riyâzü’s-sâlihîn, III, 154). Hadis-i şerifte
de işaret edildiği gibi kusurların araştırılması insanların aralarını bozmakta,
ilişkileri yaralamaktadır. Ayrıca hatalarının takip edildiğini düşünen insan,
çevresine karşı büyük bir güvensizlik duymakta ve kusurlarını gizlemek için
yeni hatalar yapmaktadır. Günahları yüzüne vurulan kişi, eleştirilerden
kurtulmak için kendi kişiliğini maskelemek zorunda hissetmektedir. Üzerinde
hissettiği baskı nedeniyle benliğini yansıtmaktan çekinmekte, sahte bir kimliğe
bürünmektedir. Böylece Peygamberimizin (s.a.s.) de ifade ettiği gibi kişinin
yaratılışı ifsat olmaktadır.
Günahların afişe
edilmesi, yalnız kişinin değil, toplumun da ahlakının bozulmasına yol
açmaktadır. Ayıpların dilden dile dolaştırılması, ilk başta ne kadar infial
uyandırsa da zamanla bu ayıplara dillerin, kulakların, gözlerin alıştığını ve
toplum nezdinde günahların normalleşmeye başladığını görmekteyiz. Ortalığa
saçılan ayıplar, başka insanların nefislerini kışkırtan kıvılcımlar
olabilmekte, niyeti olup cesareti olmayanları da batıl yollara
yüreklendirebilmektedir. Hataların deşifre edilip manşetlere taşınması,
insanların birbirlerini potansiyel suçlu olarak görmelerine de yol açmaktadır.
Fertler arasındaki ilişkinin temeli olan güven sarsılmakta, ilişkiler
zayıflamakta, insanlar daha dar çevrelere hapsolmaktadır.
Zaman zaman
yetişkinlerin, özellikle çocuk ve gençleri topluluk içinde eleştirdiklerine
şahit olmaktayız. Ancak bu yolla yapılan uyarılar, çocuk ve gençlerin
özgüvenlerinin zedelenmesine yol açmakta, gönüllerini kırmaktadır. Ahlaki
gelişimini henüz nihayete erdirme konumunda olmayan genç insanların küçük
hatalarının görmezden gelinmesi, güzel davranışlarının takdir edilmesi,
hatalarını düzeltmesi için sabır gösterilmesi ve şefkatle muamele edilmesi
fıtratlarındaki iyilikleri keşfetmelerine yardımcı olacaktır. Bu hususta
Peygamberimizin (s.a.s.), hata sahibinin ismini topluluk içinde telaffuz
etmeden, genel ifadeler kullanarak sahabeyi uyardığını hatırlamak gerekir. Oysa
biz, çoğu kez, yüzüne çarptığımız hatalarla insanı eğittiğimizi düşünürüz.
Niyetimiz ne kadar halis olsa da o kişiye yaşattığımız utanç, kırgınlık ve
üzüntü sebebiyle aramızdaki iletişim kanallarını tıkamış oluruz.
Nasihatlerimizin karşı tarafın gönlüne ulaşması çok zordur bu noktadan sonra.
Hatta böylesi sert bir yolla insanın hatasını düzeltmesinden çok hatasında
diretmesinin sebebi olmamız mümkündür.
Hataları mahremidir
bireyin; bilinmesinden rahatsızlık duyduğu, çoğunlukla en yakınlarının dahi
haberdar olmasını istemediği… Kişinin mahrem alanına izni olmadan dâhil
olmamak, insana saygının bir gereği ve "Birbirinizin gizliliklerini
(kusurlarını ve mahremiyetlerini) araştırmayın…" (Hucurât, 49/12)
ayetinden açıkça anlaşıldığı üzere hem insani hem de dinî bir görevdir.
Elbette Müslüman’ın
vazifesinin ayıpları araştırmamakla bittiğini söylersek Müslüman duyarlılığını
eksik ifade etmiş oluruz. Müslüman, aynı zamanda din kardeşlerinin hatalarını
bir gece gibi setretmekle de mükellef tutulmuştur. Kardeşlerimizin hatalarını
ortalığa saçıp dökmediğimiz gibi, bir başkasının da bunu yapmaması için çaba
göstermek de yazılıdır kardeşlik hukukumuzda. Böylece hataları sebebiyle hem
dostlarımız için bir sıkıntı hem de düşmanlarımız için eğlence vesilesi
olmaktan koruruz kardeşimizi. Mümin kardeşimizin günahlarını örtmemiz, Müslüman
toplumun imajını da korumaktır başka bir anlamda. Bugün bazı Müslümanların
işlediği hataların dinimize ve tüm Müslümanlara mal edildiğine, bu yolla hak
dinimizin nasıl karalandığına üzülerek şahitlik etmekteyiz. Kendimize
içtenlikle şu soruyu sormak zorundayız: “Tüm kabahat bu Müslümanlarda mı, bu
vaziyetin ortaya çıkmasında diğer Müslümanların sorumluluğu yok mu?”
Peygamberimizin,
“Müslüman, Müslüman’ın (din) kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşman eline vermez
(himaye eder). Her kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da
onun bir ihtiyacını giderir. Her kim de bir Müslüman’ın bir sıkıntısını
giderirse Allah da onun (bu iyiliği sayesinde) kıyamet sıkıntılarından birini
giderir. Her kim dünyada bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allah da kıyamet günü
onun ayıbını örter.” (Müslim, Birr, 18) hadisinde belirttiği gibi Müslüman
kardeşlerimizin aralarındaki ihtilafların azaltılması, birlik ve
beraberliklerinin sağlanması için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirip
getirmediğimizin muhasebesini yapmalıyız.
Kusurları örtmek
hususunda yanlış anlamalara engel olmak için önemli bir noktanın altını çizmek
durumundayız. Hataları örtmekten murat, zulüm ve haksızlıklara sessiz kalmak
değildir. Elbette Peygamberimizin “Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse
onu hemen eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin, ona da
gücü yetmiyorsa kalbiyle tavır koysun. Bu ise en azından yapılması gerekendir.”
(Müslim, Îmân, 78) hadisinde ifade ettiği gibi kötülüklere seyirci kalmamak ve
gücümüz nispetinde kardeşlerimizin hatalarını düzeltmelerine katkı sunmak,
birbirimize karşı görevlerimizdendir. Peygamberimizin şu hadisinden de
anlaşıldığı üzere, kardeşlerimizi içine düştükleri gafletten uyandırmak, onları
yürüdükleri yanlış yoldan döndürmek de hataları örtmek kapsamında
değerlendirilmelidir: “Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: ‘Din kardeşin zalim
de mazlum da olsa ona yardım et.’ Bir adam: ‘Ya Resulallah! Kardeşim mazlumsa
ona yardım edeyim ama zalimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz?’ dedi.
Peygamberimiz: ‘Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu
ona yardım etmektir.’ buyurdu.” (Buhârî, Mezâlim, 4)
Nitekim Kur’an-ı
Kerim’in “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir
topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır." (Âl-i İmrân, 3/104)
buyruğu, dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen Müslüman bir toplum içinde,
iyiliği emredip kötülükten sakındıran insanların olması zaruretine yöneliktir.
“(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en
güzel şekilde mücadele et…” (Nahl, 16/125) ayetinde ifade edildiği gibi bu
uyarı ve davetin güzel bir üslupla yapılması önem arz etmektedir. Ancak böylesi
bir davet ve uyarı, hatalarımızın azalmasına katkı sunacaktır.
Sibel Kandemir
09 Temmuz 2019 20:38