Marka parfümlerin yıkansa da giysimizden
çıkmayan kokuları, çok sevdiğimiz yemekten yayılan kokunun bizi mest edişi,
tarihî bedesten çarşılarında dolaşırken dibekte dövülmüş taze kahve kokusu… Her
biri duygularımıza hitap eden hatta bizi alıp geçmişe götüren birer uyarandır.
Yaşadığımız hayata anlam katan
unsurlardan biri de kokulardır… Yediğimiz yemeğin tadına varmaktan tutun da
özlemi, hasreti, anıları, her birini bir kokuyla kodluyoruz zihnimize. İnsan
beynindeki koku alma noktaları ortama yayılan kokuları algılayınca hemen
harekete geçiyor. İlahi bir rahmet olarak bizlere ikram edilmiş olan koku
reseptörleri hayattaki kokuları tanımaya, anlamlandırmaya matuf yaratılmış.
Burnumuzda beş milyon civarında koku reseptörü var.
Güzel koku ve güzel ses insanın bam
teline dokunan iki müthiş uyarandır. Yıllar evvel belleğimize kazınmış olan
kokuyu yeniden duyumsadığımızda yaşadığımız şaşkınlık ve heyecan karışımı
duyguya ne ad veririz? Hangimiz bir an durup geçmişe gitmez? Kokular hangimizde
“dejavu” etkisi yapmaz?
Çocukken sabah uyandığımızda mutfaktan
yükselen patates kızartması, sucuklu yumurta, kızarmış ekmek kokuları
belleğimizde öyle bir kayıtla tutulur ki yıllar sonra aynı kokularla uyanmak
bizi tekrar çocukluğumuza götürür. Okulda yoğun ve yorucu geçen bir günün
ardından evimize adım atar atmaz bizi kuşatan anne yemeği kokusu yıllar geçip
evlensek de annemizin evine her gidişimizde bizi yine alır, okul yıllarımıza
götürür.
Gurbette öğrencilik yaparken ya da
askerde valizini yerleştirirken eşyaların arasından buram buram tüten “ev”
kokusu… Burnunda hissedilen ince biz sızıya eşlik eden, gözlerde beliren birkaç
damla yaş… Hem ağlarım hem giderim mecburiyetine mahkûm, derin bir sessizlik…
Hissetmemek ne mümkün.
Evlat Kokusu…
Yeni doğmuş bir bebeğin etrafına yaydığı
kokuyu içimize çeker ve o koku genzimizde kalsın isteriz. Anne, baba, evlat
kokusu belleğimizin üst katmanlarında kendine yer edinir, uzun süreli belleğe
yerleşir. Bunun en güzel örneğini Kur’an-ı Kerim’de görürüz: Hz. Yakup’a (a.s.)
Yusuf’un (a.s.) gömleği getirildiğinde koklamış ve “Bu, Yusuf’un kokusu.” demiştir.
Anadolu şehirlerinin bedesten
çarşılarında gezinirken dükkânlardan yayılan öğütülmüş kahve, naftalin, kumaş,
deri, ekmek, simit, ıtriyat kokuları birbirine karışır.
Anneannemizin, babaannemizin evine
gittiğimizde aldığımız kalıp sabun, naftalin, dedemizin namaz vakitlerinde
sürdüğü misk ile karışık çocukluk hatıraları kokusu bizi sarıverir. Yatıya
kaldığımız gecelerde üzerimize örtülen yorganın kokusunu içimize çekerek saatin
tik takları eşliğinde daldığımız tatlı uykuları yeniden anımsarız.
Evlerin, milletlerin, ailelerin,
apartmanların, şehirlerin de kokusu vardır. Milletler kendi kokularını
bilmezler, o kokuları yalnız başka milletlerden olan insanlar alabilir.
Vakitler de kokar. Seherlerde açılan pencerelerden esen seher rüzgârının
dağıttığı rahmet kokusu, Kâbe’de sabah ve ikindi serinliğinde imamın yanık
sesine karışan Kâbe kokusu, bize bir ibadet neşesi katar ve o kokuyu yeniden,
bir daha almak isteriz. Medine’ye adım atar atmaz dalga dalga yayılan Ravza
rayihası, Cennetü’l-Bâkî’de, Uhud Dağı eteklerinde, rehberimizi dinlerken o
anları yaşarmışçasına hüznümüze karışan toprak kokusu, şehit kokusu, bizi alıp
götüren manevi duyguların kokusu… Medine çarşılarından aldığımız, umre ve hac
hatıralarımızı yeniden canlandıran gül kokusu, Kâbe kokusu, Hacerü’l-esved
kokusu.
Mevsimlerin kokusu…
Kış sabahlarına uyanıp pencereyi açınca
gözlerimizi kamaştıran beyaz rahmetin kokusu bizi hem şaşırtır hem mutlu eder.
Baharda kuş sesleriyle canlanan bahar çiçeklerini kuşanmış ağaçların kokusu,
taze çağla, erik kokusu nasıl bir doyulmaz güzelliktir… Anadolu şehirlerinde
mayıs ayında açan iğde çiçeklerinin eşsiz kokusu içimizden hiç gitmesin
isteriz.
Dağlardan tertemiz esen rüzgâr kokusu
ciğerleri doldururken deniz meltemleriyle gelen tuz kokusu genzimizi yakar. Yaz
sıcağında testilerden ikram edilen buz gibi su, tüm hücrelerimizi serinletirken
suya sinmiş toprak kokusunu yemek isteriz âdeta.
Yeni alınan kitabın kokusunu, paketinden
çıkarılan derginin kokusunu ancak okumayı sevenler alırlar. Kitapçı rafları,
kitap fuarları onların terapi merkezleridir âdeta. Çocukluğumuzda
biriktirdiğimiz kokulu kâğıtlarla silgiler, defter, kitap ve okul kokuları da
bu cümleden olup hâlâ belleğimizdedir.
Kimi zaman bize maziyi anımsatan, kimi
zaman içimizde mutluluk çiçekleri açtıran ve kimi zaman duygularımızı esir eden
kokular olmasaydı hayat ne kadar sığ olurdu değil mi? Hayat, tüm çeşitliliği ve
aldığımız kokularla güzel. Koku alabiliyor olmaksa sonsuz bir şükür vesilesi…
28 Eylul 2020 19:55