İnsan
garip bir varlık. Ayette belirtildiği gibi biraz cahil, belki zalim… Ahsen-i
takvim sınırlarına çıkacak kadar eşref, esfele safiline düşecek kadar zelil.
İnsan canı, her şeyden vazgeçirtecek kadar kıymetli, fakat kıymeti ateşe
verecek kadar da nefsin esiri. Ne söylense az ama nihayetinde bir damla su ve
sonu bir avuç toprak.
İşte
böylesi bir varlık, dünya ve ahirete inanmanın ötesinde onu dengelemeyi
bilmeli, bir ömür nefes sayısı müddetince bu dengeyle kendini korumalı,
insanlığını kullukla şereflendirmelidir. Çünkü gönderiliş amacımız; dünyaya
anlam katacak olan kendimizi tanımamız ve Rabbin rızasını amaçlayan kulluktur.
Dengenin
sağlanması için Müslüman’ım demek yeterli
olmayacaktır. Kişi dengenin ölçüsünü idrak edemezse ya hayattan elini eteğini
çekecek, ahiret odaklı bir hayat yaşayacak -ki bu şekilde dünyasını kaybedecek-
ya da modern çarkın dişlileri arasında eriyip gidecektir. Ahiretini inşa
ederken dünyadan istifade etmek, ahirete salih amellerle fidanlar dikerken
dünyada örnek şahsiyet olabilmek, kuşkusuz Müslümanın sanat eseridir.
Dünyada
kalıcı eserler (sadaka-i cariye) bırakırken ahirete de inciden oyulmuş saraylar
inşa edebilmek… Dünyanın tüm faniliğine rağmen, baki hayata hazır olmak… “Ya ölümden sonra başka bir hayat yoksa?” diye soran
kişiye: “Yoksa ben bir şey kaybedecek değilim. Peki, ya varsa?” diyen
Hz. Ali gibi binlerce kez sormak nefse.
Ahiret
endişesi taşımak ve dünya dengesi kurmak, her ne kadar aşılması güç, sarp bir
yokuş gibi görünse de neticesi huzur ve güzellikten başka bir şey değildir.
Hatta hayata dair zorluklar, bu sayede kolaylaşır. Bu dengeyi sağlayınca asıl
dünya yükünün insan üzerinde ne kadar çok olduğunu, gereksiz birçok dert ve
endişesinin tozunu siler maneviyat dehlizlerinde.
Bu
açıdan insanın tutarlı olup dünya ipiyle ahirete dikiş attığını/atacağını
unutmaması gerekir. Unutmak kimi zaman nimetken kimi zaman gaflettir.
Unutulmaması gerekeni unutan kişinin ahirette Allah’a sunacak bahanesi, suya
yazı yazmak kadar abestir. Yaşam koşulları itibariyle imkân çoktur, bahaneye
yer yoktur. Bin tane bahane olsa da bir tane imkân o bahaneleri söndürmeye
kadirdir. Sahi iman en büyük imkândı değil mi?
Ve
hadiseler… Özellikle içinde bulunduğumuz durum ve dünya hayatı, ahiret ile
birlikte yaşanılacağının bir kanıtı gibidir. Deliller öylesine çok ki; insana
iman tazeletecek türden. Hususen dünyayı alarma geçiren, gözlerin görmekten
aciz kaldığı bir virüs, ne çok şey anlattı insanoğluna. Sahi bu son hadiseler
ne diyor nefislerimize?
Sen
ey insan!
Bir
virüs, seni
haram yakınlıklardan uzak mı tuttu?
Bir
virüs, seni
haramın habis ve zararlı olduğuna ikna mı etti?
Bir
virüs, seni
hakaret boyutunda eleştirdiğin tesettürlülerden daha çok kendini setretmeye mi
sevk etti?
Bir
virüs, seni
dünyadaki zevk ve sefanın, en küçük zarardan koruyamayacağına razı mı etti?
Bir
virüs, ölümün
ne kadar yakın olduğunu hatırlattı ve can korkusundan tedbirlere sıkı sıkıya sarılmaya
mı itti?
Oysa
o virüsün de sahibi (CC), insana çoktan uyarıda bulunmuştu. Oysa gönderiliş
amacında, önce iman etmen sonra ahireti de hesaba katman gerektiğini
buyurmuştu. Oysa İslam dininin yaşanılıyor olması, bir virüsten koruyacağı gibi
daha birçok dünyevi buhranlardan da selamete çıkaracağı gerçeğini beyan
etmişti. Oysa kaynağı temizlik olan dini göz ardı eden insan, can tehlikesinde
taharet çeşmelerine rağbet etmişti. O bulunurdu da ahireti tarumar edecek
inançsızlığa çare ne olacaktı?
Peki,
ya sen Müslüman!
Bir
virüs, seni
abdeste itmedi mi?
Bir
virüs, haram
selamlaşmaların ateşe yaklaşmak olduğu gerçeğine götürmedi mi?
Bir
virüs, tüm
albenisine rağmen dünyanın nasıl da kâbusa döndüğünü fehmettirmedi mi?
Bir
virüs, dünyanın
ancak ahiretle yaşanabilir olacağı gerçeğine ikna etmedi mi?
Bir
virüs, seni
dünyaya çok dalmışlığa, mazluma el uzatmayışa, ahireti hesaptan düştüğün için
ikaza, uyarıya, tefekküre götürmedi mi?
Hâlbuki
“Müslüman” unvanını almış her insan, tüm bu endişeleri vicdanında yaşamalı,
helâl ve haramı kulluğa aktif olarak taşıyan birer şahsiyete dönüşmeliydi.
Ahiret düğmesi olmadan dünyanın zillet ekranı kapanamazdı. Ahiret inancı
yüreklerden eyleme geçmeden, dünya tadı damağa lezzet vermeyecekti. Dünya
lezzet vermese de sorun yoktu, çünkü önemli olan zaten ahiret ebediliğinin
tadıydı. Müslümanın nazarında dünya sıkıntısı zaten olacaktı ve ölüm gerçeği
onu korkutmazdı. Bilakis ölüm, ahirete atılan tohumların kabul edilme umuduydu.
Sözün
özü; gözle görünmeyen bir virüs, ahiret gerçeğini binlerce kez önümüze
koyarken, gözle görünenlerin verdiği mesajları okumak da insanın imanının
gereğidir. Bilhassa biz Müslümanların bu hadiseyi daha büyük okuması gerekir.
Çünkü her şeyden öte o virüsün de Rabbine imanımız var. Virüsten
öğrendiklerimizin özeti:
“Rabbini dinle ve ahireti hesaptan (dünyadan) düşme!”
29 Temmuz 2020 10:55