Çocuğum Yaramaz Olsun mu?

 

21 Temmuz 2020 14:46
Çocuğum Yaramaz Olsun mu?





  Abdullah
b. Mes’ud henüz Müslüman değilken çobanlık yaptığı dönemde, Rasulullah (AS)
kendisinden süt vermeyen bir koyunu getirmesini ister. Rasulullah besmele
çekerek onu sağar ve sütünü içerler. Abdullah b. Mes’ud bu durum karşısında
hayretle Rasulullah (AS)’a bunu nasıl yaptığını sorar. Rasulullah “Merak ilmin yarısıdır” buyurarak merakını över. Bu
olaydan sonra Müslüman olan Abdullah b. Mes’ud aynı zamanda müşriklere açıkça
Kur’an okuyan (Rahman Suresi) ilk sahabedir.

***Çocuklar
bir şeyleri karıştırdığında, kırdığında, ağzına götürdüğünde ve benzeri diğer
davranışlarında onlara “yaramaz” deriz ve bu davranışlarını “yaramazlık” olarak
nitelendiririz. Oysaki çocuklar çoğunlukla öğrenmek için bu davranışlarda
bulunurlar. Tıpkı bizlerin de bir zamanlar yaptığı gibi. Bir çocuğa “sobaya
yaklaşma yanarsın!” deriz. Ancak o yanmanın ne olduğunu ve ne anlama geldiğini
dahi bilmiyordur. Belki de öğrenmesi için yanması, sobaya dokunması ya da
sobaya yakın bir mesafeden sıcaklığını hissetmesi gerekir.

Yine
aynı şekilde, belli bir süre bebeklere ne verirseniz hemen ağızlarına
götürürler. Zira o dönemde en önemli refleksleri emmektir ve neyin yenilip
yenilemeyeceğini böylece öğrenirler. Bizlerin yaramazlık olarak tabir ettiğimiz
“karıştırmak” ise yine çocuğun merakından, öğrenme çabasından kaynaklıdır
esasen. Bir düşünelim… En önemli hazinemiz olan ve gözümüz gibi baktığımız
kitapların okunması gerektiğini, onun değerli bir obje olabileceğini anlamaz,
yırtar. Çocuk büyüdükçe ve bilinç düzeyi geliştikçe de zamanla onun önemli bir
şey olduğunu anlar ve yırtmamayı öğrenir. Kitapların ne işe yaradığını da bu
şekilde aydınlanma ile kavrar.

Bu
bağlamda meseleye bakacak olursak “merak ilmin yarısıdır” şiarını,
çocuk büyütme evresinde tekrardan anlamlandırmamız ve üzerinde tefekkür etmemiz
gerektiği aşikârdır. Zira bizim “yaramazlık” diye nitelediğimiz çoğu davranış,
aslında çocuğun bilinç oluşumuna etki eden öğrenme ve bilgilenme sürecidir. Bu
açıdan düşündüğümüzde aslında “yaramaz çocuk” demek “çok şey öğrenmek isteyen
çocuk” demektir. Bir bakıma ne kadar yaramazlık, o kadar merak ve öğrenme
isteğidir.

“Yaramazlık
yapma otur! Bak, sevdiğin şey başladı onu izle!”

Çocuklar
yaramazlık(!) yaptığında eskisi gibi evin önünde, bahçede oyun oynamıyorlar
maalesef. Toprakla oynarken, çamurla yeni bir şey inşa ederken veyahut toprağı
eşeleyip içerisinden yepyeni, hiç görmediği farklı canlılar keşfederken üstünü
başını çamur edip eve dönmüyorlar. Günümüzde yaramaz(!) çocukları
sakinleştirmek(!) için televizyon, telefon, bilgisayar, tabletler vs. gibi
asosyalleşmenin kilometre taşlarını döşeyen bilumum teknolojik aletler
kullanılıyor. Hâlbuki çocuklarımızı sırf “sakin dursun, ağlamasın ve işlerimi
rahat göreyim” düşüncesiyle görünüşte masum; fakat esasında sinsi olan
teknolojik canavarla baş başa bıraktığımızın farkında bile değiliz.

