1.Sebep: İnsan
öfke ve kininden dolayı gıybet eder. Bu öfkesinde ister haklı isterse de haksız
olsun, nefsini tatmin için gıybete yönelir. Özellikle karakter olarak
öfkelenmeye hazır, öfkesini besleyen, affetmeyen, inatçı, sürekli bir düşman
arama psikolojisinde olan, kin gütmeye yatkın, intikam peşinde koşan ve bununla
övünenler gıybete başvururlar.
Çözüm: Birine kızgınlıktan dolayı gıybet eden bilmeli
ki; ‘öfkeyle kalkan zararla oturur.’ Hem kendisine duyulan sevgi ve
saygıyı yitirir hem de uhrevi olarak ziyana uğrar.
İnsan fıtratında olan öfke, insanın din ve dünya hayatı için gerekli olan
fakat kontrol altında tutulması gereken bir duygusudur. Eğer kontrol altına
alınmazsa o insanı esir alır ve zarara sokar. Mesela insanı haram olan gıybete
sevk ederek Allah’ın gazabıyla karşı karşıya getirebilir. İnsan, öfkesinde her
zaman haklı olmadığı ihtimalini ve haklı olsa bile bir sınırda durması
gerektiğini unutmamalı. Eğer öfke bir şekilde durdurulmazsa düşmanlığa ve kine
dönüşme ihtimali yüksek olur.
Eğer öfkesinde haklı ve intikam alma peşinde ise bu durumda gıybetten
özellikle kaçınmalı. Çünkü düşmanının gıybetini yapmak, aslında kendine
düşmanlık ona da dost olma anlamı taşır.
2.Sebep: İnsan kıskançlıktan dolayı gıybet eder. Hased
başkasında bulunan nimete üzülmek ve o nimetin o kişiden gitmesini istemektir.
Bu kötü duyguya yenilen insan, kıskandığı kişinin gıybetini yaparak rahatlamak
ister.
Çözüm: Başkasındaki nimetlere tahammül etmeyerek kıskançlığından
dolayı gıybet yapan insan bilmeli ki; böyle davranarak iki azabı bir araya
getirmiş olur. Çünkü dünyada haset ateşinde kavrulduğu gibi Allah’ın azabını
celbeden ameli işlemekle ahiret azabını da buna ekler. Gıybet etmekle belki
kıskandığı kişiyi hedef almak ister ama yine kendisi hedef olur. Bu dünyadaki
mahrumiyetin üstüne bir de zorlukla kazandığı sevaplarından mahrumiyeti ekler.
“Sakın hased etmeyin, çünkü ateş odunu yiyip bitirdiği gibi haset de
salih amelleri yer bitirir.” (Ebu Davud)
Eğer hasedin bir sonucu olan gıybet yapılmazsa inşallah kıskançlığı ona
zarar vermez. Zaten insanın kalben hasetten nefret edip gereğini yapmaması
tevbe hükmündedir.
3.Sebep: İnsan bazen arkadaşlarının teveccühünü kaybetmemek
için gıybet yapar. Mesela gıybet yapan arkadaşlarını susturmayı, onların
ortamını terk etmeyi göze alamaz. Onların egolarını tatmin etme
adına ‘dilsiz şeytan’ olmayı kabullenir. Ortama uyum sağlama
düşüncesine kapılarak gıybet yapar. Terk edilme kaygısıyla onlarla aynı telden
çalar, onları susturmaktan çekinir. Hatta kraldan çok kralcı mantığıyla onlarla
beraber kızar bazen bilmedikleri dedikoduları da ortaya döker. Arkadaşlarının
onu konuşturup dinleme isteklerinin karşısında duramaz. Gıybete engel olma
durumunda kaba, kırıcı olarak etiketlenmekten çekinir. Hatta bazen bunu
nezaketsizlik olarak da görür. Bu tür sohbetleri hoş vakit geçirme olarak kabul
eder.
Çözüm: İnsanların teveccühü için gıybet eden bilmeli ki; o böyle
yaparak insanların teveccühünü, Allah’ın teveccühüne tercih etmiştir. Onların
rızasını, Allah’ın rızasının üzerine çıkarmıştır. Onlara duyduğu korkuyu,
Allah’a duyulması gereken korkunun önüne geçirmiştir. Oysa Allah razı edilmeye,
teveccühüne talip olunmaya, hürmet edilmeye ve korkulmaya en layık olandır.
