Modern
çağda büyük şehirlerden tutun birçok küçük ilçeye kadar neredeyse her yerde, en
çok inşa edilen yapılar alışveriş merkezleridir. Halkın birçoğunun,
zamanlarının büyük bölümünü geçirdiği yerler haline geldi bu merkezler.
İçerisine bir girdi mi saatlerce oyalanır insan. Hatta kimi zaman öylesine bir
uğrar ve ancak dışarı çıktığında ne kadar zaman tükettiğinin ne kadar ihtiyaç
dışı şeylerle döndüğünün farkına varır.
Zaten yapıları müsait olmasına rağmen
neden buralara pencere konulmadığını, herhangi bir yerine bir saat asılmadığını
hep merak etmişimdir. Amaç; insanın dışarı ile irtibatını kesmek mi? Öldürdüğü
zamanın farkına varmadan, çok da ihtiyacı olmayan şeyleri aldıkça almasına
sebep olmak mı?
Öyle ya da böyle bu tüketim çılgınlığı,
günden güne katlanarak artmaktadır. İşin acı ve üzüntü veren tarafı ise
Müslümanların da bundan payını almış olmasıdır.
Yüce Allah, dünya nimetlerini
insanoğlunun istifadesine sunmuştur. Yaşamı devam ettirmenin de yolu budur
zaten. Ancak her şeyde olduğu gibi bunda da ölçü ve dengeyi korumak gerekir.
Yoksa özellikle “…sizi vasat (orta) bir ümmet yaptık…” (Bakara/143) ayet-i kerimesine aykırı olur.
“Vasat Ümmet’in” değişik anlamları ve yorumları
vardır. Bunlardan biri de hayatın ve inancın her alanında ifrat ve
tefritten kaçınmaktır. Hâl böyleyken Müslüman, ne çağın
gerekleri diyerek gereksiz harcamalar yapmalı ne de Rabbinin
kendisine verdiği nimetlerde cimrilik yaparak, kendisinin ve ailesinin yaşamını
zorlaştırmalıdır.
“Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa
saparlar ne de cimrilik ederler. Harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli
olur.” (Furkan/67)
İşte bu dengeyi sağlayabilmek de
tasarrufla mümkündür. O vakit kişi “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra
kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsra/ 29) ayeti mucibince dengede kalabilir.
Günümüz şartlarında üretim, tüketime
paralel olarak artmaktadır. Yiyecekten giyeceğe, ev eşyalarından vasıtalara
hatta çocukların oynadığı oyuncaklara kadar gün geçmiyor ki; yeni ve farklı
şeyler ortaya çıkmasın.
Her yeni elde edildikten sonra,
daha farklısına ve daha fazlasına istek duymaya başlar insan. Belli bir zaman
sonra doymak bilmeyen, buna bağlı olarak mutlu olamayan bireyler dolaşır
ortalıklarda. Oysaki Allah (CC)’ın ve Rasulü (SAV)’nün ölçüleri, hâlâ gün gibi
ortadadır. Bunları gerçek manada anlamaya çalışmak hem dünya hem de ahireti
kurtarmanın reçetesidir.
Hz. Peygamber (SAV), bir gün bir
sahabenin abdest alırken suyu aşırı kullandığını görünce; “Bu israf
nedir?” diye sorar. Sahabe; “Abdestte de israf olur mu?” deyince
Fahri Kâinat; “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile!”
diye cevap vermiştir. Bu sözün üzerine söz mü söylenir artık. Olanakları
nasıl kullanmak gerektiği, bundan daha güzel nasıl ifade edilir ki?
Bu gerçeklere rağmen bir Müslüman hâlâ çağın
gerekleri deyip, sonradan kültürümüze hatta dinimize sokulan
davranış ve olayları savunabilir mi? İbadette dahi tasarrufu emreden, israfı
yasaklayan bir din, eğlencede, özel günlerde ve kutlamalarda yasaklamaz mı?
İnsan, israf etmeden maddi ve manevi tatmine ulaşamaz mı?
Misafir mi gelecek? Söz, nişan, düğün mü
olacak? Çocuğun sünnet töreni mi var? Çocuğun cinsiyeti mi öğrenilecek? Doğum
günü mü? ilk dişini mi çıkarttı? ilk adımını mı attı? ilk kelimesini mi
söyledi? Vs. Hayatta ne ilkler biter ne yenilikler! Bunlar için kutlama mı
yapılacak; yapılsın ama dinin ruhuna uymayan, kişiyi israfa sürükleyecek
gereksiz masraflardan, şatafattan uzak durarak yapılsın.
Olmasa da olur dediklerimiz ile olmazsa olmazları dinin
süzgecinden geçirmek gerekir. Unutulmamalı ki; birinin üç-beş kuruş deyip
önemsemedikleri ile bir başka Müslüman için yaşam malzemesi alınabilir. Hele
Rabbinin kendi lütfundan kuluna verdiklerini, sahip olamayan başka kulların
gözlerine batırırcasına, belki de isyanlarına sebebiyet verecek derecede teşhir
etmek, Müslüman’ca bir tavır olmasa gerek.
Ne güzel ifade etmiş Rasul-ü Ekrem (SAV):
“Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap
doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Eğer mutlaka
yemesi gerekli ise, midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte
birini de nefes almaya ayırsın.” (Tirmizi, İ.Mace, İ. Hanbel)
Allah (CC), kuluna verdiyse nereye
harcayacağını da zaten belirtmiştir:
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya
haklarını ver fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların
kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” (İsra/ 26-27)
Rasul-ü Ekrem de şöyle buyurmuştur; “Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve
sadaka veriniz.” (Buhari, Nesai, İ. Mace)
Onun içindir ki; kişi zamanını,
yiyeceğini, giyeceğini, eşyasını hatta belki de mutluluğunu bile tüketirken
ölçülü olmalıdır. Nasıl bitirir/tüketirim diye değil, nasıl
tasarruf edebilirim diye düşünerek hareket etmelidir. Tasarruf
edip de pişman olan yoktur, ancak fütursuzca harcayıp tüketenlerden pişman
olmayan neredeyse yoktur. Damlaya damlaya göl olduğu gibi, damlayan kaynak da
bir gün kurur, tükenir.
Hem Rasulullah (SAV)’ın hem sahabenin hem
de gayeleri rıza-i ilahi olan kulların hayatı, nimetlerden nasıl istifade ettiklerinin
örnekleriyle doludur. Anlık tüketimlerden ziyade, ebedi hayatlarında
kendilerine ışık olacak, faydası dokunacak harcamalar yapmışlardır.
Şakik Belhi bir gün İbrahim Edhem’e; “Maişet işini
nasıl hallediyorsun?” diye sorar.
İbrahim Edhem; “Bulduğumuzda şükrederiz, bulamadığımızda
sabrederiz” diye cevap verir.
Şakik; “Horasan’ın köpekleri de böyle
yapar” der. Bunun üzerine İbrahim Edhem “Peki, siz ne
yapıyorsunuz?” diye sorar. Şakik şu cevabı verir:
“Bulduğumuzda dağıtırız, bulamadığımızda
şükrederiz!”
08 Haziran 2020 14:09