Öyle
ki belki de bazılarımız, internet ortamının çocuklar üzerindeki etkilerini,
çocukların bilinçaltlarının nasıl iğfal edilmeye çalışıldığını anlatan ve buna
benzer konularla ilgili hazırlanan dehşetengiz bilgilendirme videolarıyla
karşılaşmış ve de bunları izlemişizdir. Yine de herkesin izleme fırsatının
olmadığı düşüncesiyle, bu hususta endişelenmemiz gerektiğini gösteren konuları
sırayla ele almak gerektiğini düşünüyorum.

İlk
olarak, kanaatimce de çocukların ileriki yaşamlarında ahlaki ve davranışsal
bozuklukların ana kaynağı olan, en azından bu potansiyelde olan “Subliminal
Mesaj” konusuna değinmek gerekiyor. Hatırlarsınız, bir dönem 25. kare meselesi
yani subliminal mesajlar gündemdeydi. Konu çok uzun, kısaca bilgilendirme adına
özetle bahsedecek olursak:

Videolarda
gördüğümüz bir anlık görüntü, 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçücük
kareden oluşur. Subliminalciler, teknik oynamalarla ve milimetrik kırpmalarla
peyda ettikleri yeni alana 25. kareyi sıkıştırırlar. Sıkıştırdıkları 25. karede
ise izleyenlere vermek istedikleri mesajı yerleştirirler. Söz konusu görüntü
öyle hızlı geçer ki; bunun izleyici tarafından çıplak gözle fark edilmesi
mümkün değildir. Ancak teknik çalışma ve slow motion denilen sistemle 25. kare
saptanabilir. Her ne kadar çıplak gözle fark edilmese de bilinçaltımız verilen
mesajı alır ve biz farkında olmadan işler. Bazen içimizde oluşan anlamsız ve
yersiz dürtü, istek veyahut ihtiyaçlar bu sebepledir. Bu yöntem ilk olarak 1957’de
bir filmde denenmiş ve filmde her 5 saniye sonrasına “kola iç ve patlamış mısır
ye” şeklinde kareler/frame yerleştirilmiştir. Bu yöntem gerçekten de işe
yaramış, sinema salonunda, film arasında ve sonrasında mısır ve kola satışları
artmıştır.

Görüleceği
üzere şeytani mühendislikle, görüntüyü izleyenlerin bilinçaltına istedikleri
mesajları gönderen “mesaj sahipleri” böylelikle biz farkında olmadan bizleri
yönlendirebilmektedirler. Bu sistem artık hemen her filmde ve de animasyonda
mevcuttur diyebiliriz. Hem de masum görünen, çoğumuzca öyle olduğu düşünülen ve
sırf çocuklarımız ağlamasın diyerek izlemeleri için başına oturttuğumuz çizgi
diziler de buna dâhildir. Çocuklara ne tür subliminal verdiklerini, yıllar
sonra davranışlarındaki dengesizliklerden anlayacağız muhtemelen.

Bunun
dışında başka bir sorun da subliminalin artık pervasızca sunulmasıdır. Öyle ki;
çocukların izlediği animasyon, çizgi film ve dizilere baktığımızda 25. kareye,
programları tersten dinleyip neler aşıladıklarına kafa yormaya pek de gerek yok
esasen. Gözümüze sokarcasına, gayet açık şekilde mesajlarını veriyorlar.
Çocuklar da anlamadıkları için bu İslamsız mesajlarla ve telkinlerle büyüyüp,
onlardan etkileniyorlar. Söz konusu çizgi dizilerde, evrim teorisini zihinlere
işletmek istercesine yürüyen balık çizip adını “Darwin” koymalarından tutun,
maymunumsu mağara adamı karakterlere kadar (Oysa İslam’da ilk insan Hz.
Âdem’dir ve topraktan yaratılmıştır) yin-yang düşüncesinin sembolünü
kullanışlarından tutun, domuzun pembe, şirin bir canlı olduğunu göstermelerine,
baharı getirenin periler olduğu, çocukları noel baba, paskalya tavşanı ve diş
perisinin koruduğu ile ilgili senaryolara kadar İslam dışı pek çok şeyi
bulabiliyoruz.