Hayatın veriliş gayesini iyi bilen, bütün varlığını O’nun rızası yolunda
harcar. Bu yolda bütün sıkıntılara göğüs gerer. Sıkıntı sadece savaş
meydanlarında olmaz, büyük cihadın sıkıntıları da vardır.
“Gerçek mücahit, nefsiyle cihad edendir.” (Tirmizi)
Çevreden gelen tepkilere sabretmek, gıybet ederek Allah’a isyan eden
arkadaşlarına Allah için kızmak bir çeşit cihattır ve yapılması gerekir. Mesela
fısıldaşarak gıybet edenlere, yaptıklarının dünyevi ve uhrevi sonuçları
hatırlatılmalıdır ki; “Fısıldaşmaların birçoğunda hayır yoktur.” (Nisa
/ 114)
4. Sebep: İnsan bazen suçlanmaktan kurtulmak için ve kendini
korumak için gıybet yapar. Mesela her hangi bir şeyle suçlandığı zaman,
insanların nazarında suçunu küçültmek için, arkadaşının aynı suçu işlediğini
veya beraberce yaptıklarını söyleyerek gıybet eder. Oysa yapması gereken şey,
kendisi hakkındaki suçlamalara cevap verip kendini kurtarmaktı/aklamaktı. O ise
arkadaşını karalayarak suçuna ortak yapar. Bunu da üstüne gelebilecek
şimşekleri azaltıp, kendini mazur göstermek için yapar. Bazen de o şimşekler
gelmeden, onlardan önce harekete geçer. ‘En iyi savunma
saldırıdır’ mantığıyla erken davranarak söylenecekleri çürütmeye çalışır.
Çözüm: Hatalarını küçültmek için başkalarının hatalarını ortaya döken
kişi bilmeli ki; yaptığı cahilce bir davranıştır. Çünkü başkasının kötülükleri,
onun kötülüklerinin ağırlığını hafifletmez. Kötülükler örnek alınmaz. Kendini
uçuruma atan taklit edilmez. Allah’ın emrine isyan eden -bu kim olursa olsun-
taklit edilmez.
Başkasından korktuğu için gıybet eden yanlış bir hesap içinde olduğunu
unutmamalıdır. Çünkü Allah’ın gazabına uğramak, başkasının hışmına uğramaktan
daha kötüdür. Cenab-ı Hakkı’ın ‘gıybet etmeyiniz’ emrine karşı gelmek
isyandır ve cezası da vardır. Hem kendini koruma niyetiyle yaptığı gıybet ile
insanların nazarında temize çıkacağı da meçhuldür. Fakat Allah’ın gazabını hak
edip, hasenatlarının mahvolduğu muhakkaktır. Görüş mesafesi kısa olan nefs-i
emmare bakışıyla sadece ana odaklanır ve yanlış yapar. Anını kurtarma adına
ebedi hayatını riske atar.
5.Sebep: Kendini üstün görüp, üstün göstermek isteyen
insanların bir kısmı, bu niyetle gıybet yaparlar. Mesela; falancanın hayat
şartlarından çok şikâyet ettiğini söyleyerek kendilerinin şakir olduğunu anlatmak
isterler. Bu, dini konularda olduğu gibi dünyevi konularda da olabilir.
Örneğin; başkasının pasaklı olduğunu söyleyerek kendisinin titiz olduğunu ima
etmek isterler. Bu tür gıybetler aslında üstünlük iddiasının tezahürüdür.
Çözüm: Bu niyetle gıybet edenler bilmeliler ki; kazandıkları günah
ile Rablerinin yanındaki değerden düşmüş olurlar. İnsanlardan beklenen ve
istenen değerin gelmesi de şüphelidir. Çünkü toplumda gıybetçinin bir değeri
olmaz. İnsanlar o değeri verse dahi bu onları, Rablerine olan sorumluluktan
kurtarmaz.
Böyle davrananlar bilmeli ve unutmamalı ki; üstünlük takvadadır. Kimin
değerli olduğunu ancak Allah bilir. Kendinde üstünlük olarak kabul ettiği akıl,
bilgi, güzellik gibi her şey Allah’ın verdiği emanetlerdir, nimetlerdir. Bu
lütuflar onu şükre sevk etmeli iken, o bu nimetleri kendinden bilerek
büyüklenir ve insanların dedikodusunu yaparak nankörlük eder.
04 Temmuz 2020 15:10