Dipnot
ekleyecek olursak; gayri müslimler inançlarını her yerde dayatmışken bizim
sinema ve dizi sektörümüzde, Müslüman olduğunu söyleyen insanlarca İslam’ın
aşağılanması da ayrı bir içler acısı durum tabi. Ayrıca çocuklar için
hazırlanan bu dizi ve filmlerdeki uygunsuz sahnelerin varlığı rezaletine hiç
değinmeyeceğim.

Bunlarla
birlikte bir diğer husus ise susturucu olarak kullanılan teknolojik alet olan
televizyondur. Çocukların çok yönlü gelişimi açısından bu konudaki en önemli
etmen ise televizyonun dil ve zekâ gelişimine etkisidir. Zira aşağıda da
bahsedeceğimiz üzere çocukların dil öğrenim sürecinde etki-tepki bağlamında
pekiştireçlere ve geri dönütlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu anlamda dil gelişimi
üzerine de pek çok kuram bulunmakta. (Vygotsky, Bandura’nın sosyal öğrenme
kuramı, Chomsky vs.)Ancak sizleri uzun akademik bilgilere boğmak istemiyorum.
Merak edenler araştırabilir. Klasik koşullanma kuramına göre çocukların dil
öğrenirken geri dönütler almaları gerekir. Mesela bir bebek bazı heceler
çıkarır. Siz de ona olumlu tepkiler verdiğinizde (pekiştirdiğinizde) çocuk
mutlu olur ve bunu daha çok söyler. Böylece öğrenmiş olur. Örneğin;

-BABABABABABABA

-Sen
baba mı dedin!!!

-Baba,
Baba…

Ancak
erken yaştan itibaren televizyon izleyen çocuklar, duydukları heceleri tekrar
ettikleri halde televizyon onlara pekiştirme yapamadığı için konuşmalarında
gerilik yaşanabiliyor. Yine çok televizyon izlemek, çocukların zekâ gelişimini
de olumsuz etkiliyor. Yapılan bir araştırmada çok fazla televizyon izleyen ve
izlemeyen çocuklara bazı resimler çizdiriliyor. Yaşıt olan çocuklardan televizyon
izlemeyenler çok güzel çizimler yaparken çok fazla televizyon izleyenler
anlamsız şekiller çiziyorlar.

“Al
telefonu sus!”

“Tabletinle
oyna yaramazlık yapma!”

“Bilgisayarı
açtım, git oyun oyna hadi!”

Yine
çocuklarımız açısından tehlike arz eden bir başka husus ise oynadıkları
oyunlardır. Bu anlamda çocukların oynadığı oyunların etkilerine dair haberleri
çokça görmüşsünüzdür.

“Mavi
balina oynayan çocuk intihar etti.”

“Metin2
oyunu çocukları saldırganlaştırıyor.”

Bu
haberlere bir göz atınca bu konu üzerine pek de konuşmaya gerek kalmıyor
esasen.

Tablet,
telefon ya da bilgisayar üzerinde oynadıkları oyunlar, çocukları öfkelerini
kontrol edemez hale getirebiliyor, onları saldırganlaştırıyor,
asosyalleştirebiliyor, bağımlı hale getirebiliyor ve de en önemlisi
robotlaştırıyor. Bu bilgilerle pek de tatmin olmayanlar için kanıt niteliğinde
bir bilgi daha paylaşayım:

Yakın
zamanda Yeni Zelanda’da yaşanan korkunç katliamdan önce katil yayınladığı
bildiride kendine sorular soruyor ve cevap veriyor. Kendine soruyor: “Aşırıcılığı ve şiddeti bilgisayar oyunlarından, filmlerden,
müziklerden mi öğrendin?” Cevap: “Evet, Sypro the Dragon 3 bana
etnik milliyetçiliği öğretti. Fortnite ise beni daha iyi katil olmam için
eğitti.”

Sanırım
bu örnekten sonra fazla söze gerek kalmıyor.

Bırakın
çocuklar yaramaz olsun. Tarihe şöyle bir göz attığımızda görürüz, İbn Hacer de
çok yaramaz olduğu için medreseye verilmiş ve büyük bir âlim olmuş. Bırakın
çocuklar yaramazlık yapsınlar. Televizyon karşısında İslam’a aykırı mesajlarla
büyüyeceklerine veyahut tablet, telefon ve bilgisayar karşısında intihara ya da
şiddete meyilli hale geleceklerine, bırakın bir şeyleri karıştırsınlar.

   



